Küfrün Bir Yüzü

Yazar Egeli

Küfr; Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük etme anlamında bir kelime. Bir hareke farkıyla kefr, herhangi bir şeyin üzerini örtüp gizleme mânâsına gelir ki, tohumun toprağın bağrında, tomurcuğun da yapraklar arasında saklanması bir kefr olduğu gibi, onca delil, şahit, nimet, ihsan.. gibi inanma ve sevme sâiklerine rağmen insanın, bütün bunları görmezlikten gelerek Allah’ı inkârı ya da O’na karşı alâkasız kalması da hem bir küfür ve küfran hem de tam nankörlüktür.

Din açısından küfür, başta Allah inancı olmak üzere iman esaslarının bütününü veyahut bir kısmını inkâr etmeye denir ki, temelde, âfâkî-enfüsî şahitleri görmeme, her yandaki işaret ve işaretçilerden bir şey anlamama, hissetmeme gibi bir körlük, bir sağırlık, bir kalbsizlik ya da değişik sebeplerle bir inat, bir tuğyan ve bir temerrüdün mevcudiyeti demektir. Sebep ne olursa olsun, gönlünde küfür tohumu bulunan biri bu hissini; düşünceleri, sözleri ya da tavırlarıyla açığa vurunca kendini belli etmiş olur. Burada, küfrün temel esprisine ters bir açığa vurma söz konusu olsa da, ‘nefsü’l-emir’deki hakikatin örtbas edilip, hilâf-ı vakiin ilan edilmesi açısından yine de bir gizleme, bir saklama ve bir setretme var sayılır ki, isterseniz siz buna hakikati gizleyip O’nun hilâfını ilan etme de diyebilirsiniz..

İman; inanılması gerekli olan şeylere tam bir bölünmezlik içinde inanıp iz’anda bulunmanın unvanıdır. Küfür ise, bunlardan herhangi birini kabul etmemenin adıdır. İman, bütün inanç esaslarının eksiksiz kabul edilmesinden ibaret bir fenomen olmasına karşılık küfür, bunlardan tek birinin olsun inkâr edilmesiyle gerçekleşebilen bir hâdisedir. Bu itibarladır ki, imanla küfür sadece birbirine zıt değil, aynı zamanda birbirinin tersidirler. Dolayısıyla da bunlar için hiçbir zaman bir ortak nokta ve orta çizgi söz konusu olamaz.. evet ‘el-menziletü beyne’l-menzileteyn’ Kur’ân mantığına ters mesnetsiz bir iddiadır. Bir insan ya kâfirdir ya da mü’min. Günah, insanı imandan çıkarmadığı gibi, bazı cürüm ve cinayetler de, Hak’tan uzaklaşmaya birer vesile teşkil etseler de, kat’iyen küfür sayılmazlar.

İman, insanı değerler üstü değerlere yükselten fevkalâde önemli ve hayatî bir intisabın unvanı; küfür ise, onun zıddı ve tersi olarak içine düşen talihsizi değersizliğe mahkûm eden ve onun ufkunu karartan korkunç bir olumsuzluğun adıdır. İman, en baş döndürücü irtifaların bile ona nispeten kuyuya dönüştüğü semavî bir yükseklik ve zirve; küfür ise, en derin kuyuların bile onun yanında kubbeleştiği ürperten bir çukur ve göçüktür. Yakasını ona kaptıran bir talihsiz, ömür boyu hep bir uçurumun kenarında bulunuyor gibi sürekli ürperir, titrer; vicdanındaki boşluğu bir gayya, bir Cehennem gibi duyar ve ölümü de her zaman ebedî bir yıkılıp gitme şeklinde hisseder. Tabiî ötede de, burada duyup hissettiklerinin tecessümüyle karşılaşır ve bir lanetlik gibi gezdiği hemen her yerde lanet sağanaklarına maruz kalır. ‘İnkâr edenler ve hayatlarını inkârla noktalayanlar var ya, işte ötede, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetleri üzerlerine olanlar onlardır.’ (Bakara, 2/161) gerçeğini gözleriyle görür ve çırpınır durur bir boşluk içinde; ne tutunacak bir dal bulabilir, ne de şefkatle kendine uzanan bir el. Vurunur, döğünür bir çaresizlikle.. ve çığlık çığlıktır sürekli ama; artık hiçbir şeyin fayda vermeyeceği de açıktır.. evet ‘İnkâr edip küfre düşenlerin ne mallarının ne de evlatlarının o gün, Allah’ın vereceği cezayı savma adına hiçbir yararı olamaz/olmayacaktır.’ (Âl-i İmran, 3/10)

Aslında, küfürle karartılmış bir ömrün ya da çiçeği, meyvesi dökülmüş bir hayatın, bu dünyada cezası vicdan azabı, sürekli boşluk ve tasa; ötede de bütün bu menfî mülâhazaların tecessümünden ibaret olan pek çok hasret ve hicran buutlarıyla cehennem ateşidir. Evet, küfürle geçen bir hayatın içinde, muvakkat bir zevk ve lezzete bedel her zaman dünyalar kadar elem, keder, hasret ve hicran mevcuttur. Bir yerde, Bediüzzaman Hazretleri’nin de belirttiği gibi, bütün varlığa halife olabilme payesiyle şereflendirilmiş bulunan insan, hayattan lezzet alma noktasında, arıdan, sinekten daha aşağı ve örümcekten daha iktidarsızdır. Onun bütün kıymet ve değeri Allah’a imanında ve O’na intisabındadır. Ama ne acıdır ki, küfürle bütün bu güç, kuvvet, zenginlik ve ötede namzet olacağımız her şeyi kaybeden bir talihsizin nazarında, geçmiş ve gelecekle beraber işte bu iman bir masal sayılmakta ve ebedî mutluluk da bir aldatmaca kabul edilmektedir. Aslında böyle inanıp böyle düşündüğü için çok defa onun hep yokluk hafakanlarıyla kıvranıp durması ve ‘Şu vahşetgâha geldim ama bin pişmanım.’ deyip inlemesi kaçınılmazdır.

Ne var ki o, kimi zaman mâlâyâni şeylerle kendini avutmaya çalışır; kimi zaman ‘çare’ der lehviyata sığınır ve hayat-memat realitelerine karşı ömrünü hep körler-sağırlar gibi geçirir. Ama nafile.. her zaman çevresinde, kafile kafile arkasından göçüp gidenlere muttali oldukça, ufkuna sürekli matemler yağar.. canlı-cansız her şey ona yetimler gibi görünür.. her tarafta yokluğun hırıltılarıyla ürperir.. ve hele bir de ruhundaki öldüren bu boşluklara, kalben alâkadar olduğu kimselerin hasretleri, hicranları da inzimam edecek olursa işte o zaman bütün bütün kamburlaşır, iki büklüm olur ve kendini kahreden öyle bir yalnızlığa salar ki, bir daha da ya geriye döner ya da dönemez.

Evet, yol olarak inançsızlığı seçmiş bir talihsizin nazarında, yaşamak iç içe hasret, hicran ve gurbet; ölüm de ürperten bir yokluktur. Her zaman, beklenmedik bir sürü hâdisenin sürpriz tehditleriyle karşılaşma durumundaki böyle bir bahtsızın, her adımda ayrı bir irkilme duyacağı ve sürekli ürperip duracağı açıktır. Aslında bütün bunlar, bir inançsızın küfürle kirlenmiş dünya hayatından sadece birkaç satır.! Onun adına öbür âlemi düşününce dillerimiz tutulur, başlarımız döner ve kendimizi bir dehşet murakabesi içinde buluruz: Evet böyle biri için öbür âlem, buram buram hicap ve pişmanlık terlerinin döküldüğü meçhul bir alan, haşyetle herkesin ürperdiği müthiş bir Arasat, solukları kesen bir sorgulama arenası, geçilmesi çetinlerden çetin bir köprü ve aşılması zorlardan zor öyle bir akabedir ki, bunlardan her birisi tek başına insanı çıldırtacak birer hâdise sayılabilir.

Evet, eğer bir insan kalbini küfürle kirletmiş, düşüncelerini hevesata bağlamış, insanî melekelerini de nefsinin yedeğine vermişse o, göklerin üveyki olmaya namzet iken, kolunu-kanadını kırmış, yerlerde sürüm sürüm bir sürüngen hâline gelmiş ciğeri kan içinde bir talihsizdir. Bütün hayatını cehenneme çevirmiş böyle birinin: ‘Hürüm, serâzâdım, kendi hayatımı yaşıyorum..’ gibi tesellileri ise realite plânında hiçbir şey ifade etmeyeceği açıktır. Farkında olsun olmasın o, şeytanın azat kabul etmez kölesi hâline gelmiş ve nârı nur zannetmekte, yakını uzak sanmakta, kısayı uzun görmekte ve gelip geçici şeylerin ötesinde de hiçbir şeyi sezememektedir.

Her şeyi maddeye bağlayan, maddeyi de yenilmez, değişmez bir güç kabul edip Yüce Yaratıcı ve O’nun sonsuz ilim, irade ve kudretini görmezlikten gelen böyle biri, hayatını da tabiatın dar kuralları içinde yorumladığından, kendi ilmi, iradesi ve inkişaf kabiliyetleri adına, genişi daraltmış, nihayeti olmayanı sınırlandırmış ve her şeyi bugün ve bugünün şartlarından ibaret olan dar bir alana sıkıştırmak suretiyle, geçmişsiz, geleceksiz bir hayatın boynu tasmalı, ayağı prangalı kölesi hâline gelmiştir. Böyle birinin, temkinsiz, dikkatsiz, dünsüz, bugünsüz muvakkat bir hayatın ‘hay-huy’u içinde ömrünü -Nurlar’daki beyan çerçevesinde- israf edeceği ve meyhanelerle, kumarhanelerle, hapishanelerle hayat ufkunu karartacağı açıktır. Ne acıdır ki, netice itibarıyla cennetlere namzet bir mahiyette yaratılan bu insan, onca istidât, kabiliyet ve donanımına rağmen cehenneme ehil hâle gelmekte, göz göre göre Allah’a götüren şehrahtan çıkarak şeytanî mülâhazaların patikalarında sürüm sürüm olmakta, elindeki kevser dolu kadehleri müskirat kâseleriyle değiştirmekte, diriler arasında ölüler gibi yaşamakta ve ömrünü cismanî iştihaların gayyasında körler ve sağırlar gibi geçirmektedir.

Tamamen bir şeytan yolu olan küfür çıkmazı, ırmak başında insanı susuzluktan öldüren, bahar mevsiminde ruhları hazan tasasına boğan, gündüzün rengini karartıp geceleri kabre çeviren öyle ifritten bir yoldur ki, o yolun âb-ı hayatı hicran ve gözyaşı, neticesi hasret ve nedamet humması, vadettiği de bir serap ve öldüren bir azaptır. ‘Hayatlarını küfre bağlamış olanların hâli, ıssız çölde serabı su zanneden susamış birinin hâline benzer ki, gelip ona ulaştığını sandığında, orada su namına hiçbir şey bulamaz/bulamayacaktır…’ (Nur, 24/39) Bulamama bir yana, sürekli olarak, hiç de arzu etmediği şeylerle karşılaşacak, hicranla kıvranıp duracak ve nedamet duygularıyla yutkunarak: ‘Yâ Rab, (diyecek) ne olur beni dünyaya geriye gönder de, zayi ettiğim ömrümü telafi yolunda iyi işler işleyeyim…’ Bu hicranlı talebe verilen cevap fevkalâde müskittir: ‘Hayır, hayır! Bu onun söyleyip durduğu bir kısım lakırdıdan başka bir şey değildir.’ (Mü’minûn, 23/99-100)

Bundan sonra artık o, zülâl yerine zakkum yudumlayacak.. ‘Yandım!’ dedikçe, hasret ve hicranları daha bir artacak.. serinleme beklediği her yerde ocaklar gibi yanacak ve işte her şeyini kaybettiği böyle bir noktada, nerede, nasıl yanlış yaptığını anlayacak ama, ‘ve ennâ lehü’z-zikrâ’ fehvasınca böyle bir anlama da pek bir işe yaramayacaktır.

Sızıntı, Haziran 2000, Cilt 22, Sayı 257  M.Fethullah Gülen

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy