1. Vehen (Dünya Sevgisi – Ölümden Korkma)
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) günümüze çok yakın hâdiselerden de haber vermişti. İşte bunlardan biri:
يُوشِكُ اْلأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى اْلأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا فَقَالَ قَائِلٌ: وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَومَئِذٍ؟ قَالَ: بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ، وَلَيَنْـزِعَنَّ اللّٰهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمُ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِِفَنَّ اللّٰهُ فِي قُلُوبِكُمُ الْوَهَنَ. فَقَالَ قَائِلٌ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ وَمَا الْوَهَنُ؟ قَالَ: حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَّةُ الْمَوْتِ
“Ümmetler, milletler, insanların birbirlerini sofraya davet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize davet edecek ve üzerinize üşüşecekler.” Birisi sordu: “Bizim azlığımızdan mı?” Allah Resûlü: “Hayır, aksine siz o gün çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi.. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de ‘vehen’ atacak” dedi. Yine birisi sordu: “Ey Allah’ın Resûlü, vehen nedir?” Cevap verdi: “Ölüme karşı isteksizlik ve dünya sevgisi!”[1]
Bu ifadelerden, ilk bakışta şu mânâları anlıyoruz: Bir gün gelecek, milletler yığın yığın üzerimize çullanacaklar. Sofrada yemeği taksim eder gibi, yeraltı-yerüstü servetimizi aralarında paylaşacaklar. Evet, bütün yeraltı ve yerüstü servetlerimize el koyacak ve gözümüzün içine baka baka âdeta sofralarımızı yağmalayacaklar. Evet biz, lokmayı hazırlayıp önlerine koyacağız, onlar da doymak bilmeyen bir iştiha ile önlerine konan şeyleri yutacaklar.
Bütün bunlar niçin olacak? Çünkü o zaman biz, artık köklü bir ağaç değiliz de ondan. Hatta selin sürüklediği çer çöp gibiyiz de onun için. Evet, bizim mizaç, meşrep, hizip ve anlayış farklılığı ile birbirimizi yiyip bitirmemize karşılık, onlar dünyevî hasis menfaatler etrafında birleşti, bütünleşti ve bizleri sindirdiler. Önceleri onlar bizden korkuyorlardı. Çünkü biz, onların ölümden kaçtıkları gibi ölümün üzerine gidiyor ve dünyayı istihkar ediyorduk. Hâlbuki şimdi biz ölümden kaçıyor ve dünyayı da onlardan daha çok seviyoruz. Onlar da bizim bu zaafımızı işleterek, bizi en can alıcı yerimizden vuruyorlar.
İlk bakışta haçlı seferlerini hatırlatan bu hadisin, biraz daha derin düşünülürse çok daha yakın bir tarihte cereyan eden hâdiselere de işaret ettiği açıkça görülecektir.
Raif Karadağ “Petrol Fırtınası” adında bir kitap yazdı. Daha sonra o fırtınayı çıkaranlar tarafından da öldürüldü. Çünkü o kitapta 19. ve 20. asır Türk insanının mâkus tali’i ve gadr u efgânı, mütecavizlerin de “hayhuy”u vardı.
Devlet-i Âliye’nin –ben ona imparatorluk denmesinin karşısındayım. Çünkü o devlet bir imparatorluk değildi. Sahabe ve tâbiîn devrinden sonra, gelmiş geçmiş en muhteşem bir devletti ki, dense dense ona “Devlet-i Âliye” denir– üzerine nasıl bir sofra gibi üşüşülmüştü.! Bütün dertleri, bu geniş ve bâkir toprakların yeraltı-yerüstü zenginliklerini elde edebilmekten ibaretti. Tarih boyu cereyan eden açık haçlı hareketlerinin en ağırı, bu kapalı küfür tecavüzü yanında yine hafif kalırdı. Evet, birbirlerini bir sofraya çağırır gibi çağırmış ve bir ülkenin bütün varlığını aralarında paylaşmışlardı…
Hz. Osman ve Hz. Ali’yi (radıyallâhu anhumâ) o devrin hıyanet çarkını çeviren bir zihniyet arkadan vurmuş, Asr-ı Saadet’i kana boyamıştı; Âl-i Osman’ı da onların torunları arkadan vurdu ve İslâm dünyasını başsız bıraktılar.
