Kitap mı, Yoksa Sosyal Medya mı? | RECEP ATICI

Yazar Recep Atıcı

Fırsat buldukça Üstadımız Bediüzzaman’ın deyimiyle, “ibret için” uygun bir filim veya dizi bulup izlemeye gayret ediyorum. En son izlediğim dizilerden birinde reytingi düşmüş bir TV kanalının yayın koltuğuna oturtulan bir yönetmen şöyle diyordu: “Artık insanlar eskisi gibi haberleri TV’lerden değil, sosyal medyadan öğrenmeyi tercih ediyor.”

Evet, bugünkü nesillerin artık kitap veya köşe yazısını okumaya tahammülleri yok. Daha çok sosyal medya üzerinden bu susuzluklarını gidermeye çalışıyorlar. Halbuki ister sosyal medya olsun isterse daha farklı görsel yayınlar olsun hiçbiri kitabın veya yazılı metnin yerini tutmaz. Yaşadığımız şu Avrupa ülkelerinde her şeye rağmen hâlâ kitap okuma revaçta. İstenilen keyfiyette olmasa da ben de okuma alışkanlığımı giderme adına henüz mürekkebi kurumamış birkaç kitap sipariş ettim. Bunlar, Harun Tokak Bey’in, “Ben Mekke, Ben Medine ve Ben Kudüs” kitapları.

Harun Hocamın bu güne kadar yazdığı yazılarının hepsini okumuşumdur. Zira onun kaleminde nasıl bir iksir varsa başladığım zaman kendimi alamıyor, sonunu getiriyorum. Bunu sadece ben söylemiyorum, kendisinin “Yoldakiler” kitabına önsöz yazan Yavuz Bülent Bakiler’de aynı şeyi söylüyor. Diyor ki; “Elime aldığım bir kitabın kelimeleri, bana anne sıcaklığı gibi, sevgili yüzü gibi ve memleket türküleri gibi gelmeli… Harun Tokak’ın, iki kitabı, beni, anlatılmaz bir çekim kuvvetiyle kendisine bağladı. Bağladı da ne demek, ‘Önden Giden Atlılar,’ zaman zaman gözyaşlarımla ıslandı. İkinci kitabı olan ‘Yoldakiler’ ise, bitirinceye kadar elimden düşmedi. Yoldakiler’de, Önden Giden Atlılar’da beni adeta bir anafor gibi birdenbire içine çekti.”

Evet, bu kitaplardan “Ben Mekke” adlı eserini okumaya başlayınca ben de Bakiler’in dediği gibi zaman zaman gözyaşlarımı tutamadım ve kitabı elimden bırakamadım. Aslında ismini verdiğim bu üç kitap Efendimiz (s.a.s.)’in ziyaret edilmesini tavsiye buyurduğu üç mescidin bulunduğu beldelerdir. Şöyle ki; Efendimiz (s.a.s.)’den Hz. Ebû Hureyre (r.a.)’in rivayet ettiği: “İbadet için sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Beytü’l Makdis (Mescid-i Aksa)…” (Buhari, Mescidü Mekke; 1, 6).

İşte, bahsini ettiğim bu üç kitap, bu üç mübarek beldeyi anlatıyor. Bu beldelerde hayata geçirilen dini ahkama ve literatüre girmiş kelime ve kavramlar, bu eserlerde birer insan gibi dile getirilmiş ve kavramın içini dolduran hadiseyi anlatıyor. Mesela; Müzdelife, Safa, Merve, Mina… gibi, Hücre-i Saadet, Muhacirler Sütunu, Tevbe Sütunu… gibi benim bile bunca yıl sonra bu kitaptan öğrendiğim kavramlar gür bir sadâ ile bu eserlerde kendilerini anlatıyor. Aslında şimdilerde “Z Kuşağı” adı verilen yeni nesillere veya onları takip eden nesillere bu kitaplar rehberlik amaçlı mutlaka okutulmalı.

Avrupa’da dinin en belirgin şiarlarından olan ezana hasret nesillerimizin bu kitaplarda bahsi geçen kutsal mekanları bilmeleri elbette mümkün değildir. Ayrıca bu üç mukaddes beldede adından bahsedilen bir çok makam ve mevki dinin hükümleri içinde yer almaktadır. Ancak elindeki dijital aletler vasıtasıyla zihinleri darmadağınık durumdaki çocuklarımız dinin hükümleri içinde yer alan bu kavramlara kendi kendilerine ulaşamazlar. İsterseniz evlerimizde; ‘Mina’ deyince, ‘Suffe’ deyince çocuklarımız ne anlıyor bir soralım.

Bazen insan elinin altındaki en yakın kaynağı dahi aramayınca bulamaz. Bulsa da üzerinde tahşidat yapılmayınca bazen kapağına bakar geçer. Halbuki bu üç eser, elimize aldığımız zaman bizi bir anne şefkatiyle kucaklıyor. Bir eskimeyen dost edasıyla karşılıyor. Ebedi saadet yolunda rehberlik eden bir kılavuz gibi yolumuza ışık tutuyor.

Bu yüzden diyorum ki bu eserler, mutlaka rehberlik amaçlı kütüphanelerimizde yerini almalı. Bazen çay sohbetlerinde açıp kitaptan bir bölüm okunabilir. Ama mutlaka okunması için tavsiye edilmeli. Bu kitapların yazarı elbette “Bu kitapları okutsanız veya tavsiye etseniz” diyemez. Bizler, elimizdeki bu mücevherlerin kıymetini takdir etme adına yeni nesillerimize bu eserleri kahve tadında ikram etmeliyiz. Çocuklarımıza yeterince rehberlik yapılamıyor türünden şikâyet etme yerine Necip Fazıl merhumun ifadesiyle “Kim var?” denildiğinde, sağına ve soluna bakmadan “ben varım!” deyip kendi çocuklarımıza bu tür kitapları okutarak rehberlik yapabiliriz. Tabi kendi okumamızı ihmal etmeden.

Evet, toplum olarak genellikle elimizi taşın altına koyma yerine sızlanmayı daha çok seviyoruz. Halbuki “Bu iş benim işim” deyip meselemize sahip çıkmak zorundayız. Elbette her konuda olduğu gibi bu hususta da ümitsiz değilim. Bizim insanımız düştüğü yerden kalkmasını bilir. Bu sefer de “Vira Bismillah” diyerek yeniden silkinip kendine gelecek ve aslına dönecektir Allah’ın izniyle.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy