Kâinatın İftihar Tablosu (sav), Hira’dan Hakkın gür sesi olarak dönüp ilahi mesajları anlatmaya başladığında Mekke’nin yiğitleri nuru arayan kelebekler O’na (sav) doğru pervaz etmeye başladılar. Bunlar Mekke’nin saygın gençleriydiler.
Elini ilk uzatıp “seninleyim… Her ne pahasına olursa olsun” diyen Hz Ebubekir (ra) idi. Mekke’nin gurur duyduğu insandı Hz Ebubekir. Onun tasdiki onu tanıyanların kalbinde ayrı bir emniyet hasıl edecekti.
Hak gelir, kuytu köşeleri nuruyla aydınlatmaya başlar da batılın temsilcisi yarasa gözler bundan rahatsız olmaz mı? Mekke’de kurdukları menfaat odaklı şebeke daha ilk günlerde Efendiler Efendisi’ni (sav) hain ilan etmişti. Bu kadim bir gelenekti. Hakkı, hukuku, doğruyu haykıran; mazlumların sesine kulak veren, zalimlerin karşısına dikilen kahramanlar tiran ve avenelerinin korkulu rüyası olmuş, asıl hainler tarafından tarihin her döneminde hain ilan edilmişlerdir.
Hz Nuh (as) devrin zalimi Dermesil ile yaka paça olmuş, Hz İbrahim’in karşısına Nemrut dikilmiş, Hz Musa (as) firavunla amansız bir mücadeleye girişmiş, Hz İsa (as) ise din perdesi altında bir sömürü sistemi kurmuş olan hahamlarla karşı karşıya gelmişti.
Şerefli İslam dininin nurunun parladığı günlerde de batılın o asırdaki temsilcileri Ebu Cehil ve şürekası düşman kesilmiş hak ve hakikate… Ve iyiliği yok etmek için var güçleriyle saldırmışlar “Rabbim Allah” diyen masumlara…
Neden bir avuç insana ellerindeki tüm gücü kullanarak saldırıya geçmişlerdi? Oysa Mekke’de herkes istediği tanrıya inanıyor, istediği nesneyi ilah kabul ediyor kimse de buna müdahale etmiyordu. Bir yetimin omuzlarına bina edilen ve ilk müntesiplerinin o günün telakkisi ile köleler ve zayıflar olduğu din neden şehrin ve şehri idare edenlerin tek gündemi olmuş ve inananlar düşman ilan edilmişlerdi?
Elbette birçok sebebi olmakla birlikte temel nedenin putların kutsal kabul edilmesi üzerine kurdukları menfaat yapısının temelden sarsılması olduğu söylenebilir. Evet sistemleştirdikleri kötülüğün zakkum misal meyveleri ile beslenen çete, putlarla zihinleri efsunlamış ve toplumu adeta sanemlerin beşiğinde uyutmuşlardı.
Mekke müşrikleri putlara ilah diyerek hukuksuz bir ortam oluşturmuşlar; heva ve heveslerini putlar vasıtasıyla konuşturmuşlar, hukuka tâbi olmak nefislerine ağır geldiği için İslam’ı kabul etmemişler ve kendilerince mücadeleye girişmişlerdi. Allah’tan başka ilah olmadığının kabulü, hukukun üstünlüğüne tâbi olmak demek mânâsına geliyordu ki bu, o günün tiranları için çok ağır bir şeydi, zira taptıkları bir tanrı değildi; kimilerinin üzerinden geçindiği ekmek teknesi, kiminin üç beş kuruş dünyalığı elinden gitmesin diye hakkı unutup bâtılı sembolleştirmesiydi putperestlik.
Onlar konuşmayan, hüküm koymayan, adaletten bahsetmeyen, “Zulmederseniz karşılığını iki dünyada da görür ve kaybedenlerden olursunuz.” demeyen, hâsılı eylemlerine sınır koymayan taş parçalarına “tanrı” diyerek ezdikleri ilk şey hukuk ve adalet olmuş ve bu çarpık yapı ile tiranlaşmış zenginler ve güçlüler âdeta bir imparatorluk kurmuşlardı. Hevayı ilah edinmenin anlamı, Allah’tan gelen emirleri ve O’na (celle celâluhu) uyularak yapılacak kulluğu bırakıp kendi nefsine uymak ve o doğrultuda günahlara dalarak dünyalık tutkularla yaşamaktır.[1]
O (sav) “Lâ ilahe illallah” diye haykırdıkça bir insan ölüm uykusundan uyanıyor hakikate gözlerini açıyor ve kötülük imparatorluğunun sarayındaki çatlaklar büyüyordu. O (sav) hak yolunda adım attıkça batıl sistemin merkez üssünde depremler oluyor, İslam’ı yok etmek için Dar-ün Nedve’de plan üstüne plan yapanların yüreklerini akıbetleri ile ilgili korku esir alıyordu.
Bunun için fiziki güce müracaat ettiler. Kalemle ilimle hakikatle mücadele edemeyince; kılıca boykota, işkenceye sarıldılar. Vicdansızlığı organize eden çete, üç beş kuruş dünyalıkla uyuttukları topluluğun omuzlarına basıp onlardan cesaret alarak hakkı temsil edenleri hain hatta mürtet ilan edip onlara her türlü zulmü reva gördüler.
Ancak her türlü baskıya rağmen durdukları yerin meşruluğuna inanan birkaç insan omuz omuza verip insanlığın bahtına bir cennet müjdesi olup düştüler. Hiç durmadan yürüdüler, küfrün granitten kalelerine Allah’ın adıyla… Ve yüzyıllara rehber oldular duruşlarıyla…
Vakt-i merhunu gelince de Kur’ân’ın çağları aşan müjdesi tecelli etmiş, gelen Hak ve hakikatler bâtılı ve üzerine kurulu sistemleri hak ettikleri yere yollamıştır.
Hakkın galip geleceği müjdesi bu asırda da tecelli edecektir. Zira hakkı tutup kaldıranlar Kur’an, sünnet ve hukukun sınırlarını ihlal etmeden; aktif sabırla mücadelelerine devam ediyorlar. Kendilerine örnek aldıkları Nebileri (sav) ve sahabeler gibi musibetlere katlandıkça Allah’ta (cc) onların Hizmet’ini katlıyor.
Ne mutlu şu bahtiyarlarla yol yürüyenlere…
Konu ile ilgili görüntülü sohbeti burayı tıklayarak izleyebilirsiniz
[1] https://caglayandergisi.com/2022/07/01/hak-gelip-putlar-devrildiginde/