Sperm bankaları | Sorular ve Cevaplar

Yazar Hizmetten

SORU: Sperm bankalarından bahsediliyor; ne dersiniz?

CEVAP: Bu bankalar “suni ilkahı” (aşılamayı) insanlara getirme maksadıyla kurulduğu için, üzerinde durulmağa değer. Hayvanları, bu usulle aşılama, epey zamandan beri bilinen bir husustu. Ancak, bu sperm bankaları vasıtasıyla, ayni usulün insanları da içine alacak şekilde, çok geniş bir sahada tatbiki fikri oldukça yenidir.

Hayvanlar için, bir (ıslah etme) ve (soylulaştırma) hareketi olarak üzerinde durulması bahis mevzuu olsa bile, aynı şeyi insanlar için düşünmek, insanlık manasına karşı bir saygısızlık olur.

Sperm, eskilerin “hüveyne” (küçük canlı) dedikleri, nebatat âlemine nisbeten tohum, dane mesabesinde, canlının fihristi, program sandukçası ve ilk habbesidir.

Tohum, toprağın bağrında döllenip gelişir. Hüveyne, anne karnında, dölyatağında.. Her ikisi de kendi âlemlerine ait ilk nüve ve ilk hücre olup, omuzlarında yükseltecekleri varlığın geleceğine dair mana ve hususiyetler taşırlar.

Bu itibarla, nebatat âleminde tohum, canlılarda sperm1abit bu kısımda mütalaa edilenler için – nevin (tür) ve neslin devamını tekeffül eden çok mühim unsurlardır. Soy-ağacı, buna dayanarak gelişir. Evsaf ve karakterler bununla geleceğe intikal eder.

Hayvanat âleminde, sırf cinsin muhafaza veya mükemmelleştirilmesi açısından ehemmiyet arz eden bu hususi, insanlar için ayni zamanda hukuki bir kısım prensiplerede medar olmaktadır.

Bundan başka, “şeriat-ı fıtriye” (kâinatta cari kanunlar) itibariyle de üzerinde durulması gerekli bir mevzuu olduğu kanaatindeyiz. Sperm bankalarının iç yüzü ve hedefi, tıpkı ağaçlarda ve yakın tarihinde, hayvanlarda tatbik edilegeldiği gibi, insanlara da “suni ilkah”ın yapılması teklifinden başka birşey değildir.

Böyle bir muâlece’nin, ilk iki türü için, münakaşa edilmezliğini kabul etsek bile, miras, izdivaç, mahremiyet gibi mevzulardan ötürü, insan için hassasiyet arzeden bir husustur. Ve onun içindir ki, döllenme ve tenasül keyfiyetlerinin kayd altına alınması ilk insanla beraber var olmuş ve su-i istimal edildiği devirlerin dışında da insanla beraber devam edegelmiştir.

Böyle bir kayd altına alma, ister insanoğlunun tahdid edilmemiş hayvani hislerinden, isterse beşeri garîzelerinden ötürü olsun, ictimai-tarih ve dini kitaplar bunun böyle olmasında ittifak halindedirler.

Bu itibarladır ki, bizler, ilk kadın ve ilk erkeğin bir araya gelişini, bu bağlayıcı ilahi prensiplerle kayd altına alınmış olarak görüyoruz. Hukukun tekevvün ettiği devirden buyana ise, beş temel esasdan (usul-ü hamse) biri olan (neslin korunması) aslıyla sağlamlık ve hukukilik kazanmış oluyor.

Bu esas bize şunu anlatıyor: İnsan için, tohumun ve tohum atılacak yerin (dölyatağı) ilk bir kayd ve şartla birbirine bağlanması şarttır. Başka bir ifade ile, tohumla tohum atılan yerin, daha önceden bir vâhid haline gelmesi ve ayrı ayrı görünen erkek ve dişi hakikatinin itibari olarak bütünleşmesi demektir ki, aile vâhidinin üçüncü-yüzü olan evlat bu sayede bütünle nisbet temin edebilsin. Din, bu vahdeti nikâha bağlamış ve onu aile üçlüsünün en sağlam esası saymıştır.

