Tahrim suresi 8. Ayet-i Kerîme de Yüce Allah meâlen şöyle buyuruyor:
‘Ey iman edenler! Samimî bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi, günahlarınızı örter’
Bu âyet-i kerîme’de sadece günah işleyenlere değil ‘tüm îman eden mü’minlere’ ‘Nasûh’ yani samimi ve ihlâslı bir tevbe ile hepiniz her daim Allah’a dönüş yapın, Allah’a yönelin diye emredilmektedir. Bu ve benzeri ayetler gereğince, Efendimiz SAV ismet sıfatına sahip olarak günahlardan mâsum olduğu halde ‘Ben günde yetmiş veya yüz defa Rabbime tevbe istiğfar ederim’ buyurmaktadır. Müfessirler bu hadiste geçen Efendimiz SAV’in her gün tevbe istiğfar etmesini, ümmeti adına istiğfar etmesi veya Allah katında kendi makamı sürekli yükseldiği için bir önceki makamından dolayı istiğfar ettiği şeklinde îzah etmişlerdir. Nitekim İnşirâh suresinde ‘Verefa’na leke zikrak’ (Senin zikrini, nâmını, makamını sürekli yükseltiyoruz) buyurulmaktadır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri de 26. Söz’de ‘Tevbe istiğfar meyelân-ı şerri kırar, dua meyelân-ı hayrı artırır’ diyerek islam da asıl olanın insanın her daim tevbe ile Rabbine yönelerek günahlara hiç bulaşmadan koruyucu hekimlik gibi kendini manevi hastalıklardan muhafaza etmesi olduğunu ifade etmektedir.
Tevbe, îmana dair makamların ilki, Hak yolculuğunun (seyr-i süluk-u Rabbâni) ilk mertebesi, Mârifet-i İlâhî’ye ulaşma kapısının da ilk anahtarıdır. Lügatta dönmek, dönüş yapmak demek olan tevbe, dînî ıstılâhta ise günahlardan Allah yasakladığı için pişmanlık duyarak vazgeçmektir. Efendimiz SAV ‘Pişmanlık (Nedamet) Tevbedir’ buyurmaktadır. İnsanın vicdanında meydana gelen günahın çirkinliğinden dolayı değil de, bedenine, malına veya şerefine zarar vermesi gibi herhangi bir korku yahut ümit sebebiyle günahtan vazgeçmesi, tevbe degildir. Asıl tevbe, işlediği günahın herhangi bir menfaatini görse de esasen Allah yasakladığı için onun çirkinliğini idrak edip tiksinerek ve pişman olarak günahtan vazgeçmektir.
Tevbe, hakikat ehlince, duyguda, düşüncede, tasavvur ve davranışlarda Allah’a karşı içine düşülen muhalefetten kurtulup, O’nun emirleri ve yasakları zaviyesinden, yeniden O’nunla muvafakat ve mutabakata ulaşma ve O’na yönelme gayretidir. (Kalbin Zümrüt Tepeleri, c. 1, “Tevbe, inabe, evbe”)
Ayette geçen tevbenin sıfatı olan “nasûh” ise, nush (nasihat) manasındadır. Nasûh, lügatlarda esasen iki anlama gelir. Birincisi hâlislik ve saflık manasıdır. Bu mânada nasûh çok hâlis ve temiz demektir. Diğeri de söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarıp düzeltmek anlamındadır. Bu manaya göre de nasuh, çok ıslah edici olarak, hiç bir gedik bırakmayacak şekilde eksiklikleri düzeltip iyice onarmak demektir. Her iki mânâ da dikkate alındığı zaman nush, iyi niyet ve temiz kalb ile eksiklikleri düzeltip ıslah etmek, vaaz ve nasihat etmek manasına gelir. Bu anlamda nasuh, çok iyi nasihat edici demektir. Ayrıca nasuh, tevbenin doğrudan doğruya sıfatı olarak halis, ciddî, temiz bir tevbe veya insanın dînini ve ahlakını çok iyi ıslah edecek te’sirli bir tevbe anlamındadır. Diğer manada ise nasûh, tevbe eden kimsenin vasfı olup, onunla tevbe eden kimse önce kendi nefsine, sonra da başkalarına nasihat edip düzeltmiş olacağından, “çok iyi nasihatçının tevbesi” anlamındadır.
Böyle bir tevbe, günahlardan başka bir sebeple değil, sırf çirkinlikleri yani Allah’ın rızasına ters düşen bir kabahat oldukları için vicdanında pişmanlık duyup şiddetli üzüntü hissederek ve bir daha yapmamaya azmederek vazgeçmek, nefsini buna alıştırıp hiç bir sebep ve engel karşısında tevbesinden dönmemeye karar vermekle yapılabilir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Muaz b. Cebel (r.a) Hz. Peygamber (s.a.v)’e: “Ey Allah’ın Resulu! Nasûh tevbe nedir?” Diye sordu. Hz. Peygamber de buyurdu ki: “Kulun yapmış oldugu günaha pişmanlık duyması ve Allah’a özrünü arz edip sonra da sütün memeye geri dönmediği gibi o (günaha) bir daha dönmemesidir. “
Hz. Ali (R.a.), bir tevbenin bu ayette geçen tevbe-i nasûh olabilmesi için şu şartlan zikreder:
- İşlenen günahtan dolayı çok ciddi pişmanlık duymak;
- Önceden yerine getirilmemiş olan farz ibadetleri kaza etmek;
- Üzerimizde kul hakkı varsa sahibine vermek ve helâlleşmek;
- Tevbe edilen günahı bir daha işlememek için kesin kararlı olmak;
- Nefse nasıl günahın lezzeti tattırılmışsa, aynı şekilde Allah’a itaatin güzelliğini ve lezzetini de tattırmak. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Tahrim suresi tefsirinden)
Nasr Suresi’nde Allah’u Teâlâ kendisini ‘Tevvâb’ ismi ile şöyle tanıtmaktadır. ‘inneHu kâne Tevvâba’ (O Allah Tevbeleri çok kabul edicidir) Yüce Allah bu ayet-i kerîme de pişman olan ve tevbe ile kendisine dönüp yönelenlerin tevbelerini kabul edeceğini ve ayrıca tevbelerinden dolayı ibadet sevabı ile mükafatlandıracağını beyan etmektedir.
Tevbe-istiğfar konusunda en önemli hususlardan biri de insanın işlediği hata ve günahların farkında olması, Allah’ın yasakladığı günahları günah olarak, batılı da batıl olarak kabul etmesi ve hata ile günah işlemiş veya batıl bir düşünce veya fiile bulaşmışsa, günahına herhangi bir mazeret üretmeden ciddi bir pişmanlık ve tevbe ile Tevvab Rabbine yönelmesidir. Allah’ın Kur’ânda yasakladığı günahları işleyip sonra da bu günaha ‘günahlar çok yaygın, herkes yapıyor veya bu zamanda böyle bir şey niye günah’ gibi herhangi bir mazeret üretmek o günahı işlemekten daha büyük bir günah ve itikâdi bir problemdir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri İkinci Lem’â da ‘Her günahta küfre giden bir yol var, her günah kalpte siyah bir leke bırakır eğer tevbe istiğfar ile temizlenmezse manevi bir yılan gibi kalbi ısırır ve insanı Allah’ı zikirden nefretkârâne uzaklaştırır’ buyurmaktadır. Bu nedenle insan hatâen bir günaha düşerse hiç bir mazeret ileri sürmeksizin ciddi bir nedâmet ile Gafur ve Tevvâb Rabbine tevbe ile yönelmeli afv ve mağfiret dilemelidir.
Tevbe-i Nasuh ile zellesine tevbe eden Adem AS’a peygamberlik yolu açılmış ve kıyamete kadar gelecek tüm insanlara en güzel bir örnek ve nasihatçı olmuş iken, Allah’ın secde emrine isyan edip sonra da günahına mazeret uydurarak ‘Ben O’ndan hayırlıyım, beni ateşten, Adem’i topraktan yarattın’ diye Allah’a küstahça saygısızlık eden iblis’e de kıyamete kadar şeytanlık yolu açılmıştır.
Samimi bir tevbe ile kulun hatalarına, günahlarına pişman olup Rabbine yönelmesi Allah katında çok kıymetlidir. Ebu Hureyre RA’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerif’de Efendimiz SAV şöyle buyuruyor:
‘Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, kulunun tevbe etmesinden dolayı duyduğu mukaddes memnuniyet, herhangi birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha büyüktür.” (Nitekim Allah şöyle buyurmuştur): “Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım, bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim.” (Buhârî, Tevhîd; Müslim, Tevbe)