Münih’te 23 yıl önce kurulan Uluslararası Kültür ve Diyalog Derneği’nin (IDIZEM), her yıl düzenlediği ‘diyalog yemeğine’ davet edildiğimde gidip gitmemekte açıkçası karar veremedim. Uzun tren yolcukları hem yoruyor, hem de niye bilmiyorum ertesinde hastalanıyorum. Ama bu programa iyi ki gelmişim dedim.
7 Kasım perşembe akşamı Münih’in tarihi mekanlarından biri olan Münih Sanat Evi’nde (Künstlerhaus) düzenlenen “Diyalog Yemeği ve Ödül Töreni” (Dialog Dinner-PreisVerleihung) son birkaç hafta içinde yaşadığımız sansürler, engellemeler, acılar nedeniyle bozulan moralimi düzeltti, hem de geleceğe dair ümitlerimi yeşertti.
Programda kimler yoktu ki… Şehrin bütün ileri gelenleri oradaydı. Akademisyenler, profesörler, eski ve yeni milletvekilleri, müsteşarlar, farklı dinlerden isimler, işadamları, doktorlar, avukatlar, emniyet müdürleri ve tabi ki KHK’lılar… Öğrendiğime göre bu yılki katılım, önceki yıllara göre oldukça fazlaymış. Nedenini sordum. Kimse somut bir şey söyleyemedi ama savaşların, hukuksuzlukların birçok insanın canını yaktığı belliydi.
Benim oturduğum masada iki avukat, bir teolog, iki Almanca öğretmeni, sosyal pedagog ve mezarlık görevlisi vardı. Özellikle avukat Hildebracht Braun, Alman milli basketbolcu Franz Buchenrieder ve Balıkesir Tıp Fakültesi’nden atılan KHK’lı Kamil Seyrek benim açımdan ilginçti. Onlarla neler konuştuğumuza geçmeden önce biraz programdan bahsedeyim.
Program Atletely Soul grubunun mini konseriyle başladı. Daha sonra ise ödül törenine geçildi. IDIZEM’in her yıl düzenlediği diyalog programı kapsamında, iki yılda bir, 2 kişiye ‘Diyalog Ödülleri’ veriliyor.
Bu yıl 10. kez verilen ödüllerden ilki, yaptığı projelerle bütün dinler arasında köprü görevi gördüğü için katolik kilisesi görevlisi Sabine Keller’a verildi. Keller’nın öncülüğünde kilise ile aynı sokakta açılan Boşnak camiisiyle birçok projeler yapılmış, Ramazan’da kiliselerde iftar yemekleri verilmiş, aynı zamanda Noel yemeklerine Müslümanları davet etmişler. IDİZEM bu yıl 23 iftar yemeği organize etmiş. Her iki programda da iki dinin Hz. İsa, Hz. Meryem gibi ortak noktaları konuşulmuş. Mesela bu yıl kutsal kitaplarda “affetmek” konusu nasıl işleniyor, bunlar tartışılmış.
Sabine Keller’in (sağdan ikinci) ödülünü Avrupa Janusz Korczak Akademi’nin başkanı Eva Heller (sağ başta), Mirjam Elsel’in (soldan ikinci) ödülünü ise Bavyera Eyaleti Entegrasyon Komiseri Karl Straub verdi.
Günümüz modern insanının en büyük sorunların biri bence affetmek ya da affedememek. Gittikçe artan nefret söylemleri, kin, öfke, şiddet, tahammülsüzlük, anlayışsızlık… Bunların hepsinin kökeninde aslında affedememek var. Affedemediğin zaman kimseyle bir araya gelip oturup konuşamıyorsun, kendini, derdini, yapmak istediklerini anlatamıyorsun.
Keller ödülünü alırken bütün salonu neşelendiren bir diyalog yaşandı. Keller, “Bu ödülü bugüne kadar bütün Almanya’nın tanıdığı isimlere verildi. Ben kendimi aslında buna layık görmüyorum. Beni kimse çok fazla tanımıyor.” deyince programın moderatörü Münih TV’de görev yapan ödüllü sunucu, gazeteci Monika Eckert, “Kadınlar niye hep böyle mütevazı oluyor, hak etmediğini düşünüyor, tam da sen hak ettin” diye bir düzeltme yaptı.
Kadınlar sanırım bütün toplumlarda böyle. Ön plana çıkmaya korkuyorlar, çekiniyorlar, hep birkaç adım geride durmaya alışmışız maalesef. IDIZEM’in diyalog programlarında da emeği geçen, katkıda bulunan çok değerli kadınlar vardı. Ama bugüne kadar yaptıklarından hiç haberdar olmadığım için kendime kızdım.
Diyalog gecesinin ikinci ödülü ise “DialogverNETZt” adlı projeye verildi. Mirjam Elsel öncülüğünde gerçekleştirilen proje, diyaloğu desteklemesine yaptığı yenilikçi katkı nedeniyle ödüle layık görüldü.
Koronavirüsün tüm dünyaya yayıldığı dönemde Zoom üzerinden başlatılan bu projenin amacı, farklı kültürlerden ve dinlerden insanları bir araya getirmesiydi. Dijital ortamda başlayan proje daha sonra da devam etmiş. Ödül, Bavyera eyaletindeki protestan kilisesinin dinler arası diyalog sorumlusu Mirjam Elsel’ye takdim edildi.
Elsel, ödülünü almak üzere sahneye geldiğinde moderatörden ‘fırça’ yememek için “Ben bu ödülü hak ettiğini düşünenlerdenim.” diye daha baştan açıklama yapması herkesi gülümseten bir an oldu.
Gecede IDIZEM’in Başkanı Mehmet Çelik de bir konuşma yaptı. Çelik konuşmasında bu programı iki hafta önce vefat eden Fethullah Gülen Hocaefendi’nin gösterdiği hoşgörü, barış ve sevgi vizyonu çerçevesinde düzenlediklerini, artık kendisi aramızda olmasa da bu değerler etrafında buluşmaya ve ilerlemeye devam edeceklerini söyledi.
Çelik ayrıca ‘aşure toplumu’ olabilmenin önemine değindi ve “Aşurenin içine katılan buğday, nohut, fasülye, çeşitli meyveler ve farklı kuruyemişlerin tek başına nasıl farklı lezzetleri varsa, bir araya geldiklerinde, yani piştiklerinde de çok güzel bir tat ortaya çıkıyor. Toplumu da biz böyle düşünüyoruz. Herkesin kendi inancına, düşüncesine göre yaşayabildiği, bir araya geldiğimizde de kötülüğü azaltıp iyiliği çoğaltacak bir topluluk hayal ediyoruz.” dedi. Çelik’e “Programa katılanlar derneğiniz hakkınızda ne düşünüyor? Sizi ne kadar tanıyor?” diye ayrıca sordum. “Buraya gelenlerin yüzde 80’i bizi çok iyi tanıyor ve güveniyor. Çoğu ile ailece görüşüyoruz. Bazıları da merakından geliyor.” diye cevap verdi.
Gelelim masamızdaki ilginç isimlere…
Avukat Hildebrecht Braun, öğrencilik yıllarında bir yandan hukuk fakültesine devam ederken yaz tatillerinde Türkiye, Suriye ve İran’a ticaret amaçlı birçok kez gitmiş. Söylediğine göre kamyon satışı yapıyor. Türkiye’de görmediği şehir neredeyse yok. İsimleri bir anda sayıveriyor, İstanbul, Ankara, Erzurum, Mersin, Adana… Bana nerede doğduğumu ve nerede yaşadığımı sordu. Memleketim Artvin’i hemen haritadan bulup gösterdi. Türkiye’nin siyasi sorunlarını da yakından takip ediyor. Gazetecilik okuduğumu söyledim. “Ama başörtüsüz okudun değil mi?” dedi. 28 Şubat döneminde yaşananlara dair bile fikri vardı. Dilim döndüğünce üniversiteyi zaten başörtüsüzken kazandığımı, ama genç kızlara yapılan haksızlıklara yakından tanık olunca bu olayların sonradan başörtüsü takmama neden olan olaylardan biri olduğunu anlatmaya çalıştım.
Avukat Braun, Erdoğan’ı ve politikalarını da çok iyi biliyordu. Avrupa’da tanıştığım birçok isimden duyduğum eleştiriyi o da yineledi: “Erdoğan ilk başladığı dönem gibi devam etseydi Türkiye için çok iyi olacaktı ama çizgisi değişti. Türkiye için bu değişiklik iyi olmadı. Türkiye cezaevlerinde neler olduğunu biliyorum, orada yapılan haksızlıkları kimse anlamıyor. Türkiye, Türk insanı ve insan hakları bizim çok önemli.”
1980’li ve 90’lı yıllarda Alman Milli Basketbol takımında oynayan, şu anda ise özel bir okulda Almanca öğretmenliği yapan Franz Buchenrieder KHK’lılara da Almanca dersi veren bir isim. Politik duruşu nedeniyle NBA oyuncusu Enes Kanter’i çok beğeniyor, Gülen’i ve İslam’ı da merak ediyor. Buchenrieder ve Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden ihraç edilen KHK’lı Prof. Dr. Kamil Seyrek yakın dostlar. Nasıl olmasınlar…
Prof. Dr. Kamil Seyrek, Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesini bitirdikten sonra, 1995’te YÖK bursuyla Almanya’ya doktora yapmaya gelmiş ve Münih’teki Ludwig-Maximilians Üniversitesi’nde biyokimya bölümünde doktorasını eğitimini tamamlayıp 1999’da ülkesine hizmet etmek için geri dönmüş. On yıl Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde, 6 yıl da Balıkesir Tıp Fakültesinde klinik biyokimya alanında ders vermiş. 15 Temmuz’dan sonra ise Meriç üzerinden Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmış. Şu anda Magdeburg Üniversitesinde araştırmacı olarak görev yapıyor.
Diyalog gecesinde Seyrek’in bir yanında Ludwig-Maximilians Üniversitesi’nden doktora hocası Herbert Kaltner diğer yanında ise Buchenrieder vardı. Yıllar sonra tekrar bir araya gelmişlerdi. Yetişmiş insanların, profesörlerin Türkiye’de hapse atıldığı bir dönemde en çok onlar sahip çıkmış Seyrek’e. Aklımda bir yandan KHK’lılara yapılan ciddi haksızlıklar, diğer yanda da Avrupa’da ve dünyanın her yerinde atılan yeni adımlar… Belki de böyle olması daha iyi oldu. İnsanlığın sevgiye, kardeşliğe, hoşgörüye, birlik ve beraberliğe ihtiyacı var. Umarım bu tür diyalog programları bir nebze de olsa buna bir katkı sunabilir.