Nikahsız bir araya gelmeler ise, din nazarında sifah (zina), ahlaki şüyûilik ve ( aile üçlüsünü) bozarak nisbetsizlik hasıl etmedir. Bir nisbetsizlikde, babaya zani anneyede zaniye çocuğa da nesebsiz denir.

Bu itibarladır ki, bütünüyle semavi dinler, nikâh üzerinde hassasiyetle durmuş ve onu insanlığın lazımı saymışlardır. Buna mukabil, zina ve sifah ise, azgınlaşmış beşer ruhunun, tecavüzleri ve hezeyanları içinde mütalâa edilmiştir.

Şimdi, geriye dönelim. Tohum’un ve dölyatağının birbirine bağlı olması esasına göre ele alınan meşru döllenme, sperm bankasından alınan ve kime ait olduğu bilinmeyen bir “hüveyne” ile yapıldığında, meşruiyet kalır mı?

Aslında böyle bir döllenme ile, gayri meşru bir yoldan edinilen evlat arasında hiçbir fark yoktur. Her iki şekilde de, tohumla tohumlanan yer arasında hiçbir (ilk kayd) bahis mevzuu olmadığı için, nisbet kesilmekte ve nesep ağacı baltalanmaktadır.

Böyle bir durumda ise, miras gibi, izdivaç gibi, mahremiyet gibi, belki imkansız bir kısım hukuki meseleler karşımıza çıkıyor ki, telkih mevzuunun, öyle pek de savsaklanacak bir husus olmadığı anlaşılıyor.

Bundan başka, psiko-sosyolojik açıdan aile psikolojisi açısından da, pek rizikolu bir mesele olduğunu görüyoruz. Kendi tohumuyla meydana gelmediğini bilen bir baba, bağrında büyüttüğü o günahsız yavruya karşı, içindeki yabancılığı silemeyecek ve daima kekrek bir hisle onu karşılayacaktır. Böyle bir pozisyonda annenin nasıl bir bakışa sahip olacağı da oldukça düşündürücüdür.

Soy-ağaçlarının devamını, kendisine tevdi edecekleri yavru, babanın emanet babalığını ve kendi sırtında taşıdığı âriye evlatlık gömleğini her hissedişte iki büklüm olacak ve yerin dibine batacaktır. Hissedişinde diyorum; zira, böyle bir mesele daima duyulma ihtimalini taşıdığı gibi, belli pozisyonlarda, babanın bakış ve tavırlarından da anlaşılabilir bir husustur.

Burada şöyle bir itiraz varid olabilir:

Bizim maksadımız, bir kadına, kendi nikâhlısı olan erkekten alınan spermin telkihine dairdir. Acaba, bu da caiz değil midir?

Bu şekilde tavzih edilmiş bir soruya da, hemen bir çırpıda ‘evet” demeyi, aceleden verilmiş bir fetva sayacağız. Zira sual her ne kadar vüzuhundan öte ‘evet” dedirtecek mahiyette ise de, altındaki su-i niyet ve demogoji bizi daha ihtiyatlı olmağa sevketmektedir.

Neden acaba, tabii ve fıtri yol varken, böyle gayr-i tabii bir yol intihab ediliyor. Bütün eşyada cari ahkama tevfik-i hareket ederek, ilahi hikmete ram olmak daha uygun olmaz mı? İnsan için fıtratın kanunlarına uymak bir esas olduğuna göre, suni ilkah gayr-i fıtri bir yol ve buna hizmet eden müesseseler de (zımmi zina) müesseseleri sayılmaz mı?

Bundan başka şöyle bir itiraz da varid olabilir: Sizin bu dediğiniz, baba telkihe, anne de telekkuha (aşılanma) muktedir oldukları zaman doğrudur. Ve böyle bir durumda, tabii ve fıtri yolun tercih edilmesi esastır. Ne var ki her zaman baba telkihe kabil olamayabilir. O zaman böyle bir aşılama neden tecviz edilmesin?

Baba erkeklik yönüyle zaif ve yetersizse, ondan ayrılan spermler, kendilerinden beklenen fonksiyonu eda edemiyorlarsa, böyle bir babadan alınan hüveynenin ilkah edilmeyeceği muhakkakdır.. O zaman yine yabancı “mai” ve zımni sifah..

Şayet, böyle “suni ilkah”a sevkeden rahim yolları, rahim yetersizliği ve rahim arızaları ise, o takdirde de hekim müdahalesine ihtiyaç vardır. Meşru dairedeki böyle bir müdahale, dölyatağı ve yollarına “karar-ı mekin” (1) hüviyetini kazandırırsa, yine en tabii ve fıtri yolla erkeğin mualecesi esastır. Ve, şayet rahim kendinden beklenileni eda edemeyecekse, ilkahın da hiçbir manası olmayacaktır.

Öyle ise, meseleyi basite irca edip “tohum kocasından ise caizdir; yoksa değildir: şeklinde fetva, doğru ise de eksik ve su-i istimal edilmeye müsaittir.

Öyle zannediyorum ki, bu meseleyi ilk planda ileri sürenler de, böyle bir su-i istimal kapısını açmağa vesile ittihaz edecekleri, bir fetva koparma maksadına matuf bu istifhamı i’mal ediyorlar. Yoksa o bankalar var ve meşruiyeti, itibari sayanlar için de, kapıları sonuna kadar açıktır.

Bundan başka “şeriat’ı fıtriye” zaviyesinden de mesele tenkit edilebilir. Ancak çok su götürür böyle bir hususu, derinlemesine temas etmede ne faide var, ne de benim sahamdır. Onu, ilerdeki mütehassıs hekimlere ve hayvanata ait yönüyle de veterinerlere ve zoologlara havale etmek en eslem yoldur. Şu kadar var ki, böyle bir usul, kat’iyyen eşyanın tabiatına zıttır. Çünkü her canlı,.kendi cins ve nevini devam ettirmek için tenasüle zorlanmaktadır. Gördürülen bu esrarlı hizmette de, kendilerine, (avans) mahiyetinde cüzi bir ücret, geçici bir lezzet verilmektedir. Bunu varlığın sinesine derceden Eşyanın Sahibi, değiştirilmesini de istememektedir.

Binaenaleyh, hiç kimsenin, fıtrata ait bu kanunu değiştirmeye ve kaldırmağa hakkı yoktur. Böyle bir teşebbüs, hilkat ve fıtratı değiştirmeğe teşebbüstür.

Bu ise temelden merdut ve şeytani bir yoldur. Ve hele insanı sair canlılar içinde mütalaa etme gibi, insanlık manasına karşı küçük düşürücü bir yanı vardır ki, insan olan herkes, böyle bir teşebbüsü protesto etmelidir.

Ne var ki, günümüzün insanı, henüz tabii ilimlerin (elif-be) sinde emeklediği için, onu eşya ve hadiseler hakkındaki hezeyanlarından kurtarmak çok da kolay olmayacaktır.

Galile’nin rasat ve tespitleri ile, insanın “ahsen-i takvimden” (2) koparıldığını; Darwin, bilhassa zooloji sahasındaki tertip ve tensikleriyle, insanı hayvanlardan bir hayvan sayması bakışı, zavallı “entelijansiya”mızın hastalığı haline gelmiştir.

Tıkanmaların açılacağı gelecekte gezer uyuyanlarımızın gerçeği görmeleri dileğiyle..

____________________

(1) karar-mekin: Çok muhkem yer, ana rahmi
(2) ahsen-i takvim: İnsanın en güzel kıvamda, en mükemmel sıfat ve en yüksek kabiliyetlerde yaratılması.

M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy