Kur’ân’ın geçmiş kavimlerden haber verirken ismen üzerinde durduğu kişilerden birisi de SÂMİRİ’dir. Tarihi konuları detaylıca inceleyen müfessirlerden Mevdûdi’ye göre Samirî, özel bir isim olmayıp, ırk ve bölgeye mensubiyet bildirdiğini, Mezepotamya’nın en meşhur halklarından olan Sümerlerin varlığını, yine Mısırlıların, bu konumda olan şahıslara Samirî veya Samerî demiş olmalarını düşünebileceğimizi belirtir. Sâmiri’nin kişiliğiyle ilgili olarak, denizi geçtikten sonra münafık olduğu, aslında baştan inanmamış olup hep nifak taşıdığı, Hz. Mûsâ’nın (a.s.) komşusu bir kıptî olduğu ve ineğe tapan bir topluluktan geldiği şeklinde farklı görüşler vardır.
Kur’ân’da, Samiri’nin yaptığı kötü fiil, Bakara Sûresi 92-93; A’raf Sûresi 150-154 ve en geniş olarak da Tâhâ Sûresi 80-98. âyetlerinde anlatılır: Allah Teâla, Kızıldeniz’de Firavun ve ordularını boğarak, Mısır’da Firavun’un işkencesi altında ezilen İsrailoğulları’nı esenliğe çıkardı. Çölde onlara bir mu’cize eseri olarak kudret helvası ve bıldırcın eti ikram etti. Tur Dağı olarak bilinen mukaddes beldenin sağ tarafında, Hz. Musa’ya (a.s.) Tevrat’ın emirlerini bildirdi. Aynı zamanda onları kötü işlere bulaşmamaları noktasında da uyardı. Hz. Mûsa (a.s.) kavminin seçkinlerinden 70 kişiyi de yanına alarak, Tevrat’ı almak üzere Tûr’a gitti.
Tur’a giden Hz. Mûsâ’nın (a.s.) arkasından Sâmirî, İsrailoğulları’nın Mısır’dan yanlarında getirdikleri veya Mısırlı kadınlardan aldıkları mücevherleri bir araya getirerek, böğürme özelliği olan bir buzağı heykeli yaptı. Sonra da: “İşte bu, sizin de, Mûsâ’nın da tanrısıdır, ama Mûsâ bunu unuttu” dedi. Hz. Hârun ve aklı başındaki kişilerin bütün ısrarlarına rağmen, Sâmirî ve ona uyanlar, bu sapkınlıklarından dönmedi. Hz. Harun ve Sâmiri’ye uymayanlar, bu gidişi önleyemeyince, Hz. Musa’nın dönmesini beklediler. Derken Hz. Mûsâ (a.s.) döndüğünde kardeşi Hârun’a sert çıktı ve Samirî’ye bunu neden yaptığını sordu. Sâmiri de: “Ben, onların görmedikleri bir şeyi gördüm. O Resul’ün izinden bir avuç toprak alıp, onu potanın içine attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi” dedi.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Hz. Mûsa (a.s.) hem buzağıya tapanlara, hem de ses çıkarmayıp bekleyenlere, bu günahlarından dolayı hemen tevbe etmelerini, tevbenin gereği olarak da hemen kendilerini, nefislerini öldürmelerini, bunun da Allah katında hayırlı bir iş olacağını haber verdi.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın ifadesiyle şirkin zararı millete, milletin zararı da fertlere yöneliktir. Buzağıya tapma meselesi, Hz. Musa’nın (a.s.) kavmi içinde büyük bir bozulmaya ve karışıklığa sebep olmuş ve bu belanın temizlenmesi de, Sâmiri ve ortaklarının, maddi-manevi bedel ödemesini netice vermiştir.
Âyetteki: “nefislerinizi öldürün” ifadesi müfessirler tarafından üç şekilde yorumlanmıştır: Birincisi hakikat anlamındadır ki, herkesin kendi kendini öldürmesi, yani intihar etmesidir. İkincisi: “Aslında kardeş olan bir kavmin fertleri, haydi bakalım şimdi birbirinizi öldürünüz!” demektir ki, müfessirlerin çoğunluğu bu görüşü benimsemiştir. Üçüncüsü ise, bunun mecazî bir kullanım olup, işari tefsir açısından: “Günahınıza pişmanlık duyarak, üzüntü ve kederden canınızı çıkarın veya şehvetlere karşı nefsinizi frenleyerek perhiz yapın.” anlamına gelmektedir. Zira size bu kötülükleri yaptırarak şirke saptıran, hep nefsanî isteklerdir.
Sâmiri’nin savunmasına karşı Hz. Mûsa (a.s.): “Defol!” diyerek azarlamış ve ömür boyunca sen: “Bana dokunmayın, benden uzak durun!” diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın. Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü olacaktır. Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız.” demiştir. Bundan sonra Sâmiri, ölünceye kadar bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış ve kendisine yaklaşan herkese: “SAKIN BANA YAKLAŞMAYIN! SAKIN BANA DOKUNMAYIN!” diye bağırıp durmuştur.
İsrailoğulları’nın gönüllerinde, aslında putperestliğe ve fiziki dünyaya karşı aşırı bir istek vardı. Altın buzağının cazibesine kapılan bu insan tipi, yeniden onun peşine takılmaktan kendini alamamıştı. Sâmiri de onlarda bulunan bu aşırı isteği harekete geçirmiş oldu. Böylesine büyük bir suçun cezası, Hz. Mûsa’nın (a.s.) oldukça sert olan şeriatına göre ölümdü, öldürülmekti. Günah öylesine büyüktü ki, böyle bir günahtan temizlenmenin yolu, o gün için ancak böylesine ağır bir yoldan geçiyordu. Ve onlar da bunu yaptılar. Yukarıdaki anlamlardan en hafifini kabul ettiğimizde: “Onlar içlerindeki altın hırsını yok ettiler, dünya cazibelerine karşı olan isteklerini dizginlediler ve böylelikle akıllarını başlarına alarak tevbe edip yeniden kendilerine geldiler” demektir.
Sâmiri’den bütün insanların ders ve ibret alması gerekiyordu. Zira bu günaha sebep olma açısından suçun en büyüğünü o işlemişti. Dolayısıyla cezanın da en büyüğü ona verilecekti. Bütün bir hayat boyu bulaşıcı bir hastalığa maruz kaldı ve: لَا مِسَاسَ Yani: “Sakın bana dokunmayın! Sakın bana yaklaşmayın!” sözünü tekrar edip durdu. Böylelikle, toplumdan hem tehlikeli bir virüs, sosyal izolasyona tâbi tutuldu; hem de kıyamete kadar insanlara unutmayacakları bir ders verilmiş oldu.
Sâmiri, aslında bir şahıstan ziyade, her toplumda varlığı mümkün olan, para, altın mal, mülk, şan ve şöhret gibi dünyevi zînetler altında ezilerek, hem kendisini hem de çevresindekilerini ebedi hüsrana sürükleyecek kimseleri temsil etmektedir. Nitekim Kur’ân, insandaki bu mal tutkunluğunu şöyle haber vermektedir: “Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 14).
Evet insanoğlu günümüzde, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar dünyevileşmiştir. Açgözlülük, sınırsız hırs, maddeperestlik, tüketim çılgınlığı, çalışmadan kazanma kolaycılığı, aldatma, para ve altın sevgisi, her türlü insani değerin üstüne çıkmıştır. İnsana imtihan için verilen mal mülk sevgisi çığırından çıkmış, bütün dünyayı tahrip eder bir noktaya gelmiştir. Dünyevi ikballer, paralar ve mallar karşılığında, İlah ve ilahi değerler, din ve dini değerler, insan ve insani değerler, evrensel ahlak ve ahlaki değerler ayaklar altına alınmıştır.
Artık Sâmiri, sadece bir şahıstan ibaret değildir. ‘Sâmiri’ gerçek anlamda bir prototiptir. Bu prototip, bugün binleri, yüzbinleri içerisinde barındırmaktadır. Kötülüğün yıkıcı gücünü arkasına alan devâsa kitleler, modern bir Sâmiri mankurta dönüşebilir. Modern teknolojinin de yardımı zihinlerde tutulursa, bu tür bir oluşumun hızı ve tahribatı hakkında, insanı ürkütmemesi mümkün değildir. Sâmiriler hiçbir zaman eksik olmadı; ama küresel dünyada hem yaydıkları kötülüğün hacmi, hem de hızı konusunda global bir özelliğe bürünmüştür. Bu kitlesel hızlı ve tahrip gücü yüksek küresel Sâmiriliğin, tabiatıyla zarar verdiği mâsum gruplar da aynı ölçüde sadece sayısal değil, demografik açıdan da küresel olacaktır.
Bununla beraber Sâmiri’lere aldanan yığınlar da az değildir. Sâmiri’lerin dünyayı tapılacak bir put haline getirerek, allayıp pullamaları karşısında, bu yığınların fikirleri kaymış, haktan ve hakça paylaşmaktan ayrılmış ve bunların elinde ilahi ölçülerin yerini, dünyevi ikballer ve menfaatler almıştır.
Bu pencereden bakıldığında, insanlığın şimdilerde içine düştüğü kötü durumun, buzağı karşısında serfurû eden ve altından yapılan altın buzağıyı ilah kabul eden Sâmiri ve İsrailoğulları’ndan çok da farkı yoktur. Şüphesiz ki zulümlerin en büyüğü, Allah’a maddeyi eş ve ortak koşmaktır. Maddenin esiri olan ve maddeyi her şeyin önüne geçiren günümüz azgınları, kendilerine gelmez, en büyük zulüm olan Allah’a eş ve ortak koşmak, insanlara haksızlık etmek, mallarına göz dikmek, haklarını gasbetmek, evrensel her değeri tahkir eden uygulamaları sığ hamasetle insanlara şeytanca kabul ettirmek, her türlü muhalife karşı, hayat hakkını tecavüz adına arzı ihtizaz ettirecek kötülük, işkence, zulüm ve haksız kazanç elde etmek gibi çirkin davranışlardan vazgeçmez ve gerçek bir tevbeyle bundan dönmezlerse, bütün bir insanlık olarak, Sâmiri gibi hayat boyu maddi manevi bulaşıcı bir hastalığa mübtela olup: “SAKIN BANA DOKUNMAYIN!” diyerek ömür boyu ilahi bir cezadan kurtulmamız mümkün olmayabilir. Daha da üzücü olan husus ise, gerektiği zamanda, en eşref mahluk sıfatıyla bireysel ve toplumsal sorumluluğumuzun hakkını veremezsek, sonraki nesillere tıpkı Sâmiri gibi yaptığımız ifsat ve tahribatı miras olarak bırakmak durumunda kalabiliriz.
Bugün Sâmiri’nin çocukları, insanlığı maalesef yeniden maddi ve dünyevi hazlardan meydana gelen bir buzağıya kul ve köle ettiler. Onun içindir ki, Sâmirileşmeden önce ilahi çağrıya dönmeli ve tevbe etmeliyiz. Zira unutmamalıyız ki, KÜRESEL GÜNAHLAR, ANCAK KÜRESEL ÇAPTAKİ BİR TEVBEYLE TEMİZLENİR.
Kaynak : Tr724 | Muhittin Akgül