Salihlerden birisi olduğuna inandığım bir ağabeyimin telefonuyla irkilerek uyandım. Gecenin ilerleyen bir vaktiydi. Sesinde garip bir titreme vardı. İçinde bir şeyler yanıp gidiyordu sanki. Sesinin titremesi buna alâmetti. Ben daha “Ne oldu?” demeden o başladı konuşmaya.
Ben merak içinde dinliyordum. “Fazla zaman yok, bir şeyler yapmalı, zira mevsim gelip geçiyor, tohumlar toprağa düşmeli, baharda çiçekler açmalı.” diyordu. “Gerekirse seralar inşa etmeli, tohumları en iyi şekilde çiçeğe, meyveye çevirmeli.” diyordu.
Dakikalar nasıl geçti bilemedim. Onun derdi beni de sarmıştı gecenin o vakti. Gece yarısı telefonu, kalbime ıstırap tohumları atıp gitmişti. “Çevrende ne kadar hamiyetperver insan varsa, topla ve anlat. Her şey mevsiminde olur.” sözleri çınlayıp durdu kulaklarımda.
Nasıl sabahladığımı bilemiyorum. Sabahın çok erken saatinde evden çıktığımı hatırlıyorum. Tanıdığım gönül insanlarını, işyerlerinde ziyaret edip, akşamında birlikte çay içip ortak dertlerimiz üzerinde konuşmaya, dertleşmeye davet ediyordum.
Akşam nasıl oldu onu da bilemiyorum. Gönül insanlarına, önce âlem-i İslam’ın kaderine tesir eden üç hastalıktan söz edip, konuyu açmaya çalıştım. Cehaletin kıskacında olan dünya gençliğini nelerin beklediğini, eğitimsiz, rehbersiz kalan insanlığın, hangi durumlara düşeceğini, bunun nasıl kötü sonuçlar doğuracağını beraberce masaya yatırdık, saatlerce konuştuk, dertleştik.
Herkes kendine düşeni yapmalıydı. İmkânlar ne ise onun hakkı verilmeliydi.
Sadece kendi beldesi, toplumu veya ülkesiyle ilgilenip, diğer insanları göz ardı etmek, ihmal etmek yakışmazdı bizlere. Çünkü sırlar muallimimiz Efendimiz (sav)’in önünde artık iki duvar yoktu; Zaman ve mekân duvarı. O (sav), bütün insanlık için gönderilmişti. Nefes alan herkesin O’na ihtiyacı vardı. O’ndan haberdar olmalıydı. İnsanlığa sunduğu billur misali kevserden, kıyamete kadar herkes içmeliydi.
O gün olduğu gibi bugün de insanlığa idol olacak, rehberlik yapacak, samimâne yaşadığını anlatacak, güzellik adına ne varsa paylaşacak, insanlığın ihtiyaçlarına, Muhammedî bir ruhla gönüllere girecek rehberlere ihtiyacı vardı.
Destani Ensar Muhacir hareketi yeniden yaşanmalıydı. Adımlar sınırları aşmalıydı. Zira buna çok ihtiyaç vardı. Dâhildeki yurt, okul tecrübeleri farklı coğrafyalarda hayata akmalıydı. Oralarda insanlık adına hizmet bekleyenler vardı. Her birerlerimizi bir sancı tutmuştu. Herkes olayı anlamış ve bir şeyler yapma telaşında idi.
Allah yolunda infak etmenin, harcamanın künhüne varmışlar ve her ay verecekleri miktarı kâğıda sevinçle yazdırıyorlardı. İhtiyaç çok ama imkân azdı. O sırada genç bir girişimci söz aldı ve “Ben kalanı tamamlarım, merak etmeyin!” deyiverdi. Beklentisiz, cömert ve mütevazi bir sima herkesin yüreğini coşturmuştu.
Şimdi sıra öğretmenlerde idi. Kadını ile erkeği ile yollara düşen fedakâr, kutsi bir mefkûresi olan öğretmenlerde. Eğitim elçisi olarak gittikleri yerlerde güzel karşılandılar, hoşâmedî edildiler. Maddi sıkıntılar onları işlerinden alıkoymadı. Bahara uyanmış fidanları, geleceğe hazırlamak için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Tabiî ki gönüllerin sahibi Allah’tı. Tesiri verecek olan da O idi. Buna çoktan iman etmişlerdi hizmet sevdalıları.
Beş ay sonraydı. Soğuk iklimlerden yedi kişilik bir heyet ülkemizde idi. Gelenler, Anadolu’nun güzide ve civanmert insanlarına, bu gönül mimarlarının misafirperverliklerine hayran olmuşlardı. Sanki bir rüya âleminde idiler. Samimiyet, ilgi, plan, program ve birçok aktivite karşısında, mutlulukları gözlerinden okunuyordu. İnsanlığın kaybettiği birçok değeri bir arada görme imkânı elde etmişlerdi. Bu seyahat hem onlar hem de bizim için eğitimde yeni boyutlara uzanma fırsatı sunmuştu.
Bir süre sonra biz de bir heyetle iade-i ziyaret için yollara düştük. İklimlerin farklı oluşu, ortak çizgimizi değiştirmiyordu. Güzellik her yerde güzellik, mağduriyet, her yerde mağduriyetti. Firkatler rifkate dönüşüyordu. Onlar da bizi çok güzel karşıladılar. Duygulu anlar yaşadık, yürekler coştu, akıllar ortak noktalarda buluştu. Temmuzun ilk günleri idi. Biz de çok heyecanlı idik, ata vatan diye bildiğimiz bu topraklara ayak basarken.
Okullar, öğrenciler, öğretmenler ve veliler bir sevgi atmosferinde yürüyorlardı hayata. Okulda beş genç öğretmen ve bir idareci görev yapıyordu. Onların hallerini, huzur dolu yüzlerini, ümit bahşeden sözlerini ifade etmekte zorlanıyorum.
Sanki başka bir âlemden dünyamıza inmişler de hayatın karanlık noktalarını tebessümlerle, sevgi dolu yüreklerle aydınlatmaya koyulmuşlar. Yıllardır ayrı kaldıkları ailelerine, anne babalarına, evlatlarına, sevdiklerine kavuşan insanlar gibi öğrencileri bağırlarına basmışlar. Sözlerinde bir incelik ve hikmet, hallerinde ise tevazu, rikkat ve letafet…
Oralara gitmişken bir dizi görüşme yapmadan da olmazdı. Bizi ziyarete gelen bu güzel insanları makamlarında ziyaret ettik. Akşam okulda da velilerle bir buluşma, birlikte bir görüşme planlanmıştı. Bütün veliler gelmiş heyecan adeta doruktaydı. Konu elbette eğitimdi, kardeşlikti, insanlığın ortak değerleri idi. Anlatmak bir yönüyle kolaydı, önemli olan yaşamaktı. Konuşmam bitmişti ki bir veli söz aldı ve kürsüye geldi. Sesi titriyordu, heyecanlı idi.
“Burada bir Türk Lisesi açılacağını duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Sınav yapılacağını öğrendim. Oğlum sınava girmek istediğini söyledi. Ancak benim tereddütlerim vardı. Oğluma güveniyordum, zeki bir çocuktu. Ama biraz agresifti ve dengesiz hareketleri vardı. Mesela hayvanlara karşı çok acımasızdı. Böcekleri ezmekten zevk alıyordu. Buraların kültürü bazı değerleri de yok etmişti. Ama oğlumu kırmadım ve onu sınava götürdüm.
Tahmin ettiğim gibi sınavı kazanmıştı. Yatılı olarak okuyacaktı. Ben onun beş on gün sonra eve geri döneceğini düşünürken aradan iki ay geçtiği halde böyle bir şey olmadı. ‘Oğlunuz çok yaramaz, bunu okuldan alın!’ diye telefon bekledim günlerce korku içinde.
Nihayet ev iznini kullanmak için eve gelmiş, gelir gelmez bana ‘Anneciğim!’ deyip boynuma sarılmıştı. Ben şok oldum. İnanamadım. Acaba gerçekten değişmiş miydi oğlum? Onu gözlemlemeye başladım. Birkaç saat sonra, cam kenarında oturmuş avucunun içindeki bir şeyle meşgul idi. Yaklaştım, evet elinde bir böcek vardı ama onu öldürmemişti. Aksine onunla konuşuyordu. Oğlum! ‘Anlatır mısın neler oluyor?’ dedim.
‘Anneciğim ne olduysa, bir öğretmenimin, okulun bahçesinde gördüğü bir böceğe şefkatle yaklaşmasıyla oldu. Bu beni çok etkiledi. Öğretmenim, benim ezip geçtiğim böcekle konuşuyordu. Yanına yaklaştım. Beni fark edince bana dedi ki, ‘Bak delikanlı! Biz bu böceğin yerinde olabilirdik, o da bizim yerimizde olabilirdi. Allah böyle yaratabilirdi. Söyle bakalım, biz onun yerinde olsaydık, ondan bize nasıl davranmasını beklerdik? İşte o da şimdi bizden öyle davranmamızı bekler değil mi?
Çünkü o da bir canlı, onun da duyguları var belki. Ama o kendisini bizim gibi ifade edemez. Onun için doğaya, içindekilere, bitkilere, börtü böceklere ve tüm varlıklara sevgiyle yaklaşmalıyız.’ dedi. Öğretmenimin bu sözleri beynimde şimşeklerin çakmasına vesile oldu ve beni çok etkiledi.’
Sonra ‘Anneciğim beni iyi ki bu okula gönderdin!’ dedi ve böceği cam kenarına yavaşça koydu. Şefkatli bakışları ile onu bir süre süzdü. Sonra odasına geçti üzerini değiştirdi. Önceleri böyle yapmazdı. İki ay içinde her hali nasıl da güzel olmuştu oğlumun.
İlk fırsatta okula adeta uçarak geldim. Müdür beyden öğretmenleri toplamasını rica ettim. Öğretmenler toplanınca ilk önce onlara teşekkür ettim ve oğluma on beş senede veremediğim bu güzellikleri iki ayda nasıl verdiklerini sordum. Gerçekten çok merak ediyordum. Onlara çok minnettardım. Bana bir şeyler anlattılar ama, ben anlattıklarından çok, hallerinden, tavırlarından anlamıştım onlardaki sırrı. Onların insanlık için, sevgi için çarpan yüreklerini orada hissettim.”
Küçük salonda alkışlar ve gözyaşları birbirine karışıp gitti.
Şimdi o günleri düşünüp hey gidi günler diyorum, gözlerim buğulanıyor, bir zamanlar bahara uyanmış fidanların zayi olmadığı düşüncesi ile huzur yudumluyorum.
Selam olsun evrensel değerleri dört bir yana taşıyan muallimlerimize, öğretmenlerimize.
Selam olsun bu güzel insanları yetiştiren o yüce ruhlara.
Selam olsun, bu güzide öğretmenlerin yetişmesine vesile olan asrın dertlisine ve sevdiklerine.
Ve selam olsun gittikleri yerlerde, bu nâdide öğretmenlere bağrını açıp, onları kardeşleri gibi sahiplenen o beldelerin kutlu insanlarına.
Ne kadar büyük ve güzel işlere vesile olduğunuzun farkında mısınız, ey asrın muallimleri, muhacirleri ve ensarları?