Değerli dostlar, maalesef gün geçmiyor ki yüreğimizi ağzımıza getiren haberlerle uyanmış
olmayalım. İşin doğrusu her gün kâbus yaşamaktan neredeyse şakulümüz bozulacak. Rabbim
hepimize sabr-ı cemil lütfeylesin.
Daha yeni, 29 yıldır Tacikistan’da yaşayan Koray Vural’ın Tiranın uzun kolları tarafından mafya usulüyle kaçırıldığı haberiyle uyandık. Görgü tanıklarının ifadesine göre 8 kişi tarafından kaçırılan Vural, Pazartesi sabahı Türkiye saatiyle 06.00’da Duşanbe’den İstanbul’a uçan Somon Air SZ 103 uçağıyla Türkiye’ye teslim edilmiş.
Tacikistan Üniversitesi İngilizce Öğretmenliğinden mezun olan Vural, doktorasını da bu ülkede tamamlamış. 2016 yılından sonra da ticarete atılarak Özyurt Restoran’ı işletiyormuş. Suçu ise bir süre Tacikistan’daki Türk kolejlerinde öğretmenlik ve müdürlük yapmış olması.
Eşi, Tacik vatandaşı olan Vural’ın T.C. pasaportunun süresi 2020’de bitmiş. O günden bu yana Tacikistan Cumhurbaşkanı’nın izniyle ikamet ediyormuş. Bu arada Birleşmiş Milletlere, güvenli ülkelerden birine yerleştirilme talebinde bulunan Vural, sürecin sonuçlanmasını bekliyormuş.
Hatırlarsanız, 4 Temmuz 2023’te de 29 yıldır Tacikistan’da yaşayan öğretmen Emsal Koç’ta
Tacikistan’daki evinin önünden kaçırılıp Türkiye’ye götürülmüştü. Maalesef Hacı Ata’yı yere göğe sığdıramayan Tacikler’in içinde de çürük elmalar var demek ki? Gerçi bu çok absürt bir durum değil. Zira her insanın bir fiyatı vardır. Şayet onu öderseniz satın
alamayacağınız insan çok azdır.
Hem satın alınan, hem de astronomik rakamlarla ve de mafyatik usullerle adam kaçıranlar bir gün bunun hesabını verseler de sizinki size değer. Keşke vakti zamanında tedbir alınabilseydi demiyorum. Zira, geçmiş hadiseleri kader nazarıyla bakıyoruz.
Bu tür hadiselerin cereyan ettiği ülkeler, genelde demokratik açıdan dünya sıralamasının çok gerisinde bulunuyor. Fakat, dünyaya insan hakları dersi veren ülkelerde de şayet kamu oyu ve medya baskısı olmasa durum bundan farklı olur muydu bilemiyorum.
Malumunuz, Rusya-Ukrayna savaşından sonra İskandinav ülkelerinden Finlandiya ve İsveç
NATO’ya katılmak için müracaat ettiler. NATO üyesi olan Türkiye özellikle İsveç’te mülteci
statüsünde bulunan Bülent Keneş’in iade edilmesi şartıyla üyeliği onaylayacağını duyurdu. İşte, o günlerde İsveç’te bulunan diğer gazeteci arkadaşlarla görüştüğümüzde hepsi diken üstündeydi.
Sonuçta, onlar gazeteci kimliği sayesinde iade edilmekten kurtuldular. Fakat gazeteci kimliği olmayan Kürt vatandaşı Mahmut Tat, İsveç polisi tarafından gözaltına alındı ve ardından 1 Aralık’ta Türkiye’ye iade edildi. İsveç, bunu yaparken kamuoyunun tepkisini çekmemek için Türkiye’nin İsveç hükümetine sunduğu iade listesi yerine, listenin dışında kalan birini iade etti.
Maalesef İsveç, ‘ne şiş yansın ne kebap’ diyerek yani demokratik bir ülke görüntüsünü kurtarmak için bu şekilde davrandı. Halbuki, Türkiye, İran ve Azerbaycan gibi işkencelerin olduğu ülkelere mültecileri iade etmek suç teşkil ediyor. Bu gün yeryüzünde ABD’den tutunda AB ve diğer ülkelerde “insan hakları” daha çok kendi içlerinde uyguladıkları bir yaptırım. Kendileri dışındaki ülkelere gelince Azerilerin deyimiyle, “Bu işin mene hayri ne olacak” deyip her ülke kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını önceliyor.
Velhasıl, bir gün yeryüzünde, Nisa suresi 135’ci ayeti uygulayabilecek bir topluluk olursa, belki o zaman bu tür ikircikli durumlardan kurtulabiliriz. Ayetin meali şöyle: “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın…”