Peygamberimizin (S.A.V) evlilikleri | Sorular ve Cevaplar

Yazar Hizmetten

SORU: Peygamberimizin (S.A.V) çok kadınla evlenmesini kınıyorlar, ne dersiniz?

CEVAP: Hemen arz edeyim ki, bu hususta ileri-geri söz söyleyenler, hiçbir şey okumamış ve düşünmemiş kimselerdir. Eğer, (Megazi) ve (Siyer)i azıcık bakma zahmetine katlansalardı, kendilerini küçük düşürecek böyle bir soruyu sormayacaklardı.

Bu soruyu şimdiye kadar, beş altı yerde bendenizden sordular; ben de her defasında belli hususları eksik-tamam anlatmağa çalıştım. Bu defa da onlardan hatırda olanları tekrar edeceğim.

Bu meselenin değişik yönleri vardır. Zat-ı Ahmediyeye (AS) taalluk eden yönü; umumi olarak izdivaçlarında gözetilmiş olabilecek hedef ve maksatlar; hatta zaruretler yönü ve nihayet zevcâtın hususi durumlarının gereğini yerine getirme yönü… Şimdi sırasıyla bu hususları teker teker tahlil edelim.

Mevzuu evvela, O pak şahsiyete bakan yönüyle ele alalım. Her şeyden evvel bilinmelidir ki, O mübeccel zat, yirmi beş yaşına kadar hiç evlenmedi. O sıcak memleketin hususi durumu da nazar-ı itibara alınacak olursa, bu kadar zaman iffetiyle yaşaması ve bunun da dün ve bugün kabul ve teslim edilmesi, onda iffetin esas olduğunu ve müthiş bir irade ve nefse hâkimiyet bulunduğunu gösterir. Eğer bu hususta, küçük bir açık ve inhiraf bulunsaydı, dünkü ve bugünkü düşmanları bunu her an, cihana ilan etmeden geri kalmayacaklardı Halbuki eski ve yeni bütün hasımları, ona hiç olmayacak şeyleri isnat ettikleri halde, bu istikamette birşey söyleme cüretini gösterememişlerdir.

Peygamberimiz (S.A.V) ilk izdivaçlarını yirmi beş yaşında iken, yaptılar. Bu izdivaç Allah ve Resulü katında, çok yüce ve müstesna; fakat başından iki evlenme geçmiş ve kırk yaşında bir kadınla olmuştu. Bu mutlu yuva yirmi üç sene devam etmiş ve peygamberliğin sekizinci senesi, kapanan bir perde gibi kapanmıştı. Bu defa Efendimiz, yirmi beş yaşına kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Evet, aile, çoluk-çocuk her şeyiyle yirmi üç senelik bu mesut hayattan sonra, yeniden dört-beş sene bekâr olarak yaşamışlardı ki, yaşları da elli üçe varmış oluyordu. İşte bütün izdivaçları da bu elli dört ve elli beş yaşlarından sonra başlar ve devam eder ki; sıcak bir memlekette elli beş yaşından sonra yapılan izdivaçta, beşerilik ve şehevilik görme, insafla, izanla telif edilemez.

