‘Mühim olan çarşıdaki Yusufları toplamak değil, kuyudaki Yusuf’u çıkarmak.’
“Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı.” der Franz Kafka. Altını çizerek, kenarlarına not alarak okuduğum ‘Hengâme’ isimli kitap tam böyle bir kitap…
İçimizdeki donmuş pek çok duyguya indirilen bir balyoz…
Bazı kitaplar vardır, keşke daha önce okusaydım dersiniz. ‘Hengâme’ de benim için böyle bir kitap oldu. Ağlayarak, hüzünlenerek, dua ederek; ayrılıklar, işkenceler, hapisler, ihanetler gören ve polislerle saklambaç oynayan insanların çaresizliklerini ve ümitle hayat bağlanışlarını okudum.
Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşı için: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdıracak günleri göstermesin” der. Ben de aynı duayı ‘Hengâme’ için yapıyorum. Dünyanın hangi ülkesinde yaşarlarsa yaşasınlar, Rabbim bu kitapta anlatılanları bir daha yaşatmasın insanlara…
İftiralar, ihanetler, zulümler, tecavüzler ve insanca yaşama haklarından mahrum bırakılmış yüzbinlerce masumun çığlıkları var bu kitapta…
Medeniyet ve kültür düşmanlığının, soykırımın, milyonlarca dini kitabın imha edilişinin, evlere, fabriklara el konuluşun ve insanlar arası değil, aile fertleri arasına ayrılık tohumlarının ekilişini bu kitapta okuyacaksınız.
Roman kahramanı Selami’nin ailesini ziyaret ettiği Nevzat Hocanın evi gibi on binlerce ailede yas var. Her gün taze ölü çıkmış gibi devam eden bir yas. En acı tarafı da yas tutulan bu evlere taziye için gelen/ gelebilen olmuyor.
İşte bu romanda “ağaç kökü” yemeye mecbur bırakılan ve tüm insanî haklardan mahrum edilen onurlu insanların davaları adına her çileye katlanmaları anlatılıyor.
1980 ihtilalinde o kasvetli günleri, polis ve jandarma baskınlarını yaşamış bir insan olarak yazarın duygularını ve korkuyla sindirilmiş, geleceği çalınmış o çaresiz kitlelerin haleti ruhiyelerini daha iyi anlıyorum.
‘Hengâme’de anlatılanlar tarihte görülmemiş bir soykırımından, kültür ve medeniyet katliamından sadece bir kesit… Tarihe not düşümüş. Bunun için okunması gerekir diyorum.
Çalıştığı banka, çocuklarının gittiği dersane, aldığı gazete, seyrettiği televizyon, dinlediği radyo, hanımın sardığı sarma ve kermes vs. hepsi terör suçu. Evler basılıyor, anne babalar alıp, götürülüyor çocuklar ortada kalıyor. Komşular değil, en yakın akrabalar bile el uzatmıyorlar o masumlara. İşte bu korku ortamındaki insanların çaresizlikleri, yürek yakan acıları ve imanla hayata tutunmaya çalışmaları anlatılıyor.
Ondört bölümden oluşan romanda “baş kahraman” sayılabilecek pek çok kişi var. Fakat Selami ve Nihal öne çıkıyorlar. Olaylar bu ikisinin çevresinde örgüleniyor.
‘Hengâme’ Romanı hem edebî yönden hem düşünce yapısının tutarlılığı yönünden hem de yaşanmış olayların, sönmüş hayatların hikayesi olması yönüyle mutlaka okunması gereken bir eser.
Ankara’yı ve Konya’yı adım adım geziyorsunuz. Bu şehirleri tanımayanlara tanıma fırsatı, tanıyanlara da eski hatıralarını tazeleme imakanı sunuyor. Nostalji yaşıyorsunuz. Daha önceden gezdiğiniz o sokakları bir de bu ifritten günlerde takip edilme, yakalanma korkusuyla geziyorsunuz.
Ayrıca romanda, unutulmaya yüz tutan pek çok kavram da ustaca kullanılmış. Bunlardan bir kaç örnek:
-Aralanan kapıdan içeriye saçı sakalına karışmış, söbü bir baş uzandı.
-Nihal’e baktım, omuzlarını dikleştirdi, samur kaşlarını çattı.
–Kalecik karası gibi dolgun, ışıl ışıl gözlerini hayalimden çıkaramıyordum.
-Otobüs yanaşırken o bana döndü, Firfîrî bir tüldü yüzü, kızıl bir buluttu.
-Konya’nın gençleri birbirlerine ortak derler.
-Kapının önünde siftinen sokak kedileri ayak seslerimi duyunca toparlandılar.
-Hep duyarım, “çembercik” saka kuşunun bir diğer adıdır.
-Konya’nın kuru ayazı derimi bıçak gibi kesip iliğime işliyordu. Zekat keçisi gibi tiril tiril titrerken…
-Sonra getirip zeytin peynir tabaklarının ortasındaki nihalenin üstüne koydu.
-“Eylül” kelimesi Süryanice, “aylul” dan gelmekteymiş; üzüm ayı demekmiş.
-Telefonla annemi aradım. Sobanın başına oturmuş, lahana sarması sarıyormuş. “Angaralılar” buna kelem dolması diyor.
-Beyrut’ta ebeveynlerden biri sünnî, biri Şiî olan Müslümanlara “Suşi” diyorlar…
Selaminin bekar odasındaki notları arasında Nihal şunları bulur: “Romanlar okuyorum, içim şişiyor; dertsiz başıma dert alıyorum. Bana benzemeyen adamların, hiç tesadüf etmediğim kadınların romanları bunlar: İbiş’in Rüyası, Müskinler Tekkesi, İçimizdeki Şeytan, Sevgili Arsız Ölüm, Tutunamayanlar, Yeraltından notlar, Bokırkurdu, Kuş Çayırı…
Hepsinin mevzuu aşağı yukarı aynı; aldatma, ihanet,tutarsızlık, yasak aşk, aileyi terk etme,cinayet, hovardalık, aşüftelik…Ben bıktım artık tutunamayanların harap ruhlarında, bağırsak kanallarında gezinmekten. Sürekli buhran, bunalım, vefasızlık, kin, intikam, aldatılma… sürekli mağduriyet ve ezilmişlik.”
…Ve bu tip romanlar hakkında çok güzel bir hüküm veriyor: “Evet, iyi anlatıyorlar kabul. Fakat iyiyi anlatmıyorlar. Bununsa bir kumarbaz yahut hırsızın işini “iyi” yapmasından pek farkı kalmıyor; umut kırıcının işini “iyi” yapmasıdır bu. Benim beklediğimse, iyinin iyi yapılmasıdır.”
Benimse kanaatim: “Hengâme”, iyinin iyi anlatıldığı bir roman. Okunması ve herkese duyurulması taraftarayım.
“İyiliğin yayılmasına çalışmak” iyiye hizmet eden, iyilik kervanındaki hepimizin görevidir. Bu kitabı ailemize ve çevremizdekilere mutlaka okutalım. Hatta beraber okuyalım.
Bu kitabı okuyup, başkalarına da ulaştırmakla zulme, haksızlığa sessiz kalmayıp tavrınızı ortaya koymuş olacaksınız.
Hengâme müellifi Yusuf Ünal beyi tebrik ederim. Bu şekilde güzel eserlerinin devamını bekleriz.
Hengâme isimli kitaba en kolay ulaşmanı yolu:
https://kitapdunyasi.eu/
Hizmetten | Halil Şimşek