749
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye hakkında konuşurken dedi ki: “Hâtem Hoca ile beni ilk defa Risale-i Nur sohbetine çağırdılar. Gittiğimizde oradaki cemaat ve yerin sadeliği yanında oradaki mânevî atmosferden oranın sanki bir sahabe mekanı olduğunu hissettim. Sanki sahabe kokusu alıyordum. Babam Ramiz Hoca bir sahabe aşıkı idi. Onlarla ilgili pek çok kitap okumuştu. Ben de öyle idim.
M. Ali Hocamız demişti ki: “Bir gün Mısır’dan öğretim görevlisi bir profesör gelmişti. Hocaefedi’yle bu profesörü tanıştırmak için onu getirmişlerdi. Bir ağabeyin evinde yemek organizesi yapılmıştı. Benim vazife yaptığım Bozyaka camiinde akşam namazını edâ edip o eve yemeğe gidecektik. Caminin bahçesinde otururken, orada oynamakta olan çocuklar vardı. O günlerde Hocaefendi muhiplerinin ismini hep sahabe ismi koyuyordu. Hocaefendi çocukları görünce, ‘Teâl yâ Enes! Teâl yâ Muaz! Teâl yâ Mus’ab!’ diye çağırdı. Çocuklar da koşarak geldiler ve ellerini öptüler.
“Mısırlı olan Profesör hayranlıkla ‘Bunların gerçek adı mı böyle?’ diye sordu. Hocaefendi de ‘Evet’ diye cevap verdi. Profesör çok duygulandı ‘İnşaallah bu çocuklar hem isimleriyle, Sahabe Efendilerimizi (R. Anhüm) hem ruhları ile temsil ederler.’ dedi.
“Beraber olunan akşam yemeğinde, o profesöre Hizmet anlatılınca, ‘İnşaallah yeni bir sahabe ruhu ihya oluyor!’ diyerek duygulandı ve sözlerine şunları ilave etti; ‘Ümit ederim Âlem-i İslama ve dünyaya model bir nesil olurlar.”
“Allah’ın (C.C.) İzmir’de ikinci bir Medine ruhunu başlattığı günlerde, Anadolu insanı vaazlara, Hizmet insanlarının çalışmalarını görünce Bozyaka’yı model örnek alıyor kendi şehirlerinde aynı hizmetleri gerçekleştirme adına ciddi bir gayret içine giriyorlardı.
“Bir Cuma günü Kayseri’den otobüs dolusu din görevlisi ve tüccarlar beraber gelmişlerdi. Cuma vaazından sonra o gün misafir edildiler. Ertesi gün Bozyaka Yurdunda bir kahvaltı verildi. Hocaefendi kısa bir sohbette bulunduktan sonra emekli bir imam olan Hacı Hafız Ali Oruç Hocaefendi ayağa kalktı, ‘Vallahi burnuma Sahabe kokuyor’ dedi. Sonra boynunda büyük bir poşusu vardı onu yere serdi, ‘Arkadaşlar, bir dönem, din adamını, dilenci hale getirdiler. Ben çocukken câmilerde Kur’an okuyup, karşılığında mendil serip cemaatten çok defa para toplayarak okudum. Şimdi de günahlarıma kefaret olması için, iman ve Kur’an hizmetine, gelecek nesillerimize sahip çıkma adına bir dilencilik yapacağım yani Kayseri’nin yurdunu burada açıp inşaallah öyle döneceğiz’ deyip ağlamıştı… Poşunun üzeri, para, senet ve çek ile doldu… Sonra ayrıldılar. Üç gün sonra bana telefon edip Hamal Pazarı’nın yanındaki şimdi halen devam eden Şeyh Burhaneddin Yurdunu bizden Müdür göndermemizi talep ettiler.
“Zamanla gelişen hizmetler neticesi Kayseri’de Kılıçaslan Kolejinin temelini atmaya gittiğimizde, bir akşam mısır patlar gibi çevrede silahların patlatıldığını bir muhitte biz görüşmelerimizi yaptık, yakınındaki köy, kolej yapımına râzı değildi, meşhur Hacı Hafız Ali Hocamızla, Hacı Hafız Durdu Hocamız gidip köylüleri ikna ettiler. Gözyaşlarıyla Kur’an ve sohbetlerle temel atıldı ve ardından hemen orada bir himmet gerçekleştirildi. ‘Allah ve Resulü aşkına herkes ceplerini boşaltsın’ denilince cüzdanlarını ters çevirip her şeylerini verdiler. Evlerine dönecekler ama herkes birbirinden borç olarak minibüs parasını istiyor fakat kimsede para yok. Orada, o zaman öyle unutulmaz bir gün yaşanmıştı.”
Hey gidi günler hey!.. İnşaallah o günlerin tekrar her zaman yaşanması da uzak bir hayal değil!..
Kaynak: Abdullah Aymaz | Samanyoluhaber