Burada bir husus kaldı ki, o da, çok izdivaçla peygamberlik müessesesinin telif edilememesi hususudur. Bu da, vahi ve mesnetsizdir. Evvela bilinmelidir ki, bunu serişte edenler, ya hiçbir din ve prensip kabul etmeyenlerdir ki, onların böyle bir şeyi kınamaya asla ve kata hakları yoktur; zira onlar, bütün prensiplere karşı rafızidirler. Hiçbir kanun ve kayda tabi olmaksızın, pek çoklarıyla münasebet kurar; hatta mahremleriyle dahi nikâhı tecviz ederler. Yahut bu hususu tan edenler Hıristiyan ve yahudi gibi ehli kitap olanlardır. Onların hücumu dahi, insafsızca, garazlı ve teemmül edilmeden yapılmış, kendi namlarına üzülecek bir keyfiyettir. Çünkü İncil ve İncil ehlinin kabul ve teslim ettiği; Tevrat ve Tevrat ehlinin, kendi peygamberleri bilip uydukları, nice Enbiya-ı izam vardır ki; bunlar daha çok kadınla evlenmiş ve başlarından daha çok nikâh geçmiştir. Bir Süleyman ve Davut (Aleyhisselam) düşününce, her iki cemaatin de nasıl haksız bir tecavüz içinde bulundukları açıkça ortaya çıkar. Binaenaleyh çok kadınla izdivacı, Peygamberimiz (S.A.V) başlatmadığı gibi; çok izdivaç, aynı zamanda nübüvvetin ruhuna da zıt değildir. Kaldı ki; daha sonra anlatmağa çalışacağım hususlarda görüleceği gibi (teaddüd-ü izdivaç) ın, peygamberlik vazifesi nokta-i nazarından, tasavvurun fevkinde faideleri vardır…

Evet, çok kadınla izdivaç, bilhassa ahkâmla gelen Enbiya için bir bakıma zaruridir. Zira dinin aile mahremiyeti için cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, ona ancak bir insanın nikâhlısı muttali olabilir. Binaenaleyh, dinin bu yönlerini anlatmak için her hangi bir istiare ve kinayeye başvurmadan-ki çok defa bu türlü anlatma tarzı anlamayı bulandırır ve istinbatı zorlaştırır- herşeyi alabildiğine vuzuh içinde anlatacak mürşitlere ihtiyaç vardır.

İşte her şeyden evvel, nübüvvet hanesinde olan bu temiz ve pakize zevcat, kadınlık âlemine karşı irşat ve tebliğ vazifesinin taşıyıcıları ve nakilcileri bulunmaları itibariyle, peygamber için de, peygamberlik için de: kadınlık âlemi için de gerekli hatta elzem olur.

Diğer bir husus da, umum manada Efendimiz’in zevceleriyle alakalı oluyor ki, o da:

1. Zevceler arasında, yaşlı, orta yaşlı ve gençler bulunması itibariyle, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli ahkâm vaaz ediliyor ve bizzat hane-i nübüvvet içinde bunlar tatbik görüyordu.

2. Zevcelerin her birerleri, çeşitli oymaklardan olması sebebiyle, evvela o kabileler arasında, sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler için de, köklü bir sevgi ve alakaya yol açılıyordu. Her kabile ve oymak onu kendinden biliyor, din hissinin yanında, cibilli bir tutumlulukla ona karşı derin bir bağlılık hissediyordu.

3. Her kabileden aldığı kadın, Onun hayatında ve irtihalinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddi dini hizmete vesile olabiliyor, uzak yakın bütün akrabalarına, zahir ve batın-ı Ahmediye (S.A.V) hususunda tercümanlık yapıyordu

Onun kabilesi, kadın ve erkeğiyle, Kuranı ondan öğreniyor, tefsiri ondan öğreniyor, hadisi ondan öğreniyordu.

4. Bu izdivaçlar vasıtasıyla, Nebiyy-i Ekmel, adeta bütün Ceziret-ül-Arabla yakınlık tesis etmiş gibi, her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes bu karabet vasıtasıyla o mehabet übidesine yaklaşabiliyor ve din umuru öğrenme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, bir çeşit, kendini ona yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu. Mahzum Oğulları Ummü Seleme (r.) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü-Habibe (r.) vasıtasıyla, Haşimiler, Zeynep bnt. Cahş (r.) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı.

Buraya kadar olanlar umumi manada ve bazı yönleriyle de, diğer peygamberlere şamil olacak şekilde idi. Şimdi bir de hususi manada ve teker teker her zevcenin serencamesi içinde, meseleyi ele alalım. Evet, burada dahi göreceğiz ki; mantık, vahiy ile müeyyed Zatın hayat-ı seniyyesi karşısında toprak kadar aşağı kalıyor veya mantık, fetanet-i azam önünde rükûa varıyor.

