Kendi Küllerinden Yeniden Doğmak!.. | RECEP ATICI

Yazar Recep Atıcı

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Zümrüd-ü Anka, diğer adıyla Simurg, Bilge Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş…

Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesi imiş… Diğer kuşlar bu yüzden Zümrüd-ü Anka ne derse inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Ancak kuşlar dünyasında çıkmaz ayın on beşinde olağan üstü bir durum olmuş ve her şey ters gitmiş. Onlar da kendilerini bu durumdan kurtarması için Zümrüd-ü Anka’yı beklemeye durmuşlar.

Ne var ki, Zümrüd-ü Anka günlerden bir gün ortadan kaybolunca diğer kuşlar endişeye kapılmış ve her yerde onu aramışlar. Derken bir gün uzak bir ülkeden gelen bir kuş sürüsü onun kanadından bir tüy bulup getirmiş. Onun hala yaşadığını anlayan diğer bütün kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte onun huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak onun yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden aşkın yedi vadi…

Bunlar; İstek, Aşk, Ayrılık, Hırs, Kıskançlık, Şaşkınlık ve Yokluk vadileri imiş!..

Kuşlar, bu vadileri geçebilmek için hep birlikte yükseklere doğru doğru kanat çırpmaya başlamışlar. Ancak bu yolda gitme arzu ve isteği az olanlar, dünyevi şeylere takılmışlar. Daha işin başında birer birer dökülerek kazanma kuşağına bile giremeden kaybetmişler…

Onlardan geri kalanlar uçmaya devam etmiş. Ancak onların da bir kısmı Talut’un ordusu içindeki bazı askerlerin[1] içtikleri suyun tesiriyle savaşmaktan vazgeçtikleri gibi bunlarda Aşk Deniz’ini geçerken usanmış ve yerinde kalakalmışlar…

Onlardan bir diğer kısmı ise Ayrılık Vadisi’ne kadar gitmiş fakat bu yol git git bitmiyor diyerek yarı yoldan geri dönüp ayrılmışlar…

Biraz daha azimli olup yola devam edenlerden bir kısmı ise Hırs Ovası’na kadar yol almışlar. Ancak orada azimleri hırsa dönüşmüş ve her biri hırslarının kurbanı olup düz ovada takılıp yolda kalmışlar…

Yola devam edebilenlerden bir diğer kısmı ise Kıskançlık Gölü’ne kadar uçmayı başarmışlar. Ne var ki onlardan bir kısmı daha bu gölün kıskançlık girdabında boğulmuşlar…

Evet Zümrüd-ü Anka’yı aramaya çıkan bu kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalmış, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden… Kimi hırslanıp ovaya takılmış, kimi de Aşk Denizi’ni geçmiş olmasına rağmen gölün girdabında boğulmuş…

Bu kuşların içinde sizin de adlarını bildiğiniz Bülbül ilk olarak geri dönmüş, güle olan aşkından vaz geçemediği için…

Papağan o güzelim konuşmasını bahane ederek gitmekten vaz geçince kafese kapatılırmış…

Kartal, kendini yükseklerde görüp Kral koltuğunu bırakamamış…

Şahin yerdeki mısır tanesini görecek kadar keskin gözüne güvenip kendi benliğinde kaybolmuş.. Baykuş kendi yıkıntıları arasında meşgul iken sürüden kopmuş…

Balıkçıl kuşu bataklığında çamura battığı için oradan çıkıp yoluna devam edememiş…

Velhasıl her biri kendi Mefisto’sunun peşine düşüp Faust’un oyununa gelmiş…

Buraya kadar uçabilenler arkalarına baktıklarında sayılarının gittikçe azaldığını görmüşler… Ama olsun ‘Görelim Mevlâm neyleri Neylerse güzel eyler’ diyerek yola devam etmişler. Fakat bir müddet sonra akıllarını bir ağ gibi çepeçevre kuşatan Şaşkınlık Vadi’sine geldiklerinde onlardan bir kısmı daha şaşırıp yol yorgunluğuna düşmüş ve menzile varamamış…

Geride nerdeyse sayılabilecek kadar az bir kuş kalmış. Onlar da, bütün bu olup bitenleri ‘Yolun Kaderi’ diyerek göğüslemeye çalışmış. Ama maalesef onlardan bir kısmı daha ‘bu yolun kaderini’ kaldıramamış ve Yokluk Vadi’sine geldiklerinde umutlarını yitirmişler. Bu da onların ümitsizlik ateşine düşüp yanmasına ve dolayısıyla yok olmalarına sebep olmuş…

Kaf Dağı’na vardıklarında geriye kala kala otuz kuş kalmış. Bu babayiğit kuşlar sonunda Zümrüd-ü Anka’nın yani Simurg’un sırrının sözcüklerde gizli olduğunu anlamış ve o sırrı da şöyle çözmüşler: Farsça “si”, otuz demekmiş… “murg” ise kuş anlamına geliyormuş…

İşte Simurg’un yuvasını bulunca o zaman öğrenmişler ki; “Simurg”  otuz kuş demekmiş. Bir miktar hayret yaşadıktan sonra kendilerinin Simurg yani Zümrüd-ü Anka olduklarını anlamışlar. Dolayısıyla onların her biri birer Zümrüd-ü Anka imiş. Gökte aradıkları Sultan’ın, aslında bir bir kendileri olduğunu bu sırrı çözünce kavramışlar. Böylece buraya kadar kat ettikleri ve bundan sonra gitmeleri gereken asıl yolun ise Yunus’un; “Bir ben vardır benden içerü” dediği iç âlemlerine doğru yapılması gereken yolculuk olduğunu anlamışlar.

Evet, oturup Zümrüd-ü Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık vadisini geçip, yokluk çöllerinden yol bulup bize takılan maddi manevi kanatlarımızla uçmayı sürdürmeli ve böylece ‘kendi küllerimizden yeniden doğmalıyız.’ Bu da “Derhal Yaratıcınıza tevbe edin! Allah yolunda nefislerinizi öldürün! Böyle yapmanız sizin için Yaratan nezdinde daha hayırlıdır. ”(Bakara, 2/54) fehvasınca kendimizi bu uğurda yakıp yok etmeliyiz Yoksa, bu temsilde olduğu gibi her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayız.

Şimdi kendi gökyüzümüzde gerçek Simurg’lar olmayı becerenlerle beraber, Anka’ya dönüşme isteğiyle uçmak zamanıdır…

[1] (Bakara; 2/249)

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy