Nebevî Eğitimin İlkeleri 1 : “Sakin ol!”

Yazar Mizan

Allah Resûlü’nün, çocuk ve gençlerin eğitiminde, ashabının yetiştirilmesinde takip ettiği birçok ilkeler vardır. Bunlardan bir tanesi de yapılan yanlışlar karşısında hatayı büyütmeme, yanlış bir yola girmeme, iletişim köprülerini yıkmama, doğru davranışı öğretme ve muhatabı kazanma adına “sakin olma ve sükûneti koruma” ilkesidir. Bu yaklaşımın bir adı da “teenni”dir. Teenni, acelecilikten ve öfkeden sakınmak; hilm, vakar, sabır, sağduyu ve yumuşaklıkla hareket etmek demektir. Efendimiz’in beyanıyla, “Teenniyle hareket etmek Allah’tan, aceleyle hareket etmek şeytandandır…”1 Zira teenni, beraberinde itidali ve çözüm endeksli düşünmeyi getirir ve böylece en isabetli olan çözümün bulunmasına vesile olur. Acelecilik ise aklı ve düşünceyi değil duyguları ön plana çıkarır ve çözüme katkı sunmadığı gibi birçok yanlışın daha işlenmesine sebebiyet verir. Bunun içindir ki acelecinin harmanında en çok bulunan şey hikmet değil hatadır.

Bununla birlikte teenni ile hareket edildiğinde öfke, ses tonu, jest ve mimiklere kadar her şeye hâkim olunur, iletişim kanalları açık tutulur ve böylece çocukla/gençle ya da muhatapla tam bir sükûnet içinde konuşma imkanına kavuşulur. Böyle bir sakin bir ortamda hem onlar kendilerini rahat ifade eder hem de yanlışlarına rağmen ebeveyn/muallim/idareci tarafından karşılıksız sevildiğinin ve kendisine şefkatle yardımcı olunmaya çalışıldığının farkına varırlar. His ve duyguların değil akıl, mantık ve merhametin hâkim olduğu bu ortamda artık yapılması gerekenler birlikte düşünülüp konuşulur, böylece karşı tarafı içine düştüğü yanlıştan kurtarma imkânı kendiliğinden doğar. Aksi takdirde yangına körükle gidilmiş olur, çözüm adına doğru zaman kaçırılır ve muhataplara rehberlik yapma ihtimali tamamen kaybedilir.

Yanlış istek ve davranışlar karşısında sükûneti koruma hususunda Allah Resûlü’nün hayatında birçok örnek vardır. İşte onlardan birkaçı:

Hurma Ağacını Taşlayan Çocuk: Rafi’ İbn-i Amr

Rafi’ İbn-i Amr, bir gün Ensar’dan bir sahabînin bahçesine girer ve hurma ağaçlarından birine taş atar ve düşürdüğü hurmalardan yer. Bu esnada bahçe sahibi kendisini görür ve yakalayarak Efendimiz’in huzuruna getirir; şikayetçi olur ve onun cezalandırılmasını ister. Allah Resûlü ise sakin bir şekilde kendisine yaklaşır ve şefkat dolu bir ses tonuyla, “Yavrum! Hurma ağacını niçin taşladın?” diye sorar. Çocuk “Karnım açtı, yemek için taşladım.” cevabını verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bir daha ağacı taşlama! Fakat dibine dökülenlerden yiyebilirsin!” buyurur. Bununla da yetinmeyen Allah Resûlü, ona biraz daha yaklaşır ve bir taraftan başını okşarken diğer taraftan şöyle dua eder: “Allahım! Buna karnını doyuracağı rızık lütfet.”2

Görüldüğü üzere Allah Resûlü, olayı sakin bir şekilde dinliyor, öfkelenip çocuğu azarlamıyor, “Sen nasıl böyle bir şey yaparsın?” diye çıkışmıyor ve onu korkutmuyor. Bilakis ona sevgi ve şefkatle yaklaşıyor, “Yavrum!” diyerek hitap ediyor, onunla sakin bir şekilde konuşuyor ve “Bir daha acıktığında ağacın dibine düşenlerden yiyebilirsin.” diyerek alternatif de gösteriyor. Hatta bununla da yetinmeyip başını okşayarak duayla da kucaklıyor. Dolayısıyla eğitimin mayası sukûnet, sevgi ve şefkattir. Bu yönüyle anne, baba ve muallimlerin her şeyden önce sakin olmayı başarmaları şarttır. Zira çocuklar, çok defa yaptıkları yanlışın ya da yaptıklarının yanlış olduğunun farkına varamazlar. Bu durumda çocuğa kızmak, bağırmak ve cezalandırmak onların psikolojilerinde bir daha onarılamayacak yaralar açabilir. Onun için böyle bir olay anında insanın, muhatabını (anne, baba, muallim, rehber, idareci…vb.) sığınabileceği sakin ve güvenli bir liman olarak görmesi her şeyden önce gelir.

Zina İçin İzin İsteyen Genç: Cüleybib 

Allah Resûlü’ne bir genç gelir ve zina etmek için izin ister. Bu isteği duyan ashab-ı kiram hemen öfkelerine kapılır ve ona haddini bildirmek ayağa kalkarlar. Bu manzaraya şahit olan Allah Resûlü ise hem sukûnetini muhafaza eder hem de “Onu bana bırakınız!” buyurarak onları yatıştırır. Ardından gençten önüne oturmasını ister ve onunla sakin bir şekilde şu soruyu sorar: “Ey genç! Birinin, senin annenle ya da kız kardeşinle böyle bir şey yapmasını ister misin? Bu çirkin fiilin onlarla işlenmesi hoşuna gider mi?” Bu soru karşısında hiddetlenen genç, “Hayır asla istemem!” diye cevap verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bil ki hiç kimse böyle çirkin bir işin, kendi akrabalarıyla yapılmasını istemez!” buyurur.

Bu örnekte de görüldüğü üzere yine Allah Resûlü, genci sakin bir şekilde karşılıyor, ortamı yatıştırıyor, sonra genci yakınına oturtuyor “Sen nasıl böyle bir istersin?” diye azarlamıyor. Tam aksine soru ve açıklamalarıyla genci, aklen ikna ediyor ve bununla yetinmeyip elini şefkatle göğsünün üzerine koyuyor: “Allahım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl! Namus ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını bağışla.”3 diyerek duygularına da sesleniyor. Bu yaklaşımla kendini toparlama imkanına kavuşan delikanlı daha sonra Medine’nin en iffetli gençleri arasında yerini almış, Allah Resulü tarafından da evlendirilmişti. Onun için eğitici konumunda bulunan kimseler, muhataplarının en olumsuz arzu ve istekleri karşısında bile sakinliğini korumalı; olayı, akıl, mantık ve duygulara birlikte hitap ederek çözmeye çalışmalı, öfke, tehdit ve şiddet ile onları yanlışın kucağına itmemelidir.

Mescid-i Nebevî’ye Bevleden Bedevî

Allah Resûlü, mescidinde iken bir bedevî gelir, mescidin bir köşesine çekilir ve bevletmeye başlar. Manzaraya şahit olanlar, adamın hemen üzerine yürür ve onu engellemeye kalkışırlar. Durumu fark eden Allah Resûlü, “Bırakın onu, rahatsız etmeyin!” der. Adam bevlini bitirince orada bulunanlara, “Şimdi kalkın ve idrarını yaptığı yere bir kova su dökün. Siz zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz.” buyurur.4 Ardından bedeviyi yanına çağırır, sakin ve yumuşak bir üslupla, “Mescitler, bevletmek için uygun yerler değildir. Zira buralar, sadece Allah’ı zikir, namaz ve Kur’ân okumak için tahsis edilmiş mekanlardır.” nasihatinde bulunur.

Bu olayda da Allah Resûlü, bedeviye “Sen nasıl mescitte böyle bir şey yaparsın?” diye bağırmıyor ve anlayabileceği bir dille ona yol gösteriyor. Ashabına da yanlış yapan kimseye öfke ve sertlik yerine mülâyemetle yaklaşmayı ders veriyor. Öbür taraftan Nebevî eğitimin temel ölçülerinden birisi olan “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın!”5 prensibine de atıfta bulunarak ancak böyle davranılırsa muhataplara yardımcı olunabileceğine işaret ediyor.