1. İlk zevceleri -seyyidetina- Hz. Hatice’dir.(r.) Kendinden on beş yaş daha büyük olan bu nadide kadınla izdivaçları, her evlilik için en büyük örnek mahiyetindedir. Bütün bir hayat boyu, derin bir vefa ve sadakatle birbirlerine bağlı oldukları gibi, zevcelerinin vefatından sonra dahi Efendimiz o’nu hiçbir zaman unutmamış, hatta her vesile ve fırsatta ondan bahisler açmıştır.

Hz. Hatice’den sonra dört-beş sene evlenmediler. Başlarında birçok yetim bulunmasına rağmen, onların meunetine katlanıp bir bakıma hem annelik, hem de babalık vazifesini yürüttüler. Muhal-farz, evvel ve ahir) kadınlara karşı küçük bir zaafı olsaydı, böyle mi hareket ederdi?

2. Sıra itibariyle olmasa bile ikinci zevceden. Aişe-i Sıddika’dır. En yakın arkadaşının kızı.. Acı, tatlı bütün bir hayatı beraber yaşayan bu büyük insana karşı, Nebinin en mutena ikramı, umum neseplerin sona erdiği günde, sona ermeyen karabetiyle onun yanında bulunması olacaktır. Evet, Aişe-i Sıddika ile Hazreti Ebubekir, maddi manevi hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde kurb-u Nebeviye mazhar olmuştur.

Ayrıca, Hz. Aişe gibi çok zeki bir nadire-i fıtrat, davayı nübüvvete tam varis olabilecek yaradılışta idi. İzdivaçtan sonraki hayatı ve daha sonrasıyla katiyyen sübut buldu ki; O muallâ varlık ancak Nebi zevcesi olabilir. Zira O, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nadide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, zahir ve batını Muhammediyeyi emsalsiz kavrayışla, hâkimiyetini ispat ediyordu.

Bunun içindi ki; Efendimize, rüyasında onunla izdivaç yapacağı işar ediliyor ve henüz gözlerine başka hayal girmeden peygamber-hanesine kadem basıyordu.

Bu sayede O, Ebubekir (r.) için vesile-i şeref olacak ve kadınlık âlemi içinde, bütün istidat ve kabiliyetlerini inkişaf ettirerek, Efendimizin en baş talebelerinden biri olma hüviyetiyle, büyük mürşide ve mübelliğa olmağa hazırlanacaktı İşte böylece o hem bir zevce hem de bir talebe olarak saadet hanesine intisap etmiş bulunuyordu.

3. Yine izdivaç sırasına göre olmamakla beraber üçüncü zevceleri, Ümmü-Seleme’dir. (r.) Mahzum Oymağından ve ilk Müslümanlardan olan Ümmü-Seleme, Mekke’de tazyik görmüş; ilk olarak Habeşistan’a, ikinci defada Medine’ye hicret etmiş ve o günkü şartlara göre ilk saftakiler arasında yerini almıştı.

Kendisiyle beraber bu uzun ve meşakkatli yolculuklara katlanan bir de kocası vardı ve Ümmü-Seleme’nin nazarında eşi, menendi bulunmaz bir insandı. Bütün çile devrini beraber yaşadığı bu eşsiz hayat arkadaşı Ebu Seleme’yi, Medine’de kaybedince çocuklarıyla baş başa kalır. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle, hayat külfetlerini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Ebubekir ve Ömer (RA) uzatırlar; fakat o, reddeder; zira onun gözünde Ebu Seleme’nin yerini dolduracak insan yoktur.

Bu meuneti de yine Allah Resulü (SA) yüklenir. İslam ve iman uğrunda hiçbir fedakârlıktan dür olmayan bu muallâ kadın, arabın en soylu oymağı içinde uzun zaman yaşadıktan sonra, dilenciliğe terk edilemezdi. Hele ihlâs ve samimiyeti ve İslam için katlandığı şeyler düşünülünce; muhakkak ona el uzatılmalıydı…

Ve işte Kâinat’ın Fahri, onu nikâhı altına alırken bu inayet elini ona uzatmıştı. Gençliğinden beri yaptığı; kimsesizleri görüp gözetme ve yetimlere el uzatma iş ve vazifesini, o günkü şartların iktizasına göre yerine böyle getiriyordu..

Ümmü Seleme de, Hz. Âişe gibi dirayet ve fetâneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğa olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken, bir taraftan da bilhassa kadınlık âleminin medyun-u şükran olabileceği bir talebe, ilim ve irşat medresesine kabul ediliyordu.

Yoksa altmış yaşına yaklaşmış Fahri Kâinat Efendimizin, bir sürü çocuğu olan bir dul kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz. Hele şehevilik ve kadınlara düşkünlükle asla ve kata…

4. Bir diğer zevceleri de Remle bnt. Ebu Süfyan’dır. – Ümmü Habibe… – Peygamber (SAV) ve peygamberlik karşısında bir müddet küfrü temsil eden birinin kızı.. Bu da ilk müslüman olanlardan ve birinci safta yerini alanlardandır. Çile devrinde Habeşistan’a hicreti görmüş; kocasının önce tanassur etmesini ve sonra vefatını görmüş muzdarip bir kadın..

O gün Sahabe, sayı itibariyle az; mal yönünden fakirdi. Her hangi birine bakacak, medarı maişetini temin edecek durumları yoktu. Buna göre, Ümmü Habibe ne yapacaktı? Ya tanassur edip, Hıristiyanların yardımına mazhar olacak; ya küfür yuvası olan baba evine dönecek veya kapı kapı dolaşıp dilenecekti. Bu en dindar, en soylu, aile itibariyle en zengin kadının bunlardan hiçbirini yapması mümkün değildi. Bir tek şey kalıyordu; o da Efendimizin müdahalesi ve mualecesi..

İşte bu izdivaçta da, bu yapılıyordu.. Din için her türlü fedakârlığa katlanmış bir kadın, yurdundan yuvasından uzak: zenciler arasında; kocasının irtidat ve vefatı kendisini dilgir ettiği günlerde; Necaşinin huzuruna çağrılıp Peygamberimizle nikâhının kıyılması gibi tabii birşey yapılıyordu. Bunu değil kınamak, “Rahmetenlil âlemin olmanın muktezası olarak yerine getirilmiş, en mukaddes vazife saymak gerekir.

Kaldı ki; bu büyük kadının da emsali gibi, kadın erkek Müslümanların irfan hayatına getireceği çok şey vardı. O da hem bir zevce, hem bir talebe olarak, o saadethaneye intisap ediyordu.

Aynı zamanda bu sayede, Ebu-Süfyan ailesi de, Hane-i nübüvvete teklifsiz girip çıkma imkânını elde ediyor; değişik bir bakış kazanarak yumuşamış oluyordu..

Hem değil sadece Ebu-Süfyan ailesi, belki bütün Emeviler’de tesir icra edebilecek bir hadise olma karakterinde gelişiyordu. Hatta denebilir ki, bu alabildiğine sert ve bağnaz aile, bu mübeccel hadise sayesinde oldukça yumuşadı ve hayrı kabule hazır hale geldi.

5. Saadet-hanesine girenlerden biri de Zeynep bnt. Cahş (ra)’dır. Alabildiğine asil ve e kadar da ince ve iç derinliğine sahipsiz. Zeynep, Sultan-ı Enbiyanın yakın akrabası ve yanı başında büyüyen, gelişen bir kadındı. Efendimiz (S.A.V), Zeyd (r.) için talep ettiği zaman, ailesi biraz çekimser kalmış, bu arada Efendimize verme temayülünü göstermişlerdi. Sonunda Peygamberimizin ısrarıyla da Zeyd bin. Harise’ye vermeye razı olmuşlardı.

Zeyd, bir zamanlar hürriyetini yitirmiş, esirler arasına girmiş ve sonra da Kâinatın Efendisi tarafından hürriyetine kavuşturulmuş bir azatlı idi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu izdivaçtaki ısrarıyla, insanlar arasındaki müsavatı tesis, tahkim ve tersin etmek istiyor ve bu çetin işe de, yine yakınlarıyla başlıyordu. Ne var ki, Zeynep gibi çok yüce fıtratlı bir kadın, (emre imtisal)den ibaret bir evliliği, uzun sürdüremeyecek gibiydi. Bu aynı zamanda, Zeyd gibi iman ve fedakârlık abidesi bir zat için de, cevirdi ve cefa idi…

Nihayet boşanma hadisesi oldu: fakat Efendimiz Zeyd’i vaz geçirmeye ve evliliğin devam ettirilmesine çalışıyordu. Tam o esnada Cibril (A.S) geldi ve semavi fermanla, Zeyneb’in Efendimizle izdivaç etmesi emrini getirdi. Yerleşmiş ve kök salmış adetlere karşı, böyle bir şeye (evet) demek, ancak Allah’ın emri karşısında olabilirdi. Ve işte Efendimiz, derin bir kulluk şuuruyla, nezih şahsiyetine karşı çok ağır gelen bu işi yaptı. Hz. Aişe’nin dediği gibi, (muhal-farz) peygamberimizin, Vahy-i Münzelden her şeyi ketmetmesi caiz olsaydı, Zeynep’le izdivacını emreden ayetleri ketmederdi. Evet, Zat-ı Risalet Penahiye o kadar ağır gelmişti…

İlahi hikmet ise, bu temiz ve yüce varlığı, Peygamber hanesine sokmak, ilim ve irfan yönüyle hazırlamak, irşat ve tebliğle vazifeli kılmak istiyordu. Nihayet öyle de oldu ve bütün sonraki nezih hayatı boyunca, Peygamber zevceliğinin iktiza ettiği inceliklere riayet etti.

Ayrıca, cahiliye devrinde, evlatlıklara evlat deniyor ve onların eşleri de aynen evladın eşi gibi kabul ediliyordu. Bu cahiliyeye ait adet kaldırılmak murad buyurulunca yine tatbikata Efendimizle başlanıldı. Herhangi bir kimseye (evladım) demekle, evladınız olamayacağı gibi, (evladım) dediğinizin zevcesi de gelininiz olamaz. Zeynep’le izdivaç hususunda söylenecek daha çok şey olmakla beraber, sual-cevap mahfilinin istiap haddini aşacağı için, şimdilik tek başına tahlil edileceği ana havale ediyor ve kısa kesiyorum.

6. Saadet hanesiyle şerefyâb olanlardan biri de, Cüveyriye bnt. el-Harisdir. Gayr-i müslim olan kabilesine karşı harp edilmiş ve kadın erkek esarete duçar olmuşlardı Hissiyatı alt-üst olmuş, gururu kırılmış bu saray mensubu kadın, huzur-ü risâlete getirildiğinde kin ve nefretle doluydu.

İşte o zaman Fetâneti Azam, yağdan kıl çekme kolaylığı içinde meseleyi halletti.

Hz. Cüveyriye (r.) ile nikâh akdedince, müminlerin anası mevkiine yükseldi ve sahabenin bakışında bir ihtiram abidesi öne geldi Hele Ashabı Rasulullah’ın “Peygamberin akrabaları esir edilmez” deyip, ellerindeki esirleri bırakınca, hem Cüveyriye (r.) hem de aşiretin gönlü fethediliverdi.

Görülüyor ki, Peygamberimiz altmış yaşları dolaylarında, yaptıkları bu izdivaçta dahi, pek çok meseleyi bir çırpıda hallediyor; kızıl kıyamet hadiselerin içinde, sulh ve sükun meltemleri estiriyor.

7. Talihliler arasına karışanlardan birisi de, Safiyye bnt. Huyey’dir (r). Hayber emirlerinden birinin kızı. Meşhur Hayber yakasında, babası, kardeşi ve kocası öldürülmüş; kavim ve kabilesi esir edilmişti. Safiyye (r) büyük bir öfke ve intikam hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Nikâh akdedilip, müminlerin hürmet duyacağı Efendimize zevce olma mualla mevkiine yükselince, Ashabın (r) (anam-anam) tazimleri ve Efendimizin eritici ve tüketici yüceliği karşısında, Safiyye’de (r), olup biten herşeyi unuttu ve Peygamberimize zevce olmakla iftihar etmeye başladı.

Ayrıca, Hz. Safiyye vasıtasıyla pek çok yahudinin Efendimizi yakından görüp tanıma ve yumuşama imkânı doğuyordu. Bir şeyle her şey yapan ve bir fiilinde binler hikmet bulunan Hazreti Allah, (CC) bütün izdivaçlarda olduğu gibi, bunda da pek çok hayır ve bereket yaratmıştı

Bundan başka, düşmanlarının iç âlemine muttali olma bakımından ümmetine bir ders vermiş olabileceğini zikretmek de muvafık olur, zannederim. Hele hele yahudilere karşı.,.

Hazreti Safiye ve emsali ayrı milletlerden olan kadınların, o milletlerin iç durumlarına nüfuz bakımından büyük ehemmiyeti vardır, elverir ki onların hainleriyle kendi sırlarını düşmanlara kaptırmasın.

8. Bu bahtiyarlardan biri de, Hz. Sevde’dir. İlk safta yerini alanlardan; kocasıyla Habeşistan’a hicret edenlerden ve Ümmü-Habibe’nin kaderine benzer şekilde, kocasının vefatıyla ortada kalanlardandır.

Efendimiz, bu kalbi kırığın da yarasını sardı; onu perişan olmadan kurtardı ve ona enis oldu. Sadece Efendimizin nikâhı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiç birşey yoktu.

İşte bütün izdivaçlarında, bu türlü hikmet ve maslahatlar bulunan Peygamber Efendimiz (S.A.V) hiç mi, hiç nefsin duygularıyla bu işin içine girmemiştir. Ya Raşit Halifelerin ilk ikisine karşı olduğu gibi, vezirleriyle bir karabet tesisi ve zevcesi olacak kadındaki istidat ve kabiliyet veya teker teker diğerlerinde gördüğümüz gibi, başka hikmet ve maslahatlarla evlenmiş ve büyük yük ve meûnetlerin altına girmiştir.

Bunlardan başka, bu kadar kadının mesken, nafaka, elbise gibi ihtiyaçlarını, en adil şekilde temin etmesi ve onlara karşı muamelesinde kılı kırk yararcasına, adalet ve hakkaniyete riayet etmesi, aralarında meydana gelmesi muhtemel huzursuzlukları peşinen önlemesi, varid olan geçimsizlikleri yağdan kıl çekme rahatlığı içinde halletmesi, Bernard Shaw’ın ifadesiyle “En büyük problemleri kahve içme kolaylığı içinde halleden” O müstesna Zat’ın Peygamberliğine delalet eder..

Bir kadın ve bir iki çocuğun dahi, idaresinin ne kadar müşkül olduğunu gören ve bilen bizler; daha evvel başka yuvalar kurmuş; başka aile yapılarına şahit olmuş; girdiği yuvalarda farklı mizaçlar kazanmış pek çok kadını, bir şiir ahengi ve ritmi içinde idare eden, O muallâ ve mübeccel varlık karşısında iki büklüm oluyoruz.

Bir husus kaldı ki, o da, zevcelerinin adedinin, ümmetine meşru kılınan adedin üstünde olma keyfiyetidir. Bu, bir hususi teşridir. Evet, bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok maslahat ve hikmetleri havi bir hususi kanundur. Bir müddet bu mevzuda mutlak izin verilmiş; belli bir müddet sonra ise, sınır konmuş ve evlenmesi yasak edilmiştir.

Sualin ehemmiyetine binaen, mevzuu uzatma lüzumunu duydum; mazur görüleceğimi umarım.

M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy