“Duadan başka silahımız yok” yazısıyla başlattığımız dua yazılarının bugünkü bölümünde “namazdan sonra yapılan kısa ve uzun tesbihatı” işleyeceğiz.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünneti olan namaz tesbihatı, muhteşem bir zikir, dua, salâvat ve esma-i hüsna hazinesidir. Ancak birçok mümin namaz kıldıktan sonra tesbihatı ihmal etmekte ve bu büyük hazineden istifade etmemektedir.
Bediüzzaman Hazretleri namaz tesbihatını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte Allah’ı zikir ve tesbih etmeye benzetmektedir. Namaz tesbihatını çok önemseyen ve bütün hayatında tavizsiz bir şekilde uygulayan Üstad Hazretleri, bu konuyla ilgili Kastamonu Lahikası’nda şöyle der:
“Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediye’dir (s.a.v.) ve velayet-i Ahmediye’nin (s.a.v.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti: Nasıl ki, risalete inkılap eden velayet-i Ahmediye (s.a.v.) bütün velayetlerin fevkindedir. Öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir.”
Namaz tesbihatında tembellik gösterenleri uyarmak için kaleme alınan bu cümlelerde, cihanı dolduracak kadar değerli müjdeler saklıdır. Demek ki, namazdan sonra yapılan tesbihatlar, bir bakıma Efendimizin (s.a.v.) tarikatını temsil etmektedir ve onun evradıdır.
Şimdi düşünelim: Bütün tarikatların ve evradların üzerinde bir değeri ve önemi olan namaz tesbihatını terk etmek, hiç akıl kârı mıdır?
Acaba her namazdan sonra birkaç dakikamızı alan bu tesbihatı yapmaktan alıkoyan basit meşguliyetlerle nasıl bir hazineyi kaybettiğimizin farkında mıyız?
Çünkü Bediüzzaman Hazretleri namaz tesbihatını, Efendimizin (s.a.v.) yönettiği ve milyonlarca Müslümanın aynı anda zikrettiği dünya büyüklüğünde bir zikir meclisine benzetmektedir.
Böylesi muhteşem bir fırsat ve manevî kârın basit bahanelerle asla terk edilmemesi gerekirken, maalesef namaz kılanların bir kısmı, ya namaz tesbihatını yapmıyor veya bu ibadetin tam hakkını vermiyor.
Namaz Tesbihatı İki Kısımdır
Rabbimizi namazdan sonra “tesbih, tahmid ve tekbirle anmak, O’na zikir, dua ve salavatla yalvarmak, esma-i hüsna okuyup sığınma duaları yapmaktan ibaret” olan namaz tesbihatı kısa ve uzun olmak üzere ikiye ayrılır.
Kısa tesbihat, camilerimizde müezzin eşliğinde yapılan tesbihattır ki, bütün Müslümanlar arasında meşhurdur. Uzun tesbihat ise, Bediüzzaman Hazretleri tarafından ayet ve hadislere dayanarak hazırlanmış, “Namaz Tesbihatı” ismiyle küçük bir kitapçık olarak hazırlanmış tesbihattır.
Şimdi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) namazdan sonraki tesbih, zikir ve dualarıyla ilgili sahabe efendilerimizin aktardıklarını paylaşalım.
Hz. Sevban’dan (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) namazı bitirip selam verince üç kere ”Estağfirullâhe’l-azîm” (Yüce Allah’tan günahlarımın affını dilerim) der ve şöyle söylerdi: “Allahümme ente’s-selâmü ve minke’s-selâm, tebârekte ya ze’l-celâli ve’l-ikram.” (Müslim, Mesâcid: 135-136). Yani “Allah’ım selam Sensin. Selamet ve esenlik sendendir. Ey azamet ve kerem sahibi Allah’ım, Sen hayır ve bereketi çok olansın.”
Hem istiğfar, hem zikir olan bu ifadeler, farz namazlardan sonra okunduğu gibi, sünnet namazlardan sonra da okunabilir. Çünkü bu dua ile şanı yüce olan Allahü Zülcelalin yüceliği anılmış olur. Bu açıdan sünnet namazlardan sonra okumak da sünnettir.
Bundan sonra, çok faziletli olan “Salâten Tüncinâ” diye başlayan meşhur salâvat okunur ki, çok faziletli olan bu salavatla hem Efendimize (s.a.v.) hem de kendimize dua etmiş oluruz.
Maalesef birçok kimsenin ihmal ettiği tevhitle ilgili şu zikri de hatırlatalım:
“Kim sabah ve akşam namazlarından sonra yerinden kalkmadan on defa ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü bi-yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ (Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir ve O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur ve hamd O’nadır. Diriltir ve öldürür. O diridir, ölmez. Hayır O’nun elindedir. O her şeye kadirdir) derse, kendisine on hasene (iyilik) yazılır, ondan on seyyie (günah) silinir ve on derece yükseltilir. O gün her kötülükten muhafaza içinde olur, şeytandan korunur. O gün ona, Allah’a ortak koşmaktan başka hiçbir günah yapışmaz.” (Tirmizî, Daavât: 63)
Bu muhteşem müjdelere ve nimetlere kavuşmak için birkaç dakikamızı ayırmak zahmet midir? Bunu terk ederek meşgul olduğumuz hangi şey bu faziletlerin yerini doldurabilir?
33’ler tesbihine başlamadan önce okunan Ayete’l-Kürsî de çok faziletlidir.
Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Her kim, her farz namazın arkasından Ayete’l-Kürsî’yi okursa, cennete girmesine ölümden başka bir şey engel olmaz.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 6/197)
Daha sonra 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allahuekber denir.
Bununla ilgili Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulur:
“Kim her namazın peşinden 33 kere sübhanallah, 33 kere elhamdülillah, 33 kere Allahuekber der, yüzüncüsünde de ‘Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ derse günahları denizlerin köpükleri kadar da olsa affedilir.” (Müslim, Mesâcid: 146)
Namaz adeta tesbih, tekbir ve tahmid çiçekleriyle süslenmiş, rengârenk ışıklarla nurlanmış eşsiz bir ibadettir. İşte namazdan sonra yaptığımız tesbihat da, namazın manasını pekiştirmektedir.
Tesbih çektikten sonra duaya geçilir. Duanın peşinden 33 kere “lâ ilâhe illallâh” demek çok faziletlidir ve sünnettir.
Yine uzun tesbihatta yer alan sığınma duaları (ecirnâ’lar), esma-i hüsna bölümleri (“Ya Cemilü ya Allah…” ve “Sübhaneke ya Allah tealeyte ya Rahman…” diye başlayan bölümler) ve Efendimize (s.a.v.) getirilen çeşitli salavatlar çok önemlidir.
Ecirnâ’lar ya Efendimizin (s.a.v.) yaptığı dualardır ya da ayet ve hadislerden istifade edilerek oluşturulmuştur.
Esma-i hüsnayı zikretmek ise, hem çok faziletli bir ibadettir, hem de duaların kabulüne vesiledir. Rabbimiz kendisine bu güzel isimlerle dua etmemizi emretmiştir.
Tesbihatta geçen çeşitli salavatlar ise, Efendimizin (s.a.v.) şefaatine ve duaların kabulüne vesiledir. Namaz ve tesbihatı ihmal etmeyen bir mümin, her gün yüzden fazla salavat okumuş olmaktadır.
Tesbihatın muhteşem faziletlerine nail olmak için hiçbir zaman ihmal etmemek gerekir. Hatta zamanımız darsa yürürken, çalışırken, araba kullanırken, ev işleri görürken bile tesbihatı terk etmemek lazımdır.
Namazlardan sonra okuduğumuz Âmenerrasûlü, Hüvellâhüllezî gibi aşr-ı şerifler hakkında ise özel hadisler vardır. Buna göre, gece okunan Âmenerrasülü geceyi ihya etmiş gibi sevap kazandırmakta, akşam ve sabah Hüvellahüllezi okumak ise şehadet makamına vesile olmaktadır.
Bu muazzam lütuf ve ikramlar nasıl olur da gaflet ve tembelliğe kurban edilir?
Kısa ve uzun tesbihatı her gün beş vakit tavizsiz bir şekilde yapmak Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a talebe olmanın da bir şartıdır. Çünkü o “dost, talebe ve kardeş” kavramlarının özelliklerini açıkladığı mektubunda, “Bu üç tabaka dahi beni mânevî dua ve kazançlarında dâhil etmek şarttır” demiştir. Acaba tesbihatı bile yapmayan, Üstadına nasıl dua edecektir?
Kur’an’dan aldığı “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” tarikini anlatırken şartları sıralamış, “Bilhassa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır” ifadesini kullanmıştır.
Ne yazık ki, kendini Nurlara talebe zanneden nice insan, tesbihatı sanki bir nostaljiye dönüştürmüş, onu sadece kandil gecelerinde, toplu programlarda yapar olmuştur. Oysa bu muazzam hazine her gün beş vakit uygulandığında maneviyatın bizi çepeçevre kuşattığını yaşayarak göreceğiz.
Rabbim bizleri tesbihatın engin rahmet denizinden mahrum etmesin.
Kaynak : Tr724 | Cemil Tokpınar