196
Ashab-ı Uhdud’la alâkalı, hemen her tefsir kitabında anlatılan bir vak’a vardır. Müslim, Tirmizi ve Ahmed bin Hanbel’in Müsnedi gibi bir kısım hadis kitaplarına dayanılarak anlatılan hadise şudur:
Bir kralın bir büyücüsü (kâhini) vardır. Yaşı epeyce ilerleyen büyücü, krala: “Ömrüm sona yaklaştı. Bana bir çocuk ver de ona büyü öğreteyim” der ve kralın kendisine verdiği çocuğa büyü öğretmeye başlar. Fakat büyücü ile kral arasında (tevhid imanına sahip) bir rahip vardır. Çocuk bir gün o râhibin yanına uğrar. Râhibin anlattığı şeyler çocuğun daha çok hoşuna gider. Bir gün halkın gittiği yol üzerine korkunç bir canavar çıkar. Çocuk yerden bir taş alır ve “Allah’ım, eğer Sen râhibin yaptıklarını büyücünün yaptıklarından daha çok seviyorsan bu hayvanı öldür, insanlar yollarına gitsinler” diyerek taşı atar. Canavar ölür, insanlar da yollarına giderler. Çocuk bu olayı râhibe anlatınca, rahip: “Oğlum, sen şimdi benden üstünsün. Bundan ötürü İMTİHAN edilebilirsin. İmtihan anında beni ele verme” der. Gün geçtikçe çocuk daha bir seviye kazanır ve meşhur olur; öyle ki, körü, abrası ve diğer hastaları iyileştirmeye başlar. Derken, bir gün kralın âmâ olan bir nedimi de kendisini iyileştirmesi için çocuktan istekte bulunur; çocuğun ona karşı cevabı: “Ben kimseyi iyi edemem, ancak Allah iyi eder. Eğer Allah’a inanırsan, O sana şifa verir.” Şeklinde olur. İyi olan nedim, kralın yanına gidince, kral hayret eder ve bunu kimin yaptığını sorar. Nedim de, “Rabbim iyi ettti.” diye cevap verir. Kralın, “Yani ben mi?” sorusuna ise, “Hayır, benim de Rabbim, senin de Rabbin olan Allah.” cevabını verir. Kral, “Senin benden başka Rabbin mi var?” diye nedime çıkışır ve ona eziyet etmeye başlar.
Yapılan işkenceye dayanamayan nedim, sonunda çocuğun ismini söyler. Kral, çocuğu çağırtıp ondan da aynı cevabı alınca, ona da işkence etmeye başlar ve bu fikrin rahipten çıktığını öğrenir. Kral üçünü de çağırarak dinlerinden dönmelerini ister ve onları ölümle tehdit eder. Bunlar inançlarında ısrar edince, râhibi de nedimini de testereden geçirir; çocuğa gelince, onu da yüksek bir dağdan aşağıya atmaları için adamlarına teslim eder. Ne var ki çocuk “Allah’ım, beni bunlardan kurtar” diye dua edince, dağ sarsılır ve kralın adamları aşağı yuvarlanır.
Adamlardan kurtulan çocuk da, tekrar kralın yanına gelir ve adamlarının başına gelenleri anlatır. Kral, bu defa çocuğu başkalarına teslim eder ve eğer dininden dönmezse onu denizin derin bir yerine atmalarını emreder. Çocuk duası ile onlardan da kurtulur ve krala gelerek, söylediklerini yapmadığı sürece kendisini öldüremeyeceğini bildirir. Ardından da insanları bir yere toplayıp kendisini bir dala asmasını, sonra da torbasından bir ok çıkararak, “Çocuğun Rabbi olan Allah’ın adı ile” diyerek atmasını ve ancak bu şekilde kendisini öldürebileceğini ifade eder. Kral, çocuğun söylediklerini yapar; ok çocuğun bağrına saplanır ve çocuk ölür. Olup biteni izleyen halk ise, “Biz çocuğun Rabbine iman ettik” der. Bunun üzerine kral, hendekler kazdırıp içlerini ateşle doldurtup iman edenleri o hendeklere atar.
Bir dönemde yaşanmış böyle bir hadise, kendine has şartları göz önünde bulundurulmak suretiyle her asır için önemli MESAJLAR ihtiva etmektedir. Anlaşılan o ki, bir çocuğa el uzatılmış, günümüzde olduğu gibi onunla meşgul olunmuş, sinelerde olgunlaştırılan İLHAMLAR onun ruhuna boşaltılarak yeni bir toplum ve yeni bir nesle doğru ilk adım atılmış. Şu kadar var ki, o dönemde, şimdiye nisbeten bir kısım kerametler daha zâhir ve daha bâriz olduğu anlaşılıyor. Benzer bir durum Hz. Mesih için de, söz konusu idi ki, o da kendi ümmetinden âmâ olanların gözünü açıyor, hasta olanları tedavî ediyor, hatta bir mânâda ölüleri de diriltiyordu. Tabiî bütün bunlar birer ikrâm-ı İlahî ve birer mucize idi. İnsan bu keramet ve mucizelerle başka birine ait her hangi bir arızayı giderebilir.” (M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Prizma-4)
Buruç Suresinin 4-9 ayetlerinin anlattığı Uhdud Ashabının ele alındığı bu âyetlerinin; Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid dönemlerinde Âlem-i İslâmı esaret altına almaya çalışan sömürgecilerin de işarî mâna itibarıyla yaptıklarına bakan yönleri de vardır. Ayrıca günümüze bakan cihetleri de… Bir çocuk deyip geçmemek gerekir. Eğer gerçek bir sanatkâr elinde işlenmiş bir maden nasıl bir değer alıyorsa, insanın en değerli cevheri ve saf güzelliği temsil eden çocuklar da çok iyi yetiştirilirse yaşatma düşüncesinin adanmışlığı ile insanlığa çok büyük Hizmetler verebilirler. İşte 180 ülkeye birer tohum gibi atılmış muhabbet fedaileri olan adanmış ruhlu ÖĞRETMENLERİMİZ, bu gerçeği yaşayışlarıyla göstermişlerdir.
Kaynak:Safvet Senih | Samanyoluhaber