Tarihin Kırılma Noktaları: Yalçınkaya ve Dreyfus Davaları

Yazar İsmet Macit

18 Ocak tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde tarihi bir duruşma vardı. Öğretmen iken işinden edilen Yüksel Yalçınkaya, AİHM’e ByLock kullandığı suçlaması, Banka Asya’da hesabı olduğu ve hükümet tarafından terör örgütü ilan edilen Cemaat ile bağlantılı ilan edilen sendika ve kuruluşlara üye olmasının gerekçe gösterilerek mahkum olmasının insan hakları ihlali teşkil ettiğini iddia ederek dava açmıştı.

Davacı Yalçınkaya; kimliği açıklanmayan bir tanığın suçlamalarının mahkumiyette etkili olduğunu, isnat edilen suçlarla ilgili hiçbir delile ulaşılamadığını, mahkûmiyet kararı veren mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmadığını iddia ederek, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkıyla ilgili 6. maddesini ihlal ettiği şikayetinde bulunmuştu.

Yalçınkaya davası, AİHM’de 17 yargıçlı Büyük Daire tarafından görüldü. Davayla ilgili kararın bu yılın ikinci yarısından önce açıklanması beklenmiyor. Dava, AİHM gündemindeki diğer Cemaat davası başvuruları için emsal teşkil edecek olması bakımından önem taşıyor. AİHM gündeminde şu an Cemaat davaları ile ilgili işlem görmeyi bekleyen yaklaşık on bin başvuru bulunuyor. Bu emsal dava ise hâlihazırda AİHM gündeminde karara bağlanmayı bekleyen Türkiye davalarının yaklaşık yüzde 50’sini oluşturuyor.

AİHM’de görülen bu dava Türkiye’de terör iftirasına maruz kalmış ve devlet zulmünü görmüş on binlerce mağdur için çok şey ifade ediyor. Zira ilk defa uluslararası bir mahkemede emsal teşkil edecek bir davada mağdur yakınları seslerini tüm dünyaya avukatları vasıtasıyla duyurmuş oldular. Bu yönüyle dava, hukuk tarihinde Dreyfus davasına benzetilebilir.

Fransa mahkemelerinde Dreyfus’un yargılanma süreci, sadece Fransa’da değil bütün dünyada yankı bulmuş, özellikle Fransa’da hukukî, içtimaî, askerî ve idarî tesirleri olmuştur.

1894 yılının Eylül ayının başlarında, Albay Jean Sandherr’in görev yaptığı Fransız askerî karşı istihbarat teşkilatı, Paris’teki Alman Askerî Ataşesi Max von Schwartzkoppen’in kâğıt sepetinde, gizli belgelerin gönderildiğini bildiren ve içinde hesap dökümü bulunan bir mektup bulur. Mektup 120’lik topların hidrolik freni ve sahra toplarının bir manivelasıyla ilgilidir. Mektuptaki yazı, orduda yüzbaşı olarak görev yapan, Yahudi asıllı Alfred Dreyfus’un el yazısına benzetilir. Dreyfus, Fransa’nın askerî sırlarını Almanya’ya satmakla suçlanır ve 15 Ekim 1894 tarihinde vatana ihanetten tutuklanır.

Savcı iddianameyi bazı varsayımlara dayandırır: “Dikkat çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması”, “fazla kültürlü olması”, “çok iyi Almanca bilmesi” gibi vasıfları sebebiyle Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişi olarak tasvir edilir.

Kapalı oturumlarla sürdürülen hızlı bir yargılama sonunda, Dreyfus vatana ihanet suçundan mahkûm olur. Ömür boyu hapis cezasını çekmek üzere Şeytan Adası’na yollanır. Ancak daha önce bir muhafız, halkın önünde, hainin üniformasındaki apoletleri ve düğmeleri söker; kılıcını kırar. Halk bu aşağılama törenini “Yahudilere ölüm”, “haine ölüm”, “kahrolsun Yuda” sloganları atarak izler. Dreyfus, Şubat 1898’de, Şeytan Adası’na gönderilmek üzere gemiye binerken de taşkınlıklar sürer.

Dreyfus suçsuz olduğunu ileri sürse de kimseyi buna inandıramaz. Yargı alabildiğine siyasallaşmış ve muktedirlerin elinde bir sopaya dönüşmüştür. O günün Fransız idarecilerinin; toplumu, dış düşman (başta Almanya) ve onların Fransa’daki işbirlikçileri propagandası ile manipüle etmesi, yargı sistemini felç etmiş ve idarecilerin zulüm aracına dönüştürmüştür.

Dreyfus Davası, Fransa devlet tarihi açısından önemli bir zaman diliminde görülmüştür. 1888’de çıkan savaşta, Fransa; Almanya’ya karşı ciddi kayıplar vermiştir. O gün devleti idare edenler, bu yenilgiden kendilerinin değil casusların sorumlu olduğu propagandasına başlamış ve Yüzbaşı Dreyfus’a “vatana ihanet” iftirası atıp casuslukla itham ederek işin içinden sıyrılmaya çalışmışlardır.

Tam bu noktada Émile Zola devreye girer. Senato başkanı, 14 Temmuz’daki konuşmasından sonra Émile Zola ile buluşur. Zola, başkanın elindeki çok gizli belgeleri inceler. Dreyfus gerçekten suçsuzdur. Bir entelektüel olarak kararını verir; ne olursa olsun susmayacaktır. Siyasallaşan yargıya, orduyu ve medyayı arkasına alıp aşırı milliyetçi söylemlerle halkı uyutan idarecilere ve ırkçılara karşı bir mücadeleye girişecektir.

Eşine yazdığı mektup, tarihin sayfalarına entelektüel cesaretin örneği olarak geçecektir: “Bu problem çoktandır beynimi, yüreğimi kurcalayıp duruyordu. Uyuyamıyordum. Bana ne deyip susmayı alçaklık buluyordum. Bundan böyle başıma gelebilecek şeyler hiç umurumda değil. Yeterince güçlüyüm ve bu haksızlığa meydan okuyorum.

Dediği gibi de yapacaktır Émile Zola. 13 Ocak 1898’de L’Aurore (Şafak) gazetesinde, Fransız Cumhurbaşkanı Félix Faure’ye hitaben, “Suçluyorum” başlıklı bir açık mektup yazar. Bu mektuptan sonra Dreyfus Davası ülke sınırlarını aşar ve uluslararası bir şöhrete kavuşur.

Dreyfus bir kez daha yargılanır ve beraat eder (1906). Binbaşı rütbesiyle orduya geri döner. Çektiği çilelere karşılık kendisine Şeref Nişanı verilir. I. Dünya Savaşı’na katılır ve 1935’te ölür.

Mahkemeler Dreyfus’u suçsuz bulmuştur, ama Fransız askeriyesinin Dreyfus’u suçsuz ilan etmesi 1995 yılında, özür dilemesi ise 1997 yılında gerçekleşir. Aradan neredeyse 100 yıl geçtikten sonra, Fransa gibi bir Avrupa ülkesi bu utancı üzerinden atar.

Fransa, tarihindeki bu utanç tablosu ile yüzleşip hatasını kabul etmişse bunu adaleti esas tutan Yarbay Georges Picquart’a ve tarihte eşine az rastlanan bir entelektüel duruş sergileyen Émile Zola’ya borçludur.

Evet 18 Ocak 2023 tarihinde AİHM’de görülen bu dava Dreyfus davaları gibi mazlumların seslerini dünyaya duyurdukları ve haklarını hukuk içinde aradıkları bir platform olmuştur. Avrupa’daki birçok hukukçu, yazar ve gazeteci de davayı izlemiş ve Türk hükümetinin yaptığı savunmanın ne kadar çürük temellere dayandığını görmüşlerdir.

Siyasetin zulüm aracına dönen yargının ayaklarına dolanan prangalardan bir an önce kurtulması uluslararası arenada oluşturulacak kamuoyu sayesinde olacaktır. Bu açıdan AİHM görülen bu dava tarihi bir kırılma ve kavşak noktasıdır. Umarız hukuka uygun bir karar çıkar ve bekleyen diğer davalara emsal teşkil eder ve mazlumlar yitirilmiş haklarına bir an evvel kavuşurlar.

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy