Nerdesin Ey Vefa!

Yazar Hizmetten

‘Vefa yok, ahde hürmet hiç… Emânet lafz-ı bî medlûl;
Yalan râyiç, hiyânet, mültezem her yerde, hak meçhûl!
Ne tüyler ürperir, yâ Rab! Ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman, din harâb îman serâb olmuş.’
 M.A.

Vefa, dost ikliminde yetişen güllerdendir. Onu düşmanlık atmosferinde görmek nâdiratdan ve hatta mümkün değildir. Vefa, duyguda, düşüncede, tasavvurda aynı şeyleri paylaşanların etrafında üfül üfül eser durur. Kinler, nefretler, kıskançlıklar ise onu bir lâhza iflah etmez öldürür. Evet o, sevginin, mürüvvetin bağrında boy atar, gelişir, düşmanlık ikliminde ise bir anda söner gider.

Vefayı; insanın, gönlüyle bütünleşmesi şeklinde tarif edenler de olmuştur. Eksik olsa bile yerindedir. Doğrusu, kalbî ve ruhî hayatı olmayanlarda vefadan bahsetmek bir hayli zordur. Konuşurken doğru beyanda bulunma, verdiği sözlerde, ettiği yeminlerde vefalı olma gönül hayatına bağlıdır. Kendini yalan ve aldatmadan kurtaramayan; her an verdiği söz ve yeminlere muhalif hareket eden ve bir türlü yüklendiği mesûliyetlerin ağırlığını hissetmeyen iki yüzlü ve müraî tiplerin gönül hayatları olabileceğine ihtimâl vermek, sadece bir aldanmışlıktır. Böylelerinden vefa beklemek ise bütün bütün gaflet ve safderûnluk ifâdesidir.

Evet, vefasıza güvenen er geç iki büklüm olur. Onunla uzun yollara çıkan yolda kalır. Onu rehber ve rehnümâ (yol gösterici) tanıyanların gözü, daima hicranla dolar.

‘Vefa umarken ondan
Doldu gözüm hicrandan
Kaldım yaya dermandan..’

Fert, vefa duygusuyla itimada şâyân olur, yükselir. Yuva, vefa duygusu üzerine kurulmuş ise devam eder ve canlı kalır. Millet bu yüce duygu ile faziletlere erer. Devlet, kendi teb’asına karşı ancak bu duygu ile itibarını korur. Vefa düşüncesini yitirmiş bir ülkede, ne olgun fertten ne emniyet vadeden yuvadan, ne de istikrarlı ve güvenilir devletten bahsetmek mümkündür. Böyle bir ülkede fertler birbirlerine karşı kuşkulu; yuva kendi içinde huzursuz, devlet teb’aya karşı uğursuzlardan uğursuz ve her şey birbirine karşı yabancıdır, tıpkı câmitler gibi. Üst üste ve iç içe olsalar bile…

Vefa, fertlerin birbiriyle kaynaşıp bütünleşmesini temin eder. Vefa sayesinde cüzler küll olur; ayrı ayrı parçalar bir araya gelerek vahdete ulaşır. Vefa duygusu varıp sonsuzluğa erince, ötelerden gelen tayflar, kitlelerin yolunu aydınlatır ve toplumun önünü kesen bütün tıkanıklıkları açar. Elverir ki o toplum, vefa duygusuyla olgunlaşmış ve onun kenetleyici kollarına kendini teslim etmiş olsun.

Bir düşünceye gönül mü verdin; bir ideâle mi bağlandın; varıp biriyle dostluk mu kurdun, gel! Diriğ etmeden ver canını o uğurda, servetin yağma olup gitsin. Fakat vefalı ol! Zira Hakk katında da halk katında da en çok itibar gören ‘vefa’ ve vefalılardır.

‘Bana Hak’tan nida geldi;
Gel ey âşık ki mahremsin,
Bura mahrem makamıdır;
Seni ehl-i vefa gördüm.’
 Nesimî

Âdem Nebi (as), yüzüne kapanan kapıları gönlünde taşıdığı sırlı vefa anahtarıyla teker teker açtı ve ‘gufran’ çeşmelerine ulaştı. Aynı hâdisede azgınlaşan iblis ise göz göre göre gitti kendini vefasızlık gayyasına atarak boğuldu.

Tufan peygamberi de asırlarca süren ızdıraplı, fakat vefalı bir hayat yaşadı. Yıllar yılı bütün tembih ve ikazlarının, cemaatinin büyük bir kesiminde tesir icra etmemesi, onu, bağlı bulunduğu kapıya karşı vefa hissinden döndüremedi. Ondaki bu vefa düşüncesiydi ki yerlerin ve göklerin hışımla insanlığın üzerine yürüdüğü hengâmda, ona bir necât gemisi oldu.

Hakk’ın dostu ve nebiler babası, Nemrut’un ateşini göğüslerken ne kadar vefalıydı! Onun gökleri velveleye veren’hasbî hasbî!’ şeklindeki vefa solukları, öteler ötesinden coşup gelen rahmet esintileriyle birleşince, cehennem gibi ateşlerin bağrı ‘berd-ü selâm’a [1] döndü.

Kudsîler ordusunun Öncüsü, gelmiş ve geleceklerin en birincisi, kimseye müyesser olmayan semâlar ötesi seyahata, ruhundaki vefa duygusu sayesinde muvaffak oldu. Evet, o bu sayede meleklerin varıp ulaşamadığı iklimlere ulaştı ve hiçbir fânînin eremediği devletlere erdi. Sonra da gözlerin kamaştığı ve gönüllerin hayrette kalıp kendinden geçtiği o mutlular âlemini, ümmetine olan vefa duygusuyla terk edip arkadaşlarının yanına döndü. Hâdiselerle pençeleşecek, karşısına çıkan bâdireleri göğüsleyecek, onları da o yüce iklimlere yükseltecekti… Dost ve arkadaşlarına karşı vefa duygusuydu O’na cennetleri ve hûrileri unutturan. Onlara karşı bir vefa sözüydü O’nu, başı semâvî ihtişamlara ulaştığı bir zamanda, bütün mânevî payeleri bir tarafa bırakarak, bu ızdıraplı ve elemli dünyaya yeniden onların yanına döndüren!..

Bütün yükselenlerin hasenât defterleri, vefa ile kapanıp vefa ile mühürlendi. Bütün yolda kalmışların çirkinlikler meşheri kitapları ise vefasızlık damgasını yedi, onunla damgalandı. Evet, üzerlerine aldıkları mükellefiyetleri, iki adım öteye götürmeden vefasızlık edip bir kenara çekilenler, zillet ve hakaret damgasını yiyerek aşağıların aşağısına itildiler. Mukaddes yük ve yolculuğa çeyrek gün bile tahammül gösteremeyip yan çizenler ise o gün bu gün doğru yolu kaybetmiş sapıklar gürûhu hâline geldiler. Nihayet dönüp dolaşıp mukaddes çile nöbeti bize gelince, en sağlam vefa yeminleriyle yürüyüp bu koca mesûliyetin altına girdik. Coşkun ve heyecanlı, azimli ve kararlı idik. Heyhât… Beklenmedik bir dev önümüzü kesti ve bozduk ettiğimiz bütün o yeminleri. Ve sonra, yeniden, her taraf çölleşmeye başladı. Bütün civanmertlikler eriyip yağ gibi gitti. Güllerin yerini dikenler aldı. Aylar güneşler peşi peşine batarken, ortalığı kasvet dolu bulutlar bastı. Bağ çöktü, bağban öldü; ‘petekler söndü, ballar kalmadı.’ Ve artık, insan nedretine maruz kalan bu devrin talihsizleri, kalbinde zerre kadar emanet ve vefa hissi bulunmayan ölü ruhlara, destan tutup yahşi çekmeye başladı. ‘Ne akıllı, ne centilmen!’ diye alkışlamadıkları ham ervâh kalmadı ve işte, bu devreye ait milletin yüreğinden yükselen son inilti ve son inkisar.

Vefaya susamış neslimizin vefa düşüncesinin korunması dileğiyle…

‘Vefa yok, ahde hürmet hiç… Emânet lafz-ı bî medlûl;
Yalan râyiç, hiyânet, mültezem her yerde, hak meçhûl!
Ne tüyler ürperir, yâ Rab! Ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman, din harâb îman serâb olmuş.’
 M.A.

Bu devrede, etrafı yalan ve mübâlağanın esiri bir sürü kara kura bastı. her gün birkaç defa yeminini bozan; her defasında ettiği ahd u peymandan dönen ve ebediyyen vefa duygusundan mahrum bir sürü kara kura!.. Lânet ediyor onlara yer ve yerdekiler, lânet okuyor onlara semâ ve semâdakiler.

Nereden çıktı bu kadar ‘cinsi bozuk, ahlâkı fenâ!’ Hangi hâin bunlara bağrını açıp dâyelik yaptı!.. Hangi talihsiz bunları sînesinde büyüttü ve hangi uğursuz ağızlar bunlara buyurun çekti!..

Ah vefa, nerde kaldın! Bıktık şu her gün birkaç defa yemini bozup ahdinden dönenlerden. Her sözü mübâlağa, her davranışı sun’î nâmertlerden ve vefa duygusundan mahrum uğursuz gönüllerden!.. Ve nerdesiniz! Ey bir vefa düşüncesiyle sözleştiği yerde günlerce kıpırdamadan bekleyen vefalı dostlar!.. Nerdesiniz ruhuyla bütünleşmiş vefa timsali er oğlu erler!.. Nerdesiniz bir vefa uğruna harap olup, turâb olup gidenler ve çok bereketli bir devrin ak alınlı insanları!.. Kalkın; girin ruhlarımıza. Kamçılayın hayâllerimizi ve boşaltın vefa adına ne taşıyorsanız hepsini sînelerimize!.. Mertliği, yiğitliği, vefayı bütün bütün unutmuş sînelerimize. Bizleri bu yeniden diriliş yolunda Hızır çeşmesine ulaştırın! Gelin, gelin de şurada burada dolaşıp duran şu üç-beş vefalı insanı, ümitsizlik ve inkisardan kurtarın!..

Sızıntı, Eylül 1982, Cilt 4, Sayı 44


[1] Berd-ü selâm: Serin ve Emniyetli

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy