Nur Külliyatı’na başka bir açıdan bakış

Yazar Editör

A. Rasim EMİROĞLU

Risale-i Nur; Arapça bir terim olup, Türkçesi; yol gösterici, insanın ufkunu aydınlatan kısa ve özlü kitapçıklar demektir.

Okuyanların hem maddi hem manevi dünyasını aydınlatır, insanların imanlarını kuvvetlendirir.

Risale-i Nur çoğunlukla Kur’an-ı Kerim’deki iman ile ilgili âyetleri, İlm-i Kelâm ile açıklayan bir tefsirdir. Bu asrımızın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak hazırlanmış ve yayınlanmış Kur’an-ı Kerim tefsiridir.

Okuyanların akıl-mantık ve ruhuna hitap ederek aklen ve ruhen onları ikna eder ve onların şüphelerini giderir.

Bu asrın manevî tabibi, asrın imani hastalıklarının tedavisi için Kur’an eczanesinden seçtiği uygun ilaçları reçeteler hâlinde sunmuştur.

Bu reçetelerden bazıları;

  • Gençler için Gençlik Rehberi
  • İhtiyarlar için İhtiyarlar Risalesi
  • Hanımlar için Hanımlar Rehberi
  • Hastalar için Hastalar Risalesi vs.

Risaleyi Nurlar, Kur’an’ın kudsi eczanesinden ahir zamanın yaralarına her insanın kendi durumuna göre en münasip bir ilâç, bir merhem ve en sonunda  şifası….

Risaleler; Hem akla, hem kalbe, hem ruha ve hem de diğer bütün duygulara hitap eder. Her biri hissesini alır.

Üstad, önceleri Kur’an-ı Kerimi baştan sona tefsir etmek niyetiyle İşaratu’l-İ’caz isimli eseri yazmaya başlamıştır.

Fakat tefsiri 60-70 cilt düşünmesine rağmen Fâtiha suresi ile Bakara suresinin ilk 33 ayetini tefsir edebilmiştir.

Birinci Dünya Harbinin çıkmasıyla Üstad, Rus askerleriyle cephede savaşır ve Ruslara esir düşer. Esir kamplarında kalması ve başına gelen çeşitli olaylar sebebiyle bu tefsiri devam ettirememiştir.

Üstad, Birinci Dünya savaşı öncesi vakıa-i sâdıka olarak gördüğü bir rüyasında: ‘O zamanki ismi Ararat Dağı olan Ağrı Dağı’nın infilâk ettiğini görür, o esnada kendisine mühim bir zâtın âmirane “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et” (1) demesi ve İmâmı Rabbani’nin “tevhid-i kıble et” (2) ihtarından sonra hakiki üstad olarak kendisine Kur’an’ı kabul eder ve Kur’an’ın arkasından gider.’

Daha sonra gelişen menfi olaylar; tabiatcılık, îmânsızlık cereyanları O’nu Türkçe tefsir yazmaya yönlendirir.

Sürgüne gönderildiği Isparta’da, Barla’da, Emirdağ’da, Kastamonu’da ve hapis yattığı Denizli’de, Afyon’da 24 yıl boyunca tefsirini yazmaya devam eder.

Sonunda Risale-i Nur Külliyatı tamamlanır.

Risale-i Nur, Kur’an’ın baştan sona tüm ayetlerini değil özellikle İmân ve hakikat ile ilgili bin civarında ayetin açıklamasıdır.

Risaleler dağda, bayırda, kırda ve hapishanelerde zor şartlar altında yazıya dökülmüştür.

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur eserlerinin yazılması konusunda şöyle demektedir: ‘’Hazreti Mevlânâ, benim zamanımda gelseydi, Risale-i Nur’u; Ben onun zamanında gelseydim, Mesnevi’yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevi tarzındaydı. Şimdi ise Risale-i Nur tarzındadır.’’ (3)

Risale-i Nur Külliyatının çekirdeği ve fidanlığı Mesnevî Nuriye ve İşarat’ül İ’caz risaleleridir.

Üstad bu hususu şöyle ifade ediyor.

“Demek bu Arabî mesnevi mecmuası Risale-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir.” (4)

“Evet, İşârâtü’l-İ’câz, umum Risale-i Nur’un bir fihristesi, nur bahçesinin bir fidanlığı ve sırr-ı i’câzü’l Kur’ân’ın bir menbağı olduğu görünüyor…” (5)

İşaratü’l-İ’caz ile Mesnevi-i Nuriye diğer Risaleleden önce telif edilmiş olup, Risale-i Nur’un tohum ve fidanlığı hükmündedir.

  • İşarat’ül İ’caz eserinde; Fatiha suresi ile Bakara suresinin ilk 33 ayeti, Kur’an, İman ve İslam’ın ana rükünleri bir tohum gibi özet olarak açıklanmıştır;
  • Otuz Üçüncü Söz; Otuz üç ayetin birer hakikatini tefsir eden Otuz üç pencereden…
  • Yirmi Beşinci Lem’a; Hastalar için yirmi beş devadan oluşur.
  • Yirmi Sekizinci Lem’a; yirmi sekiz nükteden oluşmaktadır.
  • On Dokuzuncu Söz; Risalet-i Ahmediye on dokuz reshadır.
  • On dokuzuncu Mektup; Mucize-i Ahmediye On dokuz nükteli işaretlerden oluşmaktadır.

Geçen ay bir tanıdığım nurların ilk kaynağı olan o beldelere ziyarete gitmiş.

Bana anlattıkları karşısında içim cız etti.

“Barla’nın dağı da bağı da garip kalmış” dedi.

Eskiden ziyaretçi akınına uğrayan yerlerde kimsecikler yokmuş.

Koca Çınar’ın ve Cennet Bahçesi’nin yaprakları sararmış, solmuş  yere dökülmüş.

Cenâb-ı Hakkın değişmez kanunudur.

Güz mevsiminde yapraklar önce sararır sonra dökülürler.

Fakat bahar gelince yeniden daha gür olarak yeşerir, çiçek açar, meyve verir.

Bediüzzaman’ın Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesinde

“Her kışın bir baharı, her gecenin bir nehârı vardır.” dediği gibi Anadolu’da solan güller, bahar gelince yeniden açacak etrafına İmân kokuları yayacaklar inşallah.

 

Kaynaklar:

1.Tarihçe-i Hayat s.48

2.Mektubat:28.Mektub.3.mesele 3.nokta.

3.Barla ve Kastamonu Lâhikası, s.5, Y.Asya Neşriyat

4.Mesnevi Nuriye-s.8

5.Emirdağ Lahikası-II, 71. Mektup.

6.Sözler: 33.Söz. s.654

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy