429
Bu gece Şaban ayının 15’incisi gecesi, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin tabiriyle “Elli senelik bir manevî ibadet ömrünü ehl-i îmana kazandırabilen” 1 Berat Gecesi’dir.
Gerek insanlığın bugün yaşadığı büyük sıkıntılarla üzülen, gerekse arkada kalan masumların derdiyle, mağduriyetiyle hep hüzün yudumlayan…
Dertlerin birinden çıkıp diğerine giren, acılarla inleyen fakat gözleri hep Allah’ın (cc) hoşnutluğunda olan kıymetli dostlar,
Affıyla, mağfiretiyle ve her hikmetli işin yazıldığı bir gece olması münasebetiyle çok mübarek bir gece olan Berâat Kandili’ni idrak etmiş bulunuyoruz.
Bugün asıl kıblemizi bulmuş olmamız ise bizim için lütufların bir başka sağanak halinde yağması anlamına geliyor.
Kendilerini Hak yolunda hizmete adamış bütün Allah dostları, bu mübarek Berâat Gecesi’ni ihya etmek için ciddi gayret göstermişler; hatta ehlullahtan pek çokları Berâat’i yeniden bir doğum fırsatı olarak görmüşler; istiğfar, tevbe ve inabeleriyle kalbî ruhî hayatın yepyeni iklimlerine ilk adımı bu gece atmışlardır. Bunu yaparken de Berâat’in hususiyetlerini nazar-ı itibara alarak, ilhamını hadis-i şeriflerden alan çok içli yakarışlarla dergah-ı ilahinin kapısını çalmışlardır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Şaban ayına ve özellikle bu ayın içindeki Beraat gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya etmiştir. Zira, Allah (cc) o gün yani 15 Şaban’da Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünü çok arzuladığı Kabe’ye çevirmiş ve bugünkü kıblemizi bize ihsan etmişti.
Hicret’ten önce Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’de namaz kılarken, mümkün mertebe Kâbe’yi arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis arasında kalacak şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer-i esved arasında namaza dururdu. Böylece hem Kâbe’ye hem de Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya yönelmiş oluyordu. Hicretten sonra Medine’de Mescid-i Aksa’ya yöneldiğinde Kâbe’nin arka tarafta kalmasından Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üzüntü duyuyor, kıblenin Kâbe’ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.
Nitekim “Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirdiğini elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz.” mealindeki ayette, O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) bu özlemi dile getirilmektedir. Çünkü, kendisinin ruh ikizi olan Kâbe’nin gerçek mahiyetini Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç’ta görmüştü.
Hicretten 16-17 ay kadar sonra, Şaban ayının 15’inci günü Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’de Selemeoğulları Yurdu’nda öğle veya ikindi namazı kıldırırken, ikinci rekatın sonunda:
“Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirdiğini elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Hemen yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir. (Ey mü’minler) siz de nerede olursanız, (namazda) yüzlerinizi, onun tarafına çeviriniz…” (Bakara Sûresi, 144) anlamındaki âyet nâzil oldu.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yönünü hemen Kudüs’ten Mescid-i Harâm’a çevirdi. Cemâat da saflarıyla birlikte döndüler. Kudüs’e doğru başlanılan namazın, son iki rekatı, Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu yüzden Selemeoğulları Mescidine “Mescid-i Kıbleteyn” (iki kıbleli mescid) denilmiştir.
(Mescid-i Kıbleteyn – iki kıbleli mescid)
Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu arzusu yönünde kıblenin değiştirilmesiyle kimlerin gerçekten Allah’ın Resulü’ne gönülden bağlı samimi müminler olduğu, kimlerin Müslüman görünmelerine rağmen münafık oldukları da ortaya çıkacaktı. Tam da insanların kader defterlerine Şakî ya da Said diye ayrıldığı Berâat Gecesi’nin gündüzüne denk gelmişti bu hadise. Nitekim devam eden âyetin üslûbundan anlaşıldığına ve tefsirlerde yer alan bazı rivayetlere göre, Şaban ayının 