Pazara ne için çıkmıştınız? [Süreç konuşmaları]

Yazar Hizmetten

“Durmadan şikayet edip mızıklanırsak birileri de bize döner “E hani sahabi diyordunuz, Hz Meryem, Hz. Asiye diyordunuz. Hz. Hatice diyordunuz” der. “Hz. Sümeyra, Hz. Nesibe diyordunuz… Hz. Hamza, Hz. Mus’ab diyordunuz? Onlardan bahsetmeniz yalan mıydı?” der. Özetle kader beni kâmil insan yapmaya, sahabiye benzetmeye karar verince esbabı harekete geçirir. Esbab yoksa yaratır. Kastettiğim şey bu esbaba fazla takılma. Kimyasal denklemleri denkleştirmede kullanılır ya. Redoks işlemi. Kader formülün sağ kısmını gerçekleştirmek için sol kısmın ihtiyaçlarını belirler, esbabı kurgular, ekler, çıkarır. Formülü dengeler. Nihayet formülün ikinci kısmındaki hedef gerçekleşir. O nedenle olaylara yüzeysel bakmamak lazım. “Oyunu okumak” lazım.

– Süreç iyi mi oldu diyorsun yoksa?

– Ne haddime…”

– Bunu niyetine göre değerlendireceksin. Mesela sen pazara bir şey almaya gidersin. Bazen asıl alman gerekeni unutur, gözüne ilişeni alırsın. Sana ekmek lazımdır fakat bal alıp da dönebilirsin. Dünya gerçek bir bir pazar. Sen bu yola ne için çıkmıştın? Onu düşün. Mesela sen bu yola mal, mülk, plaza, makam, rütbe, kariyer, titr, dünya saadeti, fani mutluluk ve birliktelikler, hatta sağlık ve afiyet… Bunlar için bu pazarda dolaştıysan ve bunlar senin için asıl hedef ise süreç çok, hem de çok kötü oldu. Evet keşke olmasaydı. Elde ne varsa gitti. Sıfırlandı her şey.

TÜMÖRLERİNİ HASTANEDE BIRAKIP 

Ama sen bu pazara insan olmak, insanî kemalata erişmek, veli olmak, haram şüphesi olan her şeyden kurtulmak için çıktıysan, senin için şehit, gazi ve hicret kelimeleri, ensar ve muhacir sözcükleri çok önemli ise, sahabi olmak, tüm varlığı ahiret sonsuzluğu ile değiş tokuş etmek ve sonsuz bir hayatı kazanmak önemliyse iyi oldu denebilir. Şimdilerde Hizmet’in “pazar arabası” bunlar ile tıka basa doldu hatta taştı. Eğer pazara güç, itibar, hakimiyet kelimeleri için çıktıysan bak, hepsi başımıza çalındı. Bunlara sahip olmak bizi mutlu ettiyse, artık mutlu değiliz. Ama güç ve kudretin Allah’ın elinde olduğunu, bizim aciz birer mahluk olduğumuzu idrak etmek, Allah’ın gücüne sırtını vermek kıymetli ise işte şimdi tam da böyleyiz. Sevinebiliriz. Güç zehirlenmesi, kibir, hakimiyet tutkusu birer tümör gibidir. Tedavisi kolay olmuyor. Uzun ameliyatlar gerekiyor ardında aylarca kemoterapi gerekiyor. Hiçbir hasta bu zorlu tedavi sürecinde mutlu olmaz. Ancak tümörlerini hastanede bırakıp çıktığında sevinir, mutlu olur. Ağrıları bittiğinde kader kalemlerine teşekkür eder.

– Bu dediklerine katılıyorum da kimse bir başkası hesabına “iyi oldu” veya “kötü oldu” dememeli. Her insan kendi vicdanınından kendi durumunu sorgulamalı.

– Evet doğru, yorum yapmak senin gibi benim gibi Süreç’i hafif şekilde yaşayanlara yakışmaz. Bunun takdirini mağdur ve mahkumlara bırakmak lazım. Hariçten ahkâm kesmeye gerek yok.

LAFA GELİNCE KUR’AN’A İNANIYORUZ

– Doğru diyorsun. Allah ile kullarının arasına girmemek lazım. Allah, ‘kitabında’ olacakları söylemiş. Teşbihte hata olmasın. Hoca “ben size sınavda trigonometri ve integral  soracağım, geçen yılki öğrencilere de sordum” demiş. Ve bunu müfredata yazmış. Ama soru önümüze gelince “Ee biz bu soruları nasıl çözelim, çok ağır!” diyoruz. Toplama-çıkarmayla sınıf geçebileceğimizi düşünüyoruz. Kur’an’da “bunlarla karşılaşacaksınız, bunları yaşamadan Cennet’e girmezsiniz” denen hemen her şey gerçekleşti. Bak şu ayetlere istersen: 2/155; 47/31; 2/214. Lafa gelince Kur’an’a inanıyoruz. Ama sorular önümüze gelince “Ooo bu nasıl soru!, bu bölüm bitse başka sorular gelse, yeter bitse artık!” diyoruz.

-Böyle diyenler çok mu?

– Çok yok aslında. Şahsen bizzat mağduriyet ve mahpusiyet yaşamış kırka yakın insanla görüştüm. Hiç biri Allah’ın takdirinden şikayet etmedi. Bize garip geliyor ama bunu Allah’ın rahmeti olarak gören o kadar çok ki! Sonuç olarak onlar adına uzaktan ahkâm kesmemek lazım.

– Olur mu canım. Pek çok şikayet eden var. İsyan eden var.

– Senin bizzat görüştüğün böyle bir var mı?

– … Yok da olmaması mümkün değil.

AMA BU ARGÜMANLAR METAFİZİK VE MİSTİK!

– Ben yok demiyorum şahsi görüşmelerimden bahsediyorum. Tabii ki herkes böyle düşünemez. Her şey dünya hayatından ibaret olsaydı olanlar gerçekten korkunç. Bakışımı, “nazar”ımı doğru açıda -bana göre- konuşlandırmazsam peşipeşine hayal kırıklıkları yaşarım. Bunu demekle çekilen acıları hafife aldığım sanılabilir. Her insana annesinden ve babasından daha merhametli daha şefkatli olan Allah’ın, ‘ehadiyet’iyle zorlukların yanında kolaylık, acıların yanında sevinç halk ettiğine inanıyorum. Çekilen ızdıraplar, ayrılıklar ve işkenceler için ağlamak, dua dua yalvarmak ayrı bir mesele; olanlara “ahiretin tarlası olan dünya” nazarıyla bakmayıp, Allah’ın rahmetini ve gayretini sorgulamak ise başka bir mesele.

– Ahireti düşününce bunlar makul. Argümanlar doğru. Ben de hak verebilirim ama objektif değil. Bunlar “metafizik ve mistik”

– Tabii ki öyle. Süreç’i sorgulamak için dünyevi bakış açıları kullanırsan saydığım argümanlar reel gelmez. Ama hani biz Allah’a iman etmiştik. Kur’an’a inanıyorduk? Bunları sözle demek kolay fakat bu “iman”la, bu “ayet”lerle sınanmaya sıra gelince bir anda bakış açımız “metafizik ve mistik” olarak siyaha düşüyor. Neyse konuya döneyim.

– Düşüncelerin dua oluşunu anlatıyordun.

KUR’AN TÜM ZAMANLARI PARANTEZE ALIR

– Evet. Diyelim ki senin kafanda sürekli 24 ayar altın külçeleri dolaşıyor. Elmas ve yakutlar düşlüyorsun. Ve senin ruh madenin işlenmemiş bir altın madeni. Henüz 24 ayar değil. Taşa toprağa karışmış halde. İşte senin bu altın hayalin dua yerine geçiyor ve kader önüne altını topraktan ayrıştıracak kimyasal işlemler çıkıyor. İşlemlerin sonunda Cennet  mücevherhanesine layık bir altın külçesi oluyorsun. Hatta ruhen işlenmiş bir takı koleksiyonu oluyorsun. Kur’an’da bu yola çıkanların başına nelerin geleceği gayet açık yazıyor. Ama Kur’an’ı kendimize inmiş gibi okumuyoruz. Yüzyıllar önce nazil olmuş ve o günün insanlarına hitap ediyor diye düşündük. Oysa Kur’an tüm zamanları paranteze alır. ‘kötü’ sürprizlerle şok yaşamamız bundan.

– Keşke baştan haberimiz olsaydı! Ben belki bu kadar ağır imtihanı kabul etmezdim.

– Sana sübjektif bir şey diyeyim. Benim veya senin yaşadığımız mağduriyetleri dünyaya gelmeden, ruhlar aleminde kabul etmediğimiz ne malum?

– Nasıl yani?

(Devamı gelecek)

Kaynak:Veysel Ayhan-TR724

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy