“Son kez soruyorum” dedi salonu dolduran yüzlerce insana hitaben. Fakat beklenildiği gibi kimse ilgi göstermemişti bu çağrıya. “100 $’a bırakıyorum” demişti cümlenin sonunda. 100 $ çok bir para değildi salondakiler için ama en ufak bir kıpırdama bile olmadı.
Derken ön sıralarda oturan başına beyaz alevler düşmüş bakımlı ve iyi giyimli bir beyefendi kalktı ve “Bir teklifim var” dedi. Bir anda bütün gözler o beyefendiye döndü. Münadi de merak içinde ona baktı.
Bazen bir söz, bir davranış, dikkatleri farklı bir tarafa çekebiliyordu. Belli ki güngörmüş biriydi. Belli ki çözümlerin sessiz kaldığı yerlerde kendini gösteren biriydi. Halin harekete dönüşmesi gerektiği zamanlarda var olan biriydi. Sesinin ipekliği ve naifliği, bakışlarındaki derinliği gerçekten etkileyici idi. Mevlana’nın dediği gibi: “Gerek yok her sözü laf ile beyana, bir bakış bin söz eder bakıştan anlayana.” Bu asrın Mevlana’sına göre de “Bakışın yettiği yerde söz israf-ı kelamdır.” Ama o, sözün gerektiği yerde idi şimdi.
Duruşu asalet olan o adam, önce salondakileri kısa bir süzdü. Belki onlar da tecrübeleri ile böyle sürpriz durumlara alışık idiler belki de gerçekten cidden çok merak içinde idiler. Gözler onda idi.
İnsan ne kadar da muamma bir varlık. Alex Karel’in dediği gibi insan denen meçhul. Duruşu, bakışı, edası, susması, konuşması, düşünmesi, jest ve mimikleri ile sırlı bir varlık. Bazen sesindeki tonlamadan onlarca mana bazen gözündeki halden onlarca dünya çıkar. Nasıl tepki vereceğini çoğu zaman kestiremezsin. İstesen de söz ve davranışları arasındaki münasebeti çözemezsin. Ta ki ona dokununcaya, onu hissedinceye kadar.
Klasik bir piyanonun 88’den fazla tuşu, bir kanunun 78’den fazla teli var ama onlar bu sayılardan çok daha fazla sese sahiptir. Tuşlar ve teller arasındaki ahengi yakalamaktır önemli olan. Piyanonun bir tuşu tek başına işe yaramaz, onu sanat yapacak olan başka dokunuşlar gerek. Bunu bilen sanatkarın elinde o sesler olağanüstü bir müziğe dönüşecek. O zaman gör sen o piyanoya kimler ne değerler verecek. Sanat da sanatkardan dolayı kıymet kazanmaz mı? bazen basit bir ağaç parçası bir sanatkarın elinde şaheser olmaz mı? İnce bir ruhtan fışkıran nameler akar akar da gönül tellerinde ne inanılmaz bestelerde kafiyeye durur.
Beyefendi salonda piyanoya doğru ilerledi. Sonra dönüp “Müsaade eder misiniz size bir parça çalayım” dedi. Salon birden alkışa boğuldu. Ağır adımlarla, imrendirici edasıyla piyanonun başına geçti ve alt perdeden dokundu tuşlara. Müzikle birlikte gözlerde pırıltılar, yüreklerde heyecanlar da hareketlendi. Kimi gözyaşlarını elinin tersi ile silmeye kimi yanındakine sessizce duygusunu ifade etmeye başladı.
Meğer birkaç dakika içerisinde neler değişebiliyormuş.
Perişanım bugün cânâ perişan olmayan bilmez
Cevahir kadrini cevher-fürûşan olmayan bilmez. (Alvarlı Efe Hazretleri)
Altının kıymetini sarraf bilir. Elin ayarı, gözün kararı vardır. Bunu herkes fark edemez.
Elini piyanonun tuşlarından çeken beyefendi münadiye dönerek; “Teklifini bir kez daha yinele istersen” deyiverdi. Münadi bu istek üzere son teklifini yeniden gündeme getirdi.
“Evet piyanoyu 100 $’a satışa sunuyorum. Bu sefer salonda ciddi bir hareketlenme oldu. Art arda artışlar gelmeye başladı. 500, 1000, 3000, 5000 ve nihayet piyano 10.000 $’a satıldı.
Ne oldu da herkes bir anda ilgi gösterdi piyanoya? Bir sanatkarın eli değmişti. Sessiz sessiz duran piyano konuşmaya başlamıştı. Notasını bulan sesler, sanata dönüşmüştü. Bu değil mi zaten hayattaki başarılar da. İnsanlar böyle değil mi? Notasını bulana kadar sessizlik içinde değil midir? Bir sanatkâr yüreğine denk gelmek en büyük nimet değil midir insan için?
İnsan da iyiliklerle çoğalır nihayet…
Hani bir bilgenin bir köpeği varmış. Bir süre sonra bir köpek daha almış. Talebesi “Bir köpek yetmiyor mu ki ikincisini de aldın?” diye sormuş bilge zata. Bilge başını kaldırmış talebesine bakmış ve ona çok güzel bir ders vermiş. “İki köpeğin evimizi daha iyi koruyacağı düşüncesindeyim. Birbirlerine arkadaş olurlar, kuvvet olurlar. Bazen de birbirleriyle mücadele ederler. Ben de onların mücadele edişlerini seyrederim kendimce.” Talebesi bir soru daha sormak istemiş o da “olur sor” demiş.
“Köpeklerin biri siyah bir beyaz, bunun özel bir nedeni var mı?” Bilge gülmüş. “Bu renklerin birisi iyiliği, birisi kötülüğü temsil eder. İçimdeki iyilik ve kötülük duygularının mücadelesini görürüm onlarda. Onlar mücadele ederken ben içimdeki iyilik ve kötülük duygusunun mücadelesine şahit olurum. Yani insan içinde var olan nefis ve vicdan birbiri ile hep mücadele halindedir.
“Peki bu mücadeleden hangi renk galip gelir?”
“Hangisini daha iyi beslersem.”
Bir tarafta benliğimiz, duygularımız, ailemiz, inandıklarımız, okuduklarımız, çevremiz, diğer tarafta dostlarımız, sorumlu olduklarımız. Ne çok şey var ilgi alanımızda. Hepsi de bizden ilgi bekler. Hepsi de bizimle beraber. Siyah ve beyaz. İki dünya. Gece ve gündüz. İki döngü. Biri birini tamamlıyor. Ama tercih önemli değil mi? Sen beyaz olanı besle, ışığı yani. Karanlık uyumak için değil mi? Hadi sen ışığı al yürü, gölgen ister gelsin ister gelmesin ardından. Sakın sahip olduklarını heba etme. Her şeyi yerli yerinde kullan. Çıkması gereken yerde çıkan ses, piyanoya değer katar. Susması gereken yerde susmayan değerden düşer.
Tutalım ellerimizden, tutalım gönüllerimizden. Şefkatle, merhametle dokunalım hayatlarımıza. Bakmaya gerek var mı karanlıklarımıza? İlgiyle yaşayalım, bilgi ile doğalım, sevgiyle bahar olalım. Göreceksiniz çevreniz kısa süre içerisinde gülistana dönecek.
Bakın ne güzellikler var içimizde. Keşfedelim kendimizi. Ne sesler ne nameler var ruhumuzda. Ama hepsini biz bulamayabiliriz. O zaman dostlar, canlar girmeli devreye. Bulmalı o notaları ve çıkarmalı gün yüzüne. Böyle bakmalı hayata böyle akmalı gönüllere. “Sende ne cevherler var ne olur bakıp geçme” demeli. Bir suçlunun başına ödüller koyan insanoğlu, böyle cevherler için varlıklar harcamaya değmez mi?
Paradokslar içinde insan…
Adam çok umursamıyordu çocuklarını. Anne de elinden geleni yapıyordu ama onun işi gücü başından aşkındı. Nihayet biri okudu, güzel mevkilere geldi. Diğeri ise işsiz gücüz bir serseri oldu. Okuyan her ne olursa olsun annesini dinliyor, ona yardımcı oluyor, onu mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu. Hayat devam ediyordu. Kimi zaman her ikisine de sorduklarında “Nasıl bu hale geldin?” diye, mutlu olan “Ailem sayesinde” der, diğeri de “Babamın durumunu biliyorsunuz” derdi. Gerçekte ise birine bir el bir gönül değmişti, güzel bir el, güzel bir gönül. Onu almış işlemiş, notaları yer yerine koymuştu. Ama diğeri bundan mahrum olmuştu da bir beste halinde arzı endam edememişti.
Bizler hayat yolcularıyız. Ses vermeden gitmek olmaz. Beyazı karadan ayırt etmeden yürümek olmaz. Güzel yüreklerle, sevgi dolu iklimlerde ıslanmadan olmaz. Verelim kendimizi en güzel baharlara. Söyleyelim en güzel şiirleri gürül gürül çağlayanlara. Dokunalım en güzel besteler için piyanonun tuşlarına.