“Yine yeşillendi suların başı
Aktı da dinmiyor gözümün yaşı
Ateşe koysunlar gülmedik başı
Kayırma sevdiğim gün böyle kalmaz
Yanar yüreğimin ateşi sönmez”
Acılara tutuna tununa erken büyüyor hasretin her türlüsünü yaşayan mazlum yavrular. Geride bıraktıkları ciğerparelerine baka baka zindana yürüyen anneler babalar acının tarifini yeniden yapı- yorlar. Anne ağlar, acısını belli eder, inler, ağıtlar yakar. Baba dayanamaz içine atar acısını, sıkar yumruğunu, vakar ile perdeler yaralarını.
Ya küçücük kalplerine koca koca acılar sığdıran minicik yavrular… Babası zaten zindanda olan minik bir kızın annesini de almışlar içeri. Kolu kanadı kırılmış vaziyette, bir akrabasının kucağında ağıtlar yakıyordu anne babasına. Gözyaşları görenlerin ciğerine damladı, yaktı kavurdu.
Şimdi beklemek kaderi oldu masum yavrunun. Zordur beklemek, yakıcı bir ateş gibidir. Ve masum yavrunun kaderi gidip Çanakkale yıllarındaki şu hazin ayrılık ve bekleme hikayesiyle buluştu.
Hafız Ali kızılca kıyametin koptuğu Çanakkale’ye giden ve geri dönmeyen yiğitlerden biridir. Ama asıl hikaye onu bir ömür boyu bekleyen Adeviye’nin ve babasını hiç görmeyen Cevdet’in hikaye- sidir. Cevdet’ten dinleyelim:
“Annem, babamı bir ömür boyu bekledi. Babam Çanakkale’ye gittiğinde ben kundakta çocukmuşum.
Geriye dönmemiş. Tam 50 yıla yakın annem babamın döneceğinden hiç ümidini kesmeden bekledi. Ben büyüdüm, çoluk çocuk sahibi oldum. Ta çocukluğumda hatırlarım annem evden çıkıp bir yere gi- decek olsa ‘oğlum baban gelirse çağır, ben falan yerdeyim’ derdi. Bir ömür boyu her dışarı çıktığında; mevlide, akrabaya veya alışve- rişe gitse ‘oğlum baban gelirse…’ demeden dışarı çıkmadı. Babamın bir gün döneceğinden ümidini asla kesmedi. Ömrünün son günle- riydi, ömür sermayesini tüketen annem artık ölüm döşeğindeydi… Yanına çağırdı beni. Artık zor nefes alıp veriyordu. Kulağımı dudak- larına yaklaştırdım fısıltılı bir sesle ‘oğlum baban gelirse…’ dedi. O an nefesi buna yetmişti. Biraz kendini toparlayınca tekrar işaret etti. Can kulağım annemdeydi. Nefesini toplayıp bir kez daha: ‘Oğlum baban gelirse ona de ki; annem seni bir ömür boyu bekledi.’ Sonra, birden kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle başını yastıktan ha- fifçe kaldırıp ‘Ali! Ali’m sen mi geldin?’ dedi ve ruhunu teslim etti.” (Çanakkale Ah Çanakkale, Ayhan Aydın)
Ve bugün tarih, babasının annesinin fotoğrafına sarılıp ağlayan yavruların iniltisiyle tekrar yazılıyor.
Evet, beklemek yakıcı bir ateş de olsa “sevdiğini beklemek yor- maz” deyip kavuşma gününü intizar içinde hasretin kavurduğu yü- rekler, bir gün inşallah sevinç çığlıklarıyla ağlaya ağlaya birbirlerine sarılacak, hasret günlerini hayırla yad edecekler.
Hizmetten | İsmet Macit