Hz. Aişe’ye “Sakin ol!” Çağrısı

Bir grup Yahudi, Allah Resûlü’nü evinde ziyarete gelir ve “es-Sâmu aleyküm!” şeklinde selam verir. Onlar, bu selam ile, “es-Selâmu aleykum” cümlesindeki “selam” kelimesi telaffuz oyunuyla ölüm manasına gelen “es-Sâmu” kelimesiyle değiştirir ve Efendimiz’e ölüm dilerler. Oyunu fark eden Hz. Âişe validemiz, öfkelenir ve onlara “Ölüm ve lanet sizin üzerinize olsun!” diye sert bir şekilde tepki gösterir. Buna şahit olan Allah Resûlü ise ziyaretçilere sakince “Ve aleykum” der. Sonra da eşine dönüp “Sakin ol ey Âişe! Allah, bütün işlerde yumuşak davranmayı (rıfkı) sever.” buyurur.

Ziyaretçiler ayrıldıktan sonra ise Allah Resûlü tekrar Hz. Aişe validemize yönelir ve “Ey Âişe! Neydi o sertlik ve beddua. Şüphesiz ki Allah kötü sözü ve kötü söz söylemeyi bir de sertliği sevmez.” buyurur. Hz. Âişe validemiz, “Fakat ey Allah’ın Resûlü! Onların ne dediklerini duymadın mı?” diye sorar. Bunun üzerine Efendimiz, şu hikmetli cevabı verir: “Evet! Senin duyup anladığın gibi Ben de onların ne söylediğini işittim ve ne kastettiklerini de anladım. Ancak sen, benim onlara nasıl cevap verdiğimi duymadın mı? Ben de onlara ‘ve aleykum’ yani ‘sizin üzerinize olsun’ dedim. Şüphesiz Ben, kötü sözlü birisi olarak gönderilmedim. Onlar bize dua ettiği şeyle biz de onlara dua ettik. Şu kadar var ki onların bedduasına icabet edilmez bizim duamıza ise Allah icabet eder.”6

Bu hadisede de görüldüğü üzere Allah Resûlü, ziyaretçilerine “Siz nasıl bana üstelik de evimde, ailemin yanında böyle bir dil oyunuyla beddua edersiniz?” diye çıkışmadığı gibi Hz. Âişe validemize de öfkelenerek “Sen, ben varken niye araya giriyorsun?” dememiş; hem sükunetini korumuş hem de Hz. Âişe’ye sükûneti tavsiye etmiştir. Zira bu tür olaylarda sukûneti muhafaza etmek, ortamın gerilmesini ve olayın büyüyüp kavgaya dönüşmesini engeller. Aksi takdirde duygusal davranıp kötülüğe ya da yanlışa, kötülükle karşılık vermek her iki tarafa da bir şey kazandırmaz, kaybettirir.

Bir seferinde de Ensar kadınlarından Esma bint-i Yezid, Allah Resûlü’nü, Hz. Aişe validemizin yanındayken ziyarete gelir ve bir meselesini ona sormak ister. Efendimiz, kendisine müsaade edince o da “Hayızlı bir kadın nasıl gusül abdesti alır?” diye sorar. Hz. Aişe validemiz bu soruyu duyunca canı sıkılır ve sert bir şekilde araya girer, “Dur, hay anası ölesice! Kadınları rezil ettin!” diye ona çıkışır. Bunun üzerine Efendimiz, “Sakin ol ey Âişe!”diyerek onu sukûnete davet eder ardından da “Ensar kadınları fıkıhtan soruyorlar. Ensar kadınları ne basiretli kadınlardır ki hayaları, dinlerini öğrenmelerine mâni olmuyor.” buyurur.7 Hz. Esma’ya kızmadığı gibi hem onu hem de onun şahsında bütün Ensar kadınlarını takdir de eder.

Namazda Konuşan Sahabî: Muaviye İbn-i Hakem

Allah Resûlü, namaz kıldırırken cemaatten biri hapşırır. Hz. Muaviye İbn-i Hakem de hemen kendisine “Yerhamukellah” yani “Allah, sana merhamet etsin!” der. Ancak cemaat ona öfkeli bir şekilde göz ucuyla bakmaya başlar. Bu bakışlardan rahatsız olur ve onlara “Vay başıma gelenler! Niye bana böyle bakıyorsunuz ki?” diye sorar. Onlar kendisine cevap vermediği gibi ellerini de uyluklarına vurmaya başlarlar. Hz. Muaviye, bu hareketle onların kendisini susturmak istediğini anlar, kızar ve susar! Biraz sonra namaz biter ve Allah Resûlü, sakince “O konuşan kimdi?” diye sorar. Cemaat, Hz. Muaviye’yi işaret edince Efendimiz, onu yanına çağırır ve kucaklayıca bir üslupla “Ey Muaviye! Bu ibadetin adı namazdır. Namaz kılarken konuşulmaz.  Namaz sadece tesbih, tekbir ve Kur’ân okumaktan ibarettir.” buyurur. Bunun üzerine Hz. Muaviye, “Ey Allah’ın Resûlü! Ben yeni Müslüman oldum.” der ve hoşgörüsünden hareketle Efendimiz’e başka sorular da sorar.8

Görüldüğü üzere Efendimiz, Hz. Muaviye’ye “Sen nasıl namazda konuşur ve cemaatin huzurunu bozarsın?” diye çıkışmamış ve sakin bir şekilde kendisiyle konuşmuş ve namazda bunun doğru olmadığını anlatmıştır. Bu rıfkla muamele karşısında çok etkilenen Hz. Muaviye, o anı unutmaz ve Efendimiz anıldığında şöyle derdi: “Anam babam O’na feda olsun! Hayatımda ondan daha sakin, daha iyi bir öğretici görmedim. Vallahi yaptığım bu şeyden dolayı beni ne azarladı ne kınadı ne de dövdü. Sadece sakin ve yumuşak bir şekilde namazda dünya kelamı konuşulmayacağını bana öğretti!”

Sonuç

Eğitim ve öğretimde “sakin olma” prensibinin değeri tahmin edilenin çok ötesindedir. Zira problemi çözme ve yanlışı düzeltme adına en isabetli metodoloji ve yaklaşım tarzları, sukûnet muhafaza edildiğinde belirlenebileceği gibi en sağlıklı kararlar da ancak böyle bir ortamda alınabilir. Bu anlamda sukûneti muhafaza, çözümün yarısıdır denilebilir. Bunun için çocuklar ve gençler başta olmakla muhataplarda karşılaşılan menfi tutum ve davranışlar karşısında olaya sakince ve onlara şefkatlice yaklaşma en isabetli yoldur. Aksi takdirde acelecilik ve öfkeyle atılan adımlar ve verilen kararlar sonucunda, ebeveyn/muallim/idereci/rehber zararla oturur.

Bunun için anne, baba ve muallim, çocuk yanlış bir iş yaptığında ya da hatalı bir davranışta bulunduğunda hemen ona kızıp bağırmamalı, onu tedirgin etmemelidir. Zira kendisine bağırılan çocuk korkar, kendisini emniyet ve güvende hissetmez. Üstelik buna karşılık çocuklar ya da gençler de içinden ebeveynini/öğretmenini suçlayarak onlara karşı içinde öfke ve kin biriktirir. Hatta bununla yetinmez bir de içine kapanır. Dolayısıyla sakinliği muhafaza edip çocuklara/gençlere yumuşaklıkla yaklaşma onlarda sevgi ve saygıyı artırıp güven duygusunu pekiştirirken acele edilerek öfkeyle yaklaşılması tam tersi bir etkiyi meydana getirir.  Elhasıl, sakinlik, sonunda yuvada kaynaşmayı/kucaklaşmayı, acelecilik ve öfke ise birbirinden uzaklaşmayı ve içe kapanmayı sonuç verir.

 

Dipnot:

  1. Tirmizî, Birr 66 (2012; Beyhakî, Sünenu’l-KübraX/104 (20270)
  2. Tirmizî, Büyu’ 54; İbn Mâce, Ticaret 67
  3. Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, V/256,257
  4. Buharî, (636); Müslim, ; Ebu Davud, (381)
  5. Buharî, İlim 12, Edeb 80; Müslim, Cihad 6,7 (1732, 1733)
  6. Buharî, Edeb 38 (6030); Müslim, Birr 79 (4144) ya da bak, 2592
  7. Buharî, İlim 32; Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, IX/27765
  8. Müslim, Mesâcid 33; Ebu Davud, Salât 167 (931)

Kaynak : Peygamberyolu.com |  Dr. Selim Koç

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy