Sizi Ilgaz Dağlarında Bile Yalnız Bırakmadık -1 | MEHMET YILDIZ

Yazar Mehmet Yıldız

Kışın şiddetini gösterdiği günlerdi. Akşam haberlerinde Elmadağ yolunun kapandığı, kar temizleme çalışmalarının devam ettiği, ancak yoğun kar yağışının bu çalışmaları engellediği sık sık tekrarlanıp duruyordu. Aylardan aralık, günlerden perşembe idi. Ertesi günün sabahı ağabeylerle yolculuk için bir planımız vardı. Nedense her yolculuk öncesi, üç beş gün öncesinden bir yol heyecanı sarardı hepimizi.

Bu seyahatlerin, mahiyeti itibarı ile mukaddes yolculuklardan izler taşıdığını düşünüyorduk. Beraberce gittiğimiz, dertleştiğimiz ağabeylerimizin samimiyetleri, yolculuğa böyle bir mana katıyordu. Herkesin kendine göre işi gücü, meşguliyeti, ailesi, çoluk çocuğu vardı. Ama böyle bir vazife rutin işler yüzünden ihmal edilemezdi, edilmemeliydi. Bundan dolayı onlar her ay bir hafta sonunu, pek çok güzelliklere vesile olan bir seyahate ayırıyorlardı Allah’ın sadık ve aşık kulları. Hakka gönül vermiş olan dostlar bu seyahatlere katılmak için can atıyordu.

Farklı şehirlerdeki iman ve Kur’an hizmetine gönül vermişlerin ve vereceklerin ziyaretlerine gitmek, onlarla fikir alışverişinde bulunmak, gördüklerimizi, bildiklerimizi ve hissettiklerimizi o güzel insanlarla paylaşmak ve o güzide toplulukların da samimiyetlerini, fedakarlıklarını, hasbîliklerini alıp, yaşadığımız beldedeki kader birliği yaptığımız arkadaşlarımıza aktarmak yeni heyecanlara vesile oluyordu. Ancak bu vazifeyi yaparken yaşadıklarımızı, oralarda duyduğumuz heyecanı tarif etmekten aciz olduğumuzu itiraf etmeliyim.

Şu kadar var ki, sanki giderken elimizde içi kevser dolu testiler vardı da bizi misafir edenlere o testiden nurdan bardaklarla kevserler sunardık. Sonra da boşalan oradaki samimi insanların tarif edilemez güzellikteki pınarlarından doldurup geriye dönerdik. Biz yalnız olmadığımızı hissederdik.

Gidişimizde kutsi bir heyecan, dönüşümüzde de tatlı bir sevinç yaşardık. O uzun yolculuklar nasıl da bitiverirdi. Doyamazdık yaşanan güzelliklere. Bazen Ordu, Giresun, Trabzon, bazen Malatya, Şanlıurfa… Yol uzundu ve 1988-90’lı yılların yolları zordu belki ama söz konusu Allah’ın rızası olunca, işin ucunda zorluklar görünmez olurdu gözümüze ve yollar da kısalır da kısalırdı.

Yolculuklar boş geçmezdi, yer yer sohbetler eder, yer yer de vaaz kaseti ve Kur’an dinlemeyi tercih ederdik. Vaaz kasetindeki dertli ve yanık ses, bizi alır manen asr-ı saadete götürür, Kabe’de tavaf ettirir, Hacer’ül esvedi öptürüp selam verdirir, Kabe’nin karşısında Rabbimizin huzurunda kulluk şuuruna ermemizi hedeflerdi.

İbn-i Erkam’ın evinde yeni Müslüman olan Ammar’ların, Bilal’lerin heyecanlarını hisseder, onlara kardeş olmanın hayalini kurardık.

Hz. Cafer’le Necaşi’nin huzurunda, hakka ve hakikate tercüman olup, gönüllerin yumuşadığını görür, acaba biz de böyle güzellikleri, Efendimiz (SAV)’i, ulvi değerlerimizi aktarabilir miyiz diye içten içe ağlar, kalbî tazarru ve niyazlarımızı gözyaşları eşliğinde Rabbimize sunardık. Hz. Cafer’in o muhteşem konuşmasına şahit olur, Necaşi’nin huzurunda hicretin hikmetini, ne büyük bereketlere vesile olduğunu anlardık.

Boykot yıllarında, sahabenin kadın-erkek topyekûn metanetine, sadakatine, sabrına şahit olur, onların büyüklüğünü tekrar tekrar fark ederdik.

İçimiz parçalanarak Taif’e gider, orada Hz. Zeyd misali Efendimiz (SAV)’e atılan taşlara kalkan olmayı hayal ederdik.

O sıkıntılı dönemde Mirac’a yükselen Allah Resulünü düşünür, içten içe O’na ümmet olmanın sevincini yaşardık.

Mus’ab b Ümeyr‘in gençliği, rehberliği ve şehadeti, yürekleri inceden titretirdi. Onunla Medine’ye gidip, bir yıl sonra inanmış 75 talihli insanla Allah Resulünün huzuruna gelirdik. Sonra da onun, “Ya Resulallah! Şu bir yıl içerisinde Medine’de evine gitmediğim, Kur’an okumadığım, seni anlatmadığım, Rabbimden bahsetmediğim kimse kalmadı” sözleri ile Allah Resul’ünün kalbinin süruruna, sevincine şahit olurduk.

Hicret esnasında Hazreti Ebu Bekir’i takip eder, Efendimiz (SAV)’in etrafında perdedar olmasına, O’na olan sadakatine şahit olur, her türlü tehlikeye göğüs germesini görür, orada olmayı can u gönülden arzu ederdik.

Yolda sadece namaz için mola verirdik. Seminerlerde verilen bir ara gibi. O sırada ağabeylerimizin kıymetli eşlerinin hazırlamış olduğu ikramlarla, bir iki bardak çay yudumlayıp manevi seyahate kaldığımız yerden devam ederdik. Bu yolculuklar, bir seminer gibi olurdu bizim için. Saatler süren dinlemeler, konuşmalar, okumalar ve bazı yaşanmış hatıralarla, ne güzellikler akardı yüreklerimize.

Bir başka seyahatte dinlediğimiz ayrı bir kasetle kendimizi bir anda Bedir’in ortasında bulurduk. Henüz 13-14 yaşında bir delikanlının Bedir’e katılabilmek için Efendimiz (SAV)’e yalvarmasına şahit olur; “Ya Resulallah ne olur beni kendinden ayırma. Sen neredeysen ben de orada olmak istiyorum. Sana ve davana sahip çıkmak istiyorum. Yaşımın ve boyumun küçüklüğüne bakma” sözlerini gözyaşları içinde takip ederdik. Ben de kendi içimden ona seslenir ve “O küçücük kalbine bu yüce mefkûreyi nasıl sığdırdın ey büyük ruhlu Ümeyr b. Ebi Vakkas” derdim.

Sonra Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş, Hanzala, Enes b. Nadr ve diğer kahramanlarla, kendimizi Uhud’da Efendimizin etrafında, kenetlenmiş bir vaziyette bulurduk. Orada Allah Resulü (SAV) için bütün bir dünyadan nasıl geçildiğini görür, onlarla aynı duyguları yaşamak isterdik.

Hz. Sümeyra’nın Uhud’da babasını, kocasını, kardeşini ve oğlunu şehit verdikten sonra, “Eyne Resulullah” yani “Resulullah nerede” çığlığını duyar, Efendimizle buluştuktan sonra “Bütün musibetler bundan sonra bana hafif gelir” sözlerini yüreğimize nakşederdik.

Hendek’te Allah Resulünün açlıktan karnına taş bağladığına şahit olur ve O’nun her şeye rağmen, bütün zorluklara nasıl katlandığını hayranlıkla izlerdik.

Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf gibi sahabelerin cömertliğine şahit olur, malımızı, mülkümüzü onlar gibi infak etme duygusu ile coşardık.

Yemame savaşında, Ebu Akil’in kahramanlığına şahit olur, son nefesini vermeden önce halini hatırını soran bir sahabeye, “galibiyet ve mağlubiyet kimde” diye sormasındaki şuurunu ve yalancı peygamberin mağlup edildiğini duyunca parmağını kaldırıp, “Binlerce Ebu Akil gitsin ama, Allah Resulünün mübarek adı yere düşmesin” sözlerini hayranlıkla takip ederdik.

Her sahabi hayatını dinlediğimizde şöyle derdik: Bu nasıl bir sadakat, bu nasıl bir teslimiyet ve bu nasıl bir inanmışlık! Allah’ım bizleri de o güzel insanlar gibi sadık ve vefalı eyle dualarını yapa yapa seyahatlere devam ederdik.

Yer yer ara verir, düşüncelere dalar, muhasebe yapardık. Bu araların arkasından Mısır hafızlarından Kur’an tilaveti dinlerdik. Kur’an-ı Kerimi Mustafa İsmail’den, Abdüssamed’den, Sıddık Minşâvi’den dinlerken sanki Kur’an yeni nazil oluyormuş gibi bir hisse kapılır, tadına doyamazdık o ilahi kelamın.

Yola çıkacağımız günün öncesinde perşembe akşamı saat 23 sularında, çok sevdiğim ayakkabıcı bir ağabeyim telefonda, “Hocam yolların kapandığını duydunuz değil mi?” dedi. Bir anda içim burkuldu. Bütün motivasyonum bir anda sıfırlanmış gibi oldu. Bu cümle yola çıkamayacağımız anlamına geliyordu. O devam etti konuşmaya; “Hocam haftaya gitsek olmaz mı, yollar da açılmış olur.”

Karadeniz’in o güzel şehrinin, Giresun’un, güzel insanlarını düşünerek istirahate çekildim buruk duygularla.

Sabah namazı için hazırlık yapıyordum ki telefon çaldı. Ayakkabıcı ağabey, “Hocam 15 dakikaya geliyorum hemen inerseniz çok mutlu olacağım gitmemiz gerekiyor” deyince ben yeniden bir şok yaşadım. Namazımı kıldım yola indim. Ekip tamamdı. Ben merakımı yenemeyip neler olduğunu öğrenmek istedim. Ayakkabıcı ağabey, ağlaya ağlaya başladı anlatmaya.

“Hocam rüyamda o ana kadar hiç görmediğim bir mübarek zatı gördüm. Nurani bir yüz. Gözleri çakmak çakmak. Bana dedi ki: “Sizi Ilgaz dağlarında bile yalnız bırakmadık, Elmadağ’ında mı bırakacağız? Bak sizleri bekliyorlar. Onların iksir gibi sözlere, nurani yüzere, götüreceğiniz müjdeli haberlere ihtiyaçları var. İşinizi neden öteliyorsunuz?

Uyandığımda hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.”

Olay anlaşılmıştı. Mahiyeti itibarıyla mukaddes olan yolculuk başlamıştı ve sonuç itibarı ile gerçekten çok tatlı bir yolculuk olmuştu.

Meğer o rüya boş değilmiş ve yolun sonunda bizi başka bir sürpriz bekliyormuş.

Müsaadeniz olursa onu da bir sonraki yazımızda anlatmaya çalışacağım inşallah.

[email protected]

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy