SOSYAL İLİŞKİLERDE KURAN’IN TAVSİYELERİ-1
Hepimiz etrafımızdaki kişilerle, samimi, içten ve uzun süreli dostluklar kurmayı arzularız. Bunun için güzel başlangıçlarda yaparız. Onlara hediyeler alır, gülücükler dağıtır, iltifatlar yağdırırız. Fakat her nasılsa, bir yere kadar güzel giden ilişkiler, bir noktadan sonra kötü gitmeye ve bozulmaya başlar. Öyle ki bazen büyük kavgalarla sona erer. Peki ilişkilerimiz neden sona erer, anlaşmazlıklar nasıl başlar. Gülücüklerle ve iltifatlarla başlayan ilişkilerimiz nasıl oluyor da kavgalarla neticeleniyor.
Kuran’ı Kerim, bize insani ilişkilerimizde uymamız gereken temel kuralları hatırlatıyor. Özellikle Hucurat suresi adeta sosyal kurallar manzumesiyle dolu. Biz, bugün burada Hucurat suresinin on ikinci ayetini üç bölümde ele alacağız.
BİRİNCİSİ: Kötü Zanda Bulunmak:
Allahü Teala, sosyal ilişkilerimizi düzenlemek adına, biz müminlere hitap ederek:
‘’Ey İman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.’’ Buyurur. Ayette geçen ‘Zan’ iyiye ve kötüye ihtimali bulunan bilgidir. Kesinliğe ve gerçekliğe dayanmaz. Kesin olmamakla birlikte insanda oluşan bir kanaat de vardır. İşte içimizde bir kişiyle alakalı gerçek bir bilgiye dayanmayan, iyi bir kanaat oluşursa ona ‘Hüsnü Zan’, kötü bir kanaat oluşursa, ona da ‘Sui Zan’ denir.1
Müminlerin birbirine karşı daima iyi niyet ve hüsnü zan beslemesi gerekir. Allah Resulü ‘İyi ve güzel zan imandandır.’ Buyurmuştur. Temel de esas olan kişinin; Allah, Resulü ve bütün müminler ve aksine sebep olmadıkça bütün insanlar hakkında hüsnü zan beslemesi gerekir. Bazen başka çare kalmayınca, son çare olarak zanna dayanarak hüküm verme ihtiyacı olur.
İnsanın yakınlarıyla olan ilişkileri, içinde taşıdığı kötü zannı kontrol edememesi sebebiyle bozulmaya başlar. Kesin bilgisi olmadığı, yeterli delili bulunmadığını halde kafasında, başkasıyla ilgili kötü düşünceleri biriktirir. Nefis, bir kere o yola girdi mi, kalpte kötülük kazanı kaynamaya başlar, duramaz şeytanın da vesvesesiyle o yarım yamalak bilgiyi etrafına yaymak ister. Kuran ise bu kötü kanaati daha dışarı çıkmadan, etrafı tutuşturmadan havasız bırakılan ateş gibi kendi dumanında boğmak ister ve ‘Zannın bir kısmı günahtır.’ buyurarak yasaklar. Yasaklar ki, kesin bilgiye dayanmayan bu iftira ve bühtan etrafı kasıp kavurmasın. Ve onu uyararak: ‘’Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi ondan sorumludur.’’2 Buyurulur. Ayrıca Allah Resulü, ‘’Kişiye her duyduğunu söylemesi günah olarak yeter.’’3 Demektedir. Normal hallerde, müminlerin yapması gereken şey, bırakın sui zanna dayanarak birisine iftira atmak, bilakis kendisine böyle zanna dayalı bir bilgi gelirse reddetmektir. Nur suresinde, sui zanna dayalı haber kastedilerek ‘’Bunu işittiği zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsnü zan beslemeleri ve ‘Bu apaçık iftiradır’’ demeleri gerekmez miydi? Buyurularak bu çeşit kesin bilgiye dayanmayan iftiralara karşı alınması gereken tavır belirtilmektedir.
Bu saydıklarımız dışında ise açıktan günah işleyen ve bunu zevkle sağda solda anlatan, günahıyla tanınmış facir kişiler hakkında sui zan günah değildir. İşte ilişkilerimizi bozan ilk madde budur.
İKİNCİSİ: Ayıp ve Kusurları Araştırmak: Kişi, birisi hakkında sui zanda bulunur ve bunu başkasına anlatmazsa ve yine içinden de bu bilgiyi silmezse, ikinci aşamaya geçer. Yani içinde bulundurduğu kötü düşünceye delil aramaya başlar. Artık durum daha da ciddileşir. Kötü düşünce, ayıpları araştırmaya; Kurani ifadeyle ‘Sui zandan, Tecessüs’ boyutuna sıçrar. Nefis artık kötü zan beslediği kişinin gizli kalmasını istediği hallerine vakıf olmaya çalışır. Kusurlarını ortaya dökmeye uğraşır. (DEVAM EDECEK)
Hizmetten | Mithat Tayyar