Hazırlanmış ve donatılmış bir sofraya koşuyor gibi üzerimize üşüştü ve Âkif’in ifadesiyle: “Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ!” bir araya gelerek Devlet-i Âliye’yi talan ettiler…
Bir kısım saldırganlar bir zamanlar bize belli bir zihniyetle saldırmıştı ve bu, o günün bağnaz Avrupalısının saldırısıydı. İğfal edilmiş bu zavallı yığınlar, akıllarınca Hz. Meryem’in merkadini kurtarmaya geliyorlardı. Hâlbuki bizim nazarımızda Hz. Meryem onların düşündüklerinden de, inandıklarından da daha faziletliydi. Çünkü biz onun, Cennet’te Efendimiz’e zevce olacağına inanıyor ve ona mü’minlerin anası gözüyle bakıyorduk.[2] Aynı zamanda eğer Hz. Meryem hayatta olsaydı, onu da rahatsız edecek olan, onların bâtıl ve köhne düşüncelerine karşı onun gerçek hakikatinin müdafileriydik…
Demek istediğim şudur: Allah Resûlü’nün mevzua esas aldığımız hadislerinde işaret buyurdukları bu köhne zihniyetin neticesi, hazırlanan haçlı seferleri değildir; belki yakın tarihte bütün dehşetiyle gördüğümüz ve hâlâ görmekte olduğumuz, korkunç bir küfür ittifakıdır ki, henüz İslâm âlemi onlara sofra olmaktan kurtulabilmiş değildir. Görüldüğü gibi, on dört asır evvel söylenenler, bugün, kelimesi kelimesine tahakkuk etmekte, görülmekte ve yaşanmaktadır.
2. Komünizm Fitnesi
İbn Ömer anlatıyor: “Allah Resûlü, bir gün şark tarafına dönerek”: أَلاَ إِنَّ الْفِتْنَةَ هَاهُنَا مِنْ حَيْثُ يَطْلُعُ قَرْنُ الشَّيْطَانِ “Dikkat edin fitne bu taraftan, şeytan çağının yayıldığı yerden zuhur edecektir.” buyurdular.[3]
Çok kuvvetli bir ihtimal ile bu hadisleriyle Efendimiz, günümüzde, garbın zalim ve kâfirlerine alternatif olarak şarkta zuhur edecek olan fitneye işaret buyurmaktadırlar.
Metinde geçen قَرْن kelimesi boynuz mânâsına geldiği gibi çağ ve asır mânâsına da gelir. Onun için bu kelimeye “boynuz” mânâsından ziyade “çağ” ve “asır” mânâlarını vermek daha muvafıktır. قَرْنُ الشَّيْطَانِ “Şeytan Çağı” demektir ki Asr-ı Saadet’in mukabilidir. İnkâr-ı ulûhiyet esası üzerine kurulmuş ateist, ibâhiyeci ve dünden bugüne, şeytanın, nefs-i emmare vasıtasıyla insana fısıldamaya çalıştığı bütün fenalıkların birden hayata geçirilmesi sistemi. Kapitalizmin nesebi gayr-i sahih evlâdı bu ürpertici sistem, günümüzde can çekişiyor olmasına rağmen hâlâ yeryüzünde, din, diyanet, mukaddesat, tarih ve hatta demokrasi düşmanlığının rakip kabul etmez şampiyonluğunu sürdürmekte ve bir korkulu rüya olmaya devam etmektedir ki;[4] zannediyorum Allah Resûlü de bütün efradı içinde, bilhassa bu sistemin hâkim olduğu döneme “Şeytan Çağı” diyor. Ve bu çağla gelen cihanşümul krizlere karşı ümmetini uyarıyor.
