428
Hz. Musa Aleyhisselam’dan sonra İsrailoğulları büyük perişanlık çektiler. Çünkü kavminin serkeşliğinden dolayı Hz. Musa Cenab-ı Hakk’a şöyle dedi: “Yâ Rabbi, dedi, ben kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu itaatsiz, bu yoldan çıkmış TOPLULUK arasında Sen hükmünü verdin!’ Buyurdu ki: ‘O kutsal yer onlara kırk yıl boyunca haram kılındı. Oldukları yerde sersem sersem dolaşacaklardır. Sen artık o yoldan çıkmış kimseler için kendini üzme!” (Mâide Suresi, 5/25-26)
Bakara Suresinde ise “Musa’dan sonra İsrailoğulları’nın önderlerine dikkat ettin mi? O vakit onlar aralarındaki Peygamber’e (İsmail/ Samuel) ‘Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim’ demişlerdi. O, cevaben: ‘Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?’ deyince, onlar ‘Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki, vatanlarından çıkarılan biziz, çoluk çocuklarından ayrı düşenler yine biziz’ dediler. Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hâriç, hepsi dönüverdiler. Allah o zâlimleri pek iyi bilir. Peygamber onlara dedi ki, ‘Allah size hükümdar olarak TÂLÛT’u tayin etti.’ Onlar ise, ‘Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki! Üstelik servetten de nasibi fazla değil!’ dediler. Peygamber şöyle cevap verdi: ‘Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi. Allah, hâkimiyeti dilediğine verir. Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatları da bilir.’ (2/246-247)
O kavmi iknâ için onların peygamberleri bazı alâmetleri de onlara gösterdi…
“Tâlût ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi: ‘Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. Onun suyundan içen benden sayılmayacak! Sadece avucuyla aldığı miktar muaf olmak üzere, kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.’ Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler. Tâlût ile yanındaki müminler ırmağı geçince, o vakit, beri yanda kalanlar ‘Bugün bizim Câlût ve ordusuna karşı duracak tâkatimiz yoktur’ dediler. Ölümden sonra dirilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler: “NİCE KÜÇÜK TOPLULUKLAR VARDIR Kİ, ALLAH’IN İZNİYLE, BÜYÜK CEMAATLERE GÂLİP GELMİŞTİR. Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir. Tâlût’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki: ‘Yâ Rabbenâ üstümüze gürül gürül sabır yağdır. Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!’ Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davut Câlut’u öldürdü, Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi dilediği bir çok şey öğretti. Eğer Allah bazı insanların şerrini bazılarıyla önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu. Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir.” (2/249-251)
Cenab-ı Hakkın yardımları hakkında âyetlerde şöyle buyuruluyor. “Gerçekten, sizler birkaç biçare iken, BEDİR’de Allah sizi yardımına mazhar etmişti. O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ki, şükretmiş olasınız. O vakit sen müminlere: ‘Rabbinizin, indirdiği ÜÇ BİN MELEK ile size İMDAT göndermesi yetmez mi?’ diyordun. Evet, eğer sabreder ve itaatsizlikten sakınırsanız, -düşmanlarınız da hemen üzerinize geliverirlerse- Rabbiniz, FORMALI FORMALI tam BEŞ BİN MELEK göndererek size yardım edecektir. Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalbleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı. Nusret ve zafer, ancak (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi), aziz ve hakîm olan Allah tarafından gelir. Evet, Allah Teâlâ kâfirlerden ileri gelenleri imha etmek veya onları baş aşağı ederek ümitsiz bir hale düşürmek için size bu imdadı gönderdi.” (Âl-i İmran Suresi, 3/123-127)
Tâlût, ordusuna, imtihan için önlerine çıkarılan nehirden içmemelerini, sadece bir avuç kadarının içme izni olduğunu bildirmiştir. Yani Allah için Hizmet edeceklerin, önlerinden dünya bir nehir gibi aksa bile işte nasiplerinin avuçlamak kadar bir miktar olduğu ifade ediliyor. Mustafa Sungur Ağabeyimiz diyor ki: Barla’da iken Çam Dağına çıkmıştık. Üstad Hazretlerine çok güzel bir kavun getirmiştik, Üstad kavunu eline aldı, baktı baktı, o hoş kokusunu kokladı kokladı öptü öptü… Gözleri yaşardı. Sonra bizlere döndü, ‘Keçeliler, ben alacağımı aldım… Gerisi sizin olsun.’ Demişti…”
Hani dünyanın üç yüzü vardı. Birisi, Cenab-ı Hakk’ın güzel isimlerini gösteren yüzü… Bizlere Üstad, dünyanın bu cihetini gösteriyor.
Cenab-ı Hak, müminleri meleklerle ve maûnet / inayetiyle hep desteklemiştir. Bedir’de olduğu gibi.
Üstad Hazretleri de bu Hizmetin kerametinin üç şekilde olduğunu bildirmektedir.: “Birinci nevi: O Hizmeti hazırlamak ve hâdimlerini o Hizmete sevk etmek cihetidir. İkinci kısım: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def edip, onları tokatlamaktır. Üçüncüsü: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek (uyanıp) yine o Hizmete girerler.” (Onuncu Lem’a, Şefkat Tokatları)
Kaynak: Abdullah Aymaz | Samanyoluhaber