Bu cümle, Uluslararası Dil ve Kültür Festivali’nin (IFLC) Almanya etkinlikleri kapsamında ilk kez 10 Haziran günü Frankfurt’ta seyirciyle buluşacak olan ‘The Most Beautiful Story” (En Güzel Hikâye) Müzikalinin tanıtım videosunun sonunda yer alıyordu. IFLC’nin 21. yıl etkinlikleri kapsamında Türkçe ‘Colors of Voices’ şarkı yarışmasının final gecesinde tanıtılan The Most Beautiful Story videosunun sonunda verilen bu cümle bana çok ama çok anlamlı geldi. Bu yüzden yazıya başlık yaptım.
Evet, malumunuz Kur’an’da “En Güzel Kıssa” ifadesiyle takdim edilen Yusuf suresinde bu örneği görmek mümkündür. Zira, Hz. Yakup henüz yedi yaşlarındayken kaybettiği Yusuf’unu “Fesabrun Cemil” diyerek neredeyse kırk yıl bekledikten sonra yeniden kavuşur. Bu kavuşma da bildiğiniz gibi Hz. Yusuf’un Mısır’a yönetici olmasıyla neticelenir.
IFLC de sabırla çıktığı bu yolda 21 yılı geride bıraktı. İlk başladığında (2003) mütevazi bir salonda eş-dosttan oluşan küçük bir topluluğun karşısına çıkmıştı. O günkü adı “Yabancılar İçin Türkçe Yarışması” idi. O gün bu süreci başlatanlar bir gün bu programların Uluslararası platformlara taşınacağını belkide hiç hayal etmemişlerdi. Ancak yaşanan zorlu süreçlere rağmen kendisini dünyanın en büyük metropollerinde ifade eden IFLC işte, vazgeçenlerin değil sabredenlerin kazandığını bizatihi gösterdi. Bu duruş aynı zamanda bir ihlas örneğidir. İhlas risalesinin üçüncü düsturun başında Üstadımız bu durumu şöyle ifade eder: “… kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.” Samimi insanların gayretleriyle hamd olsun bu günlere gelindi.
Ben bu yazıda IFLC’nin 4 Haziran akşamında yaptığı programından bahsedecek değilim. Onu merak edenler internet ortamında izleyebilirler. Ancak programın sunuculuğunu yapan Reha Yeprem programı sunarken bir şey söyledi. Dedi ki; bu programın mutfağında çalışan ustaların daha önce IFLC’ye katılarak şarkı söyleyen ve şimdilerde hem Konservatör okuyup hem de bu işe omuz verdiklerinden bahsetti. İşte benim dikkatimi bu açıklama çekti. Yirmi yılda vazgeçenlerin değil sabredenlerin kazandığını bizatihi mutfak kısmında çalışacak seviyede öğrenciler yetiştirmekle gösteren bir çalışmanın ürünüydü bir yaz akşamında keyifle izlediğimiz şarkı yarışması.
Evet, bu konuyla alakalı Kırık Testi internet sitesinde Hocaefendi’nin yayınlanan en son sohbetlerinden biri de “Tazyiklerden Sonra Gelen İnkişaflar” başlığını taşıyor. O sohbetinde Hocaefendi, gerek ferdî gerekse sosyal hayattan elde edilen tecrübelere dikkat edildiğinde genellikle baskı ve tazyiklerden sonra açılım ve inkişafların oluştuğunu ve hizmet hareketinin geçmişinde de neredeyse bütün sıçramalar ve açılımların böyle baskı ve tazyik dönemlerinden sonra meydana geldiğini ifade ediyor.
Evet, insanı bunaltan, sıkıştıran baskılar ve krizler, sürpriz şekilde yeni kapıların açılmasına vesile olabiliyor. Bunun son örneğini de IFLC’nin yaşadığı süreçte görüyoruz. Ülkemizde yaşanan baskı ve zulümler olmasaydı belki de eski adıyla “Türkçe Olimpiyatları” kendi ülkemize münhasır kalacaktı. Cenab-ı Hak, bir zalimin eliyle bir çoğumuzu ülke dışına attığı gibi Türkçe Olimpiyatları da bu süreçte kendini yeniledi ve IFLC olarak dünya sahnesinde yerini aldı.
Hocaefendi o sohbetin devamında diyor ki; “Mesela yaşadığımız bazı sıkıntı ve travmalar, ilk öğrenci yurdunun açılmasına vesile olmuştu. Yurdun okula dönüşmesi de yine benzer şekilde bir tazyikin akabinde meydana geldi. İlk yaptığımız kampların bir baskı sonucu dağıtılması, farklı yerlerde kamplar yapılmasını netice vermişti. Şimdilerde hizmet erlerinin yaşamış oldukları baskı ve zulümlerin neticesinde Cenab-ı Hakk’ın bizi nereye yönlendireceğini ve ne tür sürpriz lütuflarda bulunacağını kestiremiyoruz. Bugün için bizim yapmamız gereken vazife, içinde yaşadığımız şartları çok iyi okuyarak, sağımıza solumuza, önümüze arkamıza çok iyi bakarak bulunduğumuz konumu verimli bir şekilde değerlendirebilmektir. En kritik dönemlerde bile kendi işimize bakmalı, vazifelerimize odaklanmalıyız.”
Evet, demem o ki, Cenab-ı Hak, bugüne kadar bizim minnacık çırpınışlarımıza bu kadar çok lütuf ve ihsanlarda bulunmuşsa, şayet biz vaadimizden dönmezsek kim bilir gelecekte daha neler lütfedecektir. Bu konuda -zaten yok ama- hiç tereddüdünüz olmasın. Zira bugüne kadar olanlar, olacakların en inandırıcı referansıdır. Bilemiyoruz, belki de gelecekte şimdiye kadar açılan müesseseler, yapılan hizmetler katlanarak çoğalacak ve dünya çapında umumi bir sulhun yaşanmasına, insanî değerlerin yeniden hayat bulmasına vesile olacaktır.
Dolayısıyla bizim itikadımız şudur. Allah’ın seçtiği ve takdir buyurduğu şeyde hayır vardır. Bize düşen, O’ndan geleni sabır ve rıza ile karşılamaktır. Ve bir gün gelecek hayatta olanlar, ‘The Most Beautiful Story (En Güzel Hikâye) Müzikalin tanıtım videosunun sonunda dendiği gibi ‘vazgeçenlerin değil sabredenlerin kazandığını’ bizatihi görecektir Allah’ın izniyle…