3. Fırat’taki Hazine
Yine buyuruyor: يُوشِكُ الْفُرَاتُ أَنْ يَحْسِرَ عَنْ كَنْـزٍ مِنْ ذَهَبٍ (أَوْ جَبَلٍ مِنْ ذَهَبٍ) فَمَنْ حَضَرَهُ فَلاَ يَأْخُذْ مِنْهُ شَيْئاً “İhtimal Fırat’ın suyu çekilir; ve altın’dan bir dağ zuhur eder. Kim orada bulunursa bir şey almasın.”[5]
Bugüne dek Fırat’ın başında dünya kadar katliamlar meydana geldi. Yakın tarihten başlayacak olursak, Fırat’a yakın yerde Irak ve İran savaşı oldu. 1958’de yine Fırat’a yakın bir yerde çok ciddî kıyım yapılarak Allah Resûlü’nün torunları katledildi.. ancak, yukarıdaki hadisten, bu iki hâdiseyi çıkarmak uygun olmasa gerek. Belki, daha sonra olması muhtemel bazı hâdiselere işaret aramak daha uygun olur:
Meselâ: Fırat’ın suyu, altın değerinde olacak bir devreye, mecaz yoluyla bir işaret olabileceği gibi yapılacak barajlardan elde edilecek gelirlere de “altın” sözüyle işaret olabilir. Ayrıca, Fırat’ın suyu tamamen çekilerek, altında çok büyük altın ve petrol yataklarının çıkacağı da bildirilmiş olabilir. Ayrıca, toprak çökmeleri neticesinde böyle bir madenin de bulunması mümkündür. Fakat ne olursa olsun o bölgenin, İslâm âleminin bünyesinde, bir dinamit gibi, potansiyel bir tehlike olduğunun anlatılmasında şüphe yoktur. Bunlar bugün zuhur etmiş şeyler değil; ileride zuhur edecek hâdiselerdir.. ve o günleri gören insanlar, Allah Resûlü’ne bir kere daha bütün kalbleriyle “Sadakte – Doğru söyledin!” diyecek ve imanlarını yenileyeceklerdir.
4. İseviyetin Tasaffisi
İki Cihan Serveri, İseviyetin tasaffi ederek Muhammedî ruhla bütünleşeceğini söylemektedir. Evet, o gün, inkârın temsilcileri, inananları derdest ettikleri esnada, gök kuvvetini elinde tutanlar, Allah’ın yardımıyla Müslümanların mâkus tali’ini bir kere daha değiştirecek ve ilhadın burnu bir kere daha kırılacak.. cihanşümul bu boğuşmada her taraf cenazelerle dolacak ve yeryüzünü dolduran bu cenazeleri de kartallar taşıyacaktır.[6] Bu kartalların belli bir müesseseye işareti ne kadar mânidardır!
5. Tarımdaki Islahlar
Tarım sahasında ıslahat yapılacak. Yapılan bu ıslahat sayesinde yirmi kişinin ancak yiyebileceği narlar olacak, bir nar kabuğunun altında bir insan gölgelenebilecek.[7] Yine buğday taneleri de, o denli büyük olacak. Bunlar bizim şu anda görmediğimiz; fakat ileride muhakkak görülecek hususlardır. Bunlar görülecek ve: “Sen, Allah’ın Resûlü’sün!” denilerek Allah Resûlü’ne olan bağlılık yenilenecek ve kuvvet kazanacaktır. Çünkü asırlar O’nu doğrulamakta ve bütün dedikleri bir bir gün yüzüne çıkmaktadır.
Bizler meşîme’nden doğacak ferdâya hayranız. O öyle bir ferdâdır ki, ondan başka ışık yok..! O bir sönse, hayat artık ebedî leyl-i yeldâdır. Âkif, ruhun şâd olsun!
6. Günümüzdeki Dengesizlikler
Biz yine günümüze bakan işaretlere dönelim. Allah Resûlü buyuruyor: إِنَّ بَيْنَ يَدَيِ السَّاعَةِ تَسْلِيمَ الْخَاصَّةِ وَفُشُوَّ التِّجَارَةِ حَتَّى تُعِينَ الْمَرْأَةُ زَوْجَهَا عَلَى التِّجَارَةِ، وَقَطْعَ اْلأَرْحَامِ وَشَهَادَةَ الزُّورِ وَكِتْمَانَ شَهَادَةِ الْحَقِّ وَظُهُورَ الْقَلَمِ “Kıyamete yakın hususî selâmlaşma (yani selâm vermede şahıs belirleme) olur, ticaret revaç bulur. O kadar ki kadın kocasına ticarette yardımcı olur. Sıla-i rahim kesilir. Yalan yere şahitlik yapılırken hak yere şehadet ketmedilir. Kalem teşvik görür.”[8]
Bu hadis, hiçbir tevil ve tefsire tâbi tutulmadan günümüzü bütün çıplaklığı ile ele vermektedir.
Ticaret revaç bulur. Öyle revaç bulur ki, milyarlık, trilyonluk yatırımlar yapılır. Sadece reklâm için milyonlar, milyarlar harcanır. Ve çoğu kere kadın, ticarette reklâm aracı olarak kullanılır. Bazen de kadın doğrudan ticaretin içine girer ve çarşıda-pazarda, panayırda-fuarda, reklâmı kendilerinden reklâmcılar olarak dolaşır. Bu sözlerimizle sakın ticaretin aleyhinde bulunduğum zannedilmesin; ben sadece Efendimiz’in verdiği haberin doğruluğuna işaret etmek istiyorum.
Sıla-i rahim koparılacak. Anne-baba ve yakın akraba hakları ayaklar altına alınıp çiğnenecek. Ana-baba yaşlanıp işe yaramaz hâle gelince, yani tam şefkat ve ilgiye muhtaç oldukları bir devrede, huzur evlerine gönderilecek ve bu yaşlı insanlar evlerinde yitirdikleri huzuru, orada bulmaya çalışacak.. Cenâb-ı Hak kendinden sonra en büyük hakkı onlara vermesine rağmen O’nun bu emri dinlenmeyecek ve onlara karşı, en vahşi barbarlara rahmet okutacak en küstahça muameleler reva görülecek. (Anlatılanlar, günümüze uyuyor mu, uymuyor mu, bunu sizin idrakinize ve irfanınıza havale etmekle yetineceğim.)
Kalem teşvik görecek, matbaalar harıl harıl çalışacak; gazete, dergi ve kitaplar basacak. Kitap ve yayınevleri, durmadan kitap ve ansiklopedi neşredecekler, kütüphanelerin rafları binlerce çeşit kitapla dolup taşacak. Yazmak bir meslek hâline gelecek ve yazarlık revaç bulacak.
Yalan yere şehadet, ortalığı saracak ve doğru şahitliğe kimse yanaşmayacak. Cemiyet, âdeta bir yalan fabrikası hâline gelecek ve hayat büyük ölçüde yalan, hıyanet ve aldatma yörüngeli olacak…
Mesele o kadar açık ve seçik olarak ifade ediliyor ki, burada bazılarının aklına “Acaba bu sözler hakikaten Efendimiz’e ait midir?” diye bir tereddüt gelebilir.
Cevap gayet basittir: Bu sözler, en az on üç asır evvel tedvin edilmiş olan hadis kitaplarında mevcuttur. Eğer bu sözleri Allah Resûlü söylemediyse, ya kim söylemiştir? Kendisinden bu kadar asır sonra meydana gelecek hâdiseleri, gözle görürcesine kim ifade edebilir? Hem, eğer bu sözler Efendimiz’e ait değilse, bu sözlerin sahibinde de, en az Efendimiz kadar bir nurlu bakış olması gerekmez mi? Tarihte Allah Resûlü’ne denk bir ikinci insan var mıdır ki, bu sözler ona isnat edilsin. Hayır; gaybe ait bu ifadeler, Allah Resûlü’ne aittir. Rabbi, O’na öğretmiş, O da bize haber vermiştir. Evet, günümüzde zuhur eden bu hâdiseler, Allah Resûlü’nün, sözlerinde ne kadar doğru olduğunu apaçık göstermektedir.
7. İlmin Yaygınlaşması
Bir hadis-i kudsîde Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın bir buyruğunu şöyle intikal ettirir: أَبُثُّ الْعِلْمَ فِي آخِرِ الزَّمَانِ حَتَّى يَعْلَمَهُ الرَّجُلُ وَالْمَرْأَةُ وَالْعَبْدُ وَالْحُرُّ وَالصَّغِيرُ وَالْكَبِيرُ “Ahir zamanda ilmi öyle bir neşredeceğim ki, erkek de öğrenecek kadın da. Hür de öğrenecek, köle de. Küçük de öğrenecek büyük de.”[9]
Her seviyede açılan okullarda, her sınıf insan, ilmi öğrenecek ve âdeta bu mevzuda birbirleriyle yarışır hâle gelecekler. Günümüzde açılan bunca okul, kurulan bunca üniversite ve dünya çapında yaygınlaştırılan ilim ve iletişim araçlarının bu mevzuda seferber edilmesi gösteriyor ki; Allah Resûlü, Rabbinden rivayetle söylediği bu sözünde, ilim ve bilim çağına işaret buyurmakta ve bu mevzudaki gelişmeler de O’nu doğrulamaktadır. Sanki kurulan her ilim müessesesi hâl diliyle, Allah Resûlü’ne hitaben: “Sen, doğru sözlüsün!” demektedir. Zaten ilim asıl mecrasına döndürülebildiğinde, ilimler bunu bizzat söyleyecektir..!
8. Kur’ân’dan Kaçış
Ve yine Allah Resûlü günümüze tam uyan bir hadislerinde: لاَ تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُجْعَلَ كِتَابُ اللّٰهِ عَاراً وَيَكُونَ اْلإِسْلاَمُ غَرِيباً “Kur’ân bir utanma mevzuu ve İslâm da garip olmadıkça kıyamet kopmaz.” buyuruyorlar.[10]
Kâfir küfrünü açıkça ilan ederken, Müslüman Müslümanlığını sanki utanılacak bir şeymiş gibi utanarak, sıkılarak söyleyecektir. Onlar, kendi düşünce ve kendi neşriyatlarını otobüste, uçakta ve daha başka yerlerde açıkça reklâm etmelerine karşılık, Müslümanlar, Kur’ân’ını açıp okuyamayacaklar. Öyle bir psikolojik baskı altında kalacaklar ki, zâhiren bir yasak konulmasa da o baskı altında Kur’ân yanlısı olmayı ar edip saklayacaklar.
Şimdi bu gerçeği inkâr etmeye imkân var mı? Evet, günümüzde Müslümanın yaşadığı dramlardan birisi de bu değil mi? İslâm, her şeyiyle garip hâle gelmedi mi?
Acınacak durumumuzun tasvirini, daha fazla uzatmadan noktalayalım. Bütün bunları Allah Resûlü, hem de asırlarca evvel aynen olacağı şekliyle haber verdi.. ve verilen haberler de, mevsimi gelince, en küçük teferruatına kadar vuku bulup Allah Resûlü’nü tasdik etti. Bilmem, bütün bunlar, dönüp yeniden O Zât’a biat etmemize yetmiyor mu..?
9. Zaman Mefhumu
Başka bir hadislerinde de, kıyamet alâmeti olarak, Kur’ân’ın utanılacak bir mevzu hâline getirileceğini anlattığı yerde Allah Resûlü, hadisin devamında: “Zaman ve mesafelerde yaklaşma olmadıkça kıyamet kopmaz.” buyurmaktadır.[11]
Hadiste geçen “tekarub” kelimesi, iki şeyin birbirine yaklaşması, demektir. Bununla da Allah Resûlü, hem zamanın izafiliğine, hem de o devreye göre çok uzun zamanda yapılan şeylerin, daha kısa zamanda yapılabileceğine işarette bulunmuştur. Sanayi ve teknolojideki inkılâplarla, hemen her sahada korkunç sürat çağına girildiği artık çocukların bile bedîhî saydığı şeylerdendir. İşte, hadis-i şerifte buna işaret buyrulduğu gibi, bugünün –artık mesafeleri iyice kısaltan– süratli vasıtalarına da işaret edilmektedir. Ayrıca, astronomi ve astrofizikle meşgul olanların anlayabileceği bir meseleye de burada parmak basılmaktadır. Yeryüzü, zamanla elips şeklini almaktadır. Bu değişiklik, zaman üzerine de tesir edecek ve biz farkına varmadan, saatlerimizde, dünyanın durumunda değişikliğe tesirli olabilecektir!
Benim bu hadisten anladığım bir başka mânâ daha var, o da şudur: Zamanın itibarî bir vücudu vardır. Fakat nerede olursa olsun zaman yine zamandır. Meselâ, Boğa burcuna gidiniz ve oradan kırk milyon ışık hızı ötede, saniyede yüz elli bin kilometre hızla uzaklaşan bir nebülöza bakınız; çok farklı zamanlara şahit olacaksınız. Işık hızının yarısı süratinde uzaklaşan bir nebülözda da bu birim bir zaman ölçüsüdür; nispetler mahfuz, daha aşağıdaki seviyedekiler için de…
Evet, bir gün beşer güneş sisteminin dışına çıkma imkânı bulursa, herhâlde şu andaki zaman anlayışı orada tamamen alt üst olacaktır.
İşte sırlı ve sihirli iki kelime ile, ileride bizim zaman anlayışımızla ve çok daha başka zaman ölçülerinin hepsine birden Allah Resûlü “tekarub-u zaman” ifadesiyle işaret ediyor.
Şimdi soruyoruz: Acaba bu sözler, bir beşer sözü olabilir mi? Zaman ve mekân, kudret elinde evrilip çevrilen Zât’tan başka bu hakikatleri kim bilebilir? Rica ederim, bunlar, ümmî bir Zât’ın, ümmî bir devirde bilebileceği şeyler midir? Elbette hayır. Fakat O’na bütün bunları bildiren Allah’tır. O, sadece Cenâb-ı Hakk’ın kendine bildirdiklerini haber vermiştir.
Günler, aylar, yıllar ve asırlar geçiyor. İlim ve teknik, dev adımlarla ilerliyor, neticede varılan hedefte, Allah Resûlü’nün o meseleyle alâkalı asırlarca önce görüp bildirdiği hakikate ulaşıyor ve ilim adamı, bu mevzuda hayranlığını gizleyemiyor, bütün gönlünün coşkunluğuyla Allah Resûlü’nü tasdik edip: “Sen doğrunun ta kendisisin yâ Resûlallah!” diyor.
10. Faizin Yaygınlaşması
Bir gün, faiz sistemi alabildiğine yaygınlaşacak ve bizzat faiz yemeyene dahi onun tozu toprağı bulaşacaktır. İşte günümüzün en büyük illetlerinden biri olan ve her gün o korkunç buudlarıyla daha da yaygınlaşan bu maraza, Allah Resûlü şu hadisleriyle işaret buyurmaktadır: لَيَأْتِيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لاَ يَبْقَى مِنْهُمْ أَحَدٌ إِلاَّ آكِلُ الرِّبَا فَمَنْ لَمْ يَأْكُلْ أَصَابَهُ مِنْ غُبَارِهِ “İnsanlar üzerine öyle günler gelecek ki, faiz yemeyen hiç kimse kalmayacak. Yemeyene dahi tozu toprağı bulaşacak.”[12]
Hadiste iki hususa dikkat çekiliyor:
Birincisi: Devletin bütün parası, faiz çanağı içinde kaynadığından, bankalarla banka olmayan müesseseler müşterek hareket ettiğinden; insan ne kadar hassas davranırsa davransın, muhakkak hayatı kuşatan bu sârî illetten nasibini alacaktır. Yani onun üzerine de bir şeyler sıçrayacaktır. Ancak bu durumda insan, sadece niyetiyle kurtulabilecek ve niyeti onun sığınağı olacaktır.
İkincisi: Arapça’da toza toprağa bulanmanın ayrı bir mânâsı daha vardır. Bir kısım kimseler, faiz yiyecekler, yemeyenler de onun tozuna toprağına maruz kalacaklardır. Kapitalist zümre, faizle servetlerini nemalandırıp, inkişaf ettirirken, proletarya sınıfını da aynı seviyede sefilleştirecek ve bu iki sınıf arasındaki amansız bir mücadele, cemiyeti toza toprağa, yani kargaşaya boğacak ve bir gün herkesi rahatsız edecek seviyeye ulaşacaktır.
Zannediyorum bunların hepsi olmuştur ve olmaktadır. Günümüz insanı her iki yönüyle de hadisin işaret ettiği bu hususları bütün çirkinliğiyle müşâhede etmektedir. Ve yine günümüzde artık faize –dolaylı ve direkt– bulaşmayan bir ticarî kuruluş yok gibidir. Dünya çapında bütün ticaret, bu anlayışın çarkları arasında dönüp durmaktadır ve bütün dünyada faiz muamelesi tıpkı bir mal mübadelesi, bir para alışverişi gibi kabul edilmektedir.
İki Cihan Serveri, günümüz insanının maruz kaldığı faiz krizine çok önceden ümmetinin dikkatini çekmiş ve uyanık davranmalarını, faiz bataklığına düşmemelerini tenbih etmişti ama, gel gör ki, bugün bütün İslâm âlemi gırtlağına kadar faiz bataklığı içinde çırpınıp duruyor ve henüz bu çirkef içinden sıyrılıp çıkma mevzuunda da herhangi bir gayreti yok gibi… Hâlbuki İslâm, faize karşı harp ilan eden bir dindir.[13]
Keşke Müslümanlar, Kur’ân’ın bu mevzudaki tehditkâr ifadelerinin hiç olmazsa bir kısmını anlayabilselerdi, bugün birer faizzede olarak dünyanın en derbeder milletleri arasında bulunmayacaklardı!..
11. Mü’minin Gizleneceği Zaman
Yine günümüzü tablolaştıran bir başka hadis: يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يَسْتَخْفِي الْمُؤْمِنُ فِيهِمْ كَمَا يَسْتَخْفِي الْمُنَافِقُ فِيكُمُ الْيَوْمَ Yani: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o günün mü’mini, onların arasında gizlenecek, aynen bugün münafığın sizin içinizde gizlendiği gibi…”[14]
O devrede münafık nasıl davranıyordu? Kendisini hissettirmemek için hangi çarelere başvuruyordu; aynen mü’min de onun gibi davranmak, kendini gizlemek, ibadetlerini gizli gizli yapmak ve bu şekilde bulunduğu yeri korumaya çalışmak zorunda kalacaktır.. yoksa onu iflah etmeyeceklerdir. Bu şerr-i mütegallibe, inançlı ve iffetli mü’minleri bağrında barındırmak istemeyecektir. İş yerleri ve devlet kademelerinin bazı kesimleri, onlara tamamen kapalı tutulacak ve onlar cemiyet içinde hor ve hakir görülecektir.
Başka bir hadis de aynı hususu takviye eder mahiyettedir: “Fitneler olacak. O gün kişi namazından dolayı ayıplanacak. Aynen zina eden bir kadının bugün ayıplandığı gibi.”[15]
Tabiî ki hadiste zina eden kadının ayıplanmasına teşbih, o günün anlayışı baz alınarak yapılmıştır. Hâlbuki günümüzde, hususiyle de bazı yörelerde o bir meslek sayılmaktadır.
Evet, eğer belli bir dönemde gelip geçenler sayılmazsa, namazından dolayı insanların horlandığı, ayıp bir iş yapmış gibi suçlandığı ve şer güçlerin hâkimiyeti altında inim inim inlediği günler de gelecek ve mü’min, bu afeti de, gizlenmek suretiyle geçiştirecektir.
12. Tâlekan’da Petrol
Allah Resûlü buyuruyor:
وَيْحاً لِلطَّالَقَانِ! فَإِنَّ ِللّٰهِ فِيهِ كُنُوزاً لَيْسَتْ مِنْ ذَهَبٍ وَلاَ فِضَّةٍ
Arapça’da “Veyh” buruk bir tebessüme benzer müjdeler için kullanılır. Hz. Ammar’ın şehit edileceğini bildirdiği zaman da, Allah Resûlü aynı tabiri kullanmış ve وَيْحَكَ يَا عَمَّارُ demişti.[16]
“Tâlekan” ise, Kazvin’de petrol yatakları bol bir mıntıkanın adıdır. Hadiste, Efendimiz meal olarak: “Müjde Tâlekan’a! Orada Allah’ın gümüş ve altın cinsinden olmayan hazineleri var.” demişlerdir.[17]
İleride oralarda daha başka madenler de bulunabilir. Bulunan şey, uranyum veya elmas yatakları da olabilir. Ve bunlar neticeyi değiştirmez. Efendimiz, altın ve gümüş cinsinden olmayan bir hazineden bahsetmektedir.. ve günümüzde bunlar ortaya çıkmış durumdadır. Demek ki Tâlekan’da çıkan petrol dahi, Allah Resûlü’nü tasdik etmekte ve O’nun doğruluğunu haykırmakta…
13. Ehl-i Kitab’a İttiba
İslâm âlemi, kendinden evvelki ümmetleri, yani Hıristiyan ve Yahudileri, adım adım, karış karış takip ve taklit edecek; hatta onlardan biri başını bir keler deliğine soksa Müslümanlar da onları aynen takip edip başlarını oraya sokacaklar. Aleyhissâlatü Vesselâm Efendimiz bu hususu, şu veciz ifadeleriyle beyan buyurmaktadırlar:
لَتَتَّبِعُنَّ سُنَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ شِبْراً بِشِبْرٍ وَذِرَاعاً بِذِرَاعٍ حَتَّى لَوْ دَخَلُوا فِي جُحْرِ ضَبٍّ لَاتَّبَعْتُمُوهُمْ. قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللّٰهِ! آلْيَهُودَ وَالنَّصَارَى؟ قَالَ: فَمَنْ؟
“Sizden evvelkileri öyle takip ve taklit edeceksiniz ki, karış karış, kulaç kulaç onların ardından gideceksiniz. Hatta onlar başlarını bir keler deliğine soksalar, siz de aynı şeyi yapacaksınız.”
Sahabe “Sizden evvelkiler” cümlesinden kasdolunanın Hıristiyan ve Yahudiler mi olduğunu soruyor. Allah Resûlü: “Başka kim olabilir ki!?” mânâsına فَمَنْ buyuruyorlar.[18]
Bugün bizim ve bütün İslâm dünyasının durumu meydanda.. hemen hepimiz şahsiyetini kaybetmiş ve bir kimlik bunalımıyla inlemekteyiz. Hâlimiz, hadisin ifadesiyle, iki sürü arasında gelip giden şaşkın koyundan farksız. Bir zaman başka devletleri yıkan, bitiren ve tüketen bütün olumsuz şeyler, bugün ahtapot gibi dört bir yandan bizi sarmış durumda. Biz de taklit sersemliği ile bu ölüm ağını, yenilik ve medeniyetin turnikeleri sanıyoruz. Evet, dünyanın hiçbir devrinde, hiçbir millet, bizim Batıyı taklidimiz ölçüsünde, taklidi bir tutku hâline getirmemiştir. Bugün Batı dünyasında meydana gelen her yenilik, hiç parola sorulmadan bizde aynen kabul görüyor ve kabul ediş süratinde birçok Batılı ülkeyi bile geride bırakıyoruz. Hâlbuki Allah Resûlü, en küçük hususlarda ve teferruat gibi görünen meselelerde dahi onlara muhalefet ediyordu.
Ne var ki konu o olmadığı için o kapıyı açmak istemiyoruz.
Şimdi bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, bütün bu olacak hâdiseleri Allah Resûlü’nün hem de asırlarca önce haber vermesi ve mevsimi gelince de bunların zuhurudur. Evet, her hâdise, O’nun dilinde bir tebşir ve inzar şeklinde tecellî eder. Vakt-i merhûnu (belirlenmiş zaman) gelince de fasih bir lisan kesilir ve O’nun sıdkına şehadet eder.
[1] Ebû Dâvûd, melâhim 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/359; 5/278.
[2] Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, 6/52; 8/258.
[3] Buhârî, fiten 16; Müslim, fiten 45-50.
[4] Bu yorum, 1989 yılında yapılmıştır.
[5] Buhârî, fiten 24; Müslim, fiten 30-32.
[6] Müslim, fiten 110; Tirmizî, fiten 59.
[7] Müslim, fiten 110; Tirmizî, fiten 59.
[8] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/407-408, 419-420; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 360; Hâkim, el-Müstedrek, 4/98.
[9] Dârimî, mukaddime 27; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, 6/100.
[10] İbn Ebi’d-Dünya, el-Ukûbat, s. 216.
[11] Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, 7/324.
[12] Ebû Dâvûd, büyû 3; Nesâî, büyû 2; İbn Mâce, ticârât 58.
[13] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ * فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِهِ وَإِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ “Ey inananlar, Allah’tan korkun, eğer gerçek mü’minlerseniz faizden kalan mevcut alacaklarınızı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, o hâlde Allah ve Resûlü’nden bir harb (ilan edilmiş) bulunduğunu bilin. Tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız.” (Bakara sûresi, 2/278, 279).
[14] Taberânî, Müsnedü’ş-şâmiyyîn, 1/148.
[15] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 11/180. (Nuaym b. Hammâd ve Taberânî’den naklen)
[16] Buhârî, salât 63; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/5.
[17] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 14/591. (Ebû Ganm el-Kûfî’den naklen)
[18] Buhârî, enbiyâ 50; Müslim, ilim 6.
Kaynak: Sonsuz Nur / M.Fethullah Gülen