Kalbin Şifresi | MEHMET YILDIZ

Yazar Mehmet Yıldız

Büyük bir metropolde yaşıyordu. Arada bir görüşüyorduk. Birlikte geçirdiğimiz zaman dilimleri berekete vesile oluyordu. Hayatın çemberinden geçmiş, ticaretin zirvelerinde dolaşan, felsefeyi seven, hikmetli sözlerden etkilenen biriydi. Aynı zamanda çok dertliydi. Gençliğin uçuruma doğru sürüklenişi karşısında bazı duyarsız tavırlar onu rahatsız ediyordu. Çözüm arıyordu esasında. Arayınca da bulmuştu: Fertleri tek tek ele almadan, kalplere, ruhlara ve akıllara tesir etmeden, “Kimsin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” gibi soruları cevaplamadan, kendisinin ve evrenin sırlarını keşfetmeden, üç düşmanı (cehalet, fakirlik ve ihtilaf) yenmeden bir çözümün mümkün olmadığını biliyordu. Hayatı çok hareketliydi. Farklı kesimlerden dostları vardı.

Bir gün yine beni davet etmiş, ben de ziyaretine gitmiştim. Derin konulardan sohbet açılmıştı. Söz sözü açıyor, muhabbet koyulaşıyordu. Bir anda gözler kapıya çevrildi. İçeriye genç bir akrabası girdi. Üniversiteyi yeni bitirmiş, yiğit bir delikanlıya benziyordu. Ümit bahşeden bir siması vardı. “Tanıştırayım hocam.” dedi, ama delikanlı hemen söze başladı: “Benim adım Şakir.” “Çok güzel bir isminiz varmış, sonunda “t”si de var mı?” dedim. “Olacak inşallah.” diye cevap verdi.

Mütebessim bir çehresi vardı. Yeni bir şeyleri keşfetmiş havasını hissettim kendisinde. “Üniversiteyi yurt dışında okudum, yeni bitirdim.” dedi. Gözleri ışıl ışıldı. Söze başladı: “15 gün öncesine kadar bazı şeylerden habersizdim. Hatta eserlerini okudukça sevdiğim bir zata düşmandım.” dedi. “İnsan tanımadığı birine niçin düşman olur ki?” diye sordum. “Her gün ‘Düşmanınız budur!’ diye telkin edilirse, düşman gibi görüyorsunuz işte.” deyiverdi. “Ne oldu da bir anda işler değişti?” diye sorunca, “Anlatayım.” dedi.

“İki hafta önce dayımı ziyarete gelmiştim. Ziyaretine gelen biri vardı yanında. Beni onunla tanıştırdı. Belli ki okuyan, düşünen, sözünü bilen ve yaşayan, dertli mi dertli birisiydi o. Konuşmaya başlayınca çok etkilenmiştim. O kadar tatlı anlatıyordu ki gözümü ayıramıyordum kendisinden. Konu bir anda düşman gibi gördüğüm o zata geldi. ‘Bana ondan sakın bahsetmeyin.’ dedim. O zatın dünya barışına katkısından, onun teşvikiyle kurulan okullardan bahsedince merakım uyandı.

‘Herhangi biri kitabını okudun mu?’ diye sordu. ‘Hayır, onun kitabı mı var?’ dedim. ‘100’e yakın eseri var.’ dedi ve hemen birisini çantasından çıkarıp uzatıverdi. Teşekkür ederek okuyacağımı söyledim. O gece kitabı bitirmeden uyumadım. Ertesi gün hemen aradım kendisini. ‘Ağabey, başka bir kitabı varsa lütfen bana ulaştırabilir misin?’ dedim. Sağ olsun, ulaştırdı. Bugün 15 gün oldu. Tam 14 kitabını bitirdim. Meğer ben neleri kaybetmişim! Farkında olmadan nasıl düşmanlık beslemişim bu Allah dostuna! Kırık Testi’den ne tatlı mânâlar sızıyormuş. İnsanlığın derdi satır aralarından kalbime doğru damlamaya başlamıştı. Okudukça okuyasım geliyordu. Her bir eserden ayrı bir feyiz aldım.”

Heyecanla bunları anlatırken dayanamayıp söze girdim: “Okuduğun bu 14 kitabın sende uyandırdığı hisleri merak ediyorum.” dedim. Şakir Bey tebessümle şöyle cevap verdi:

“Her insanın bir kalbi, her kalbin bir şifresi varmış. Bazı şifreler rakam, bazıları harf, bazıları da özel işaretlerden ibaretmiş. Bazısında bütün karakterlerden örnekler varmış. Birtakım şifreler ise kaybolmuş, unutulmuş.” deyince yine dayanamadım, “O zaman ne yapmak gerekiyormuş?” diye sordum. “Ellerimizi açıp gözyaşlarıyla yalvarıp ‘Allahım bu şifresi kaybolan, unutulan kalbin sahibine yeni bir şifre lütfet ki o kalbe girelim. O kalbin içine nurunun yerleşmesine vesile olalım. O kalb de Sen’in olsun, Sen’in için atsın ve her an Sen’i ansın, Sen’in aşkınla yansın.’ diye dua etmemiz gerekiyormuş.”

Yıllarca tanıdığımı zannettiğim o zatı meğer tanıyamamış, bilememişim. Bu şekilde okuyamadığım için kendi kendime hayıflandım. Keşke ibretle bakıp hikmetle konuşabilseydim. Satır satır, hece hece anlayarak okusaydım. Yeniden başladım okumaya. Meğer okunacak ne kadar çok şey varmış. İnsan, kâinat, Kur’ân ve ondan süzülen Sözler, Lem’alar, Mektubat, Şuâlar ve kıymetini bilemediğimiz, bize emanet edilen Pırlantalar.

Geç kaldığımı fark ettim. Ne kadar isterdim bütün topraklar yağmurla tanışsın, bütün insanlık sevgi kahramanlarıyla buluşsun, herkes âdeta beklediği bayramı yaşasın…

Not: Bu yazı Çağlayan dergisinin ağustos sayısından alınmıştır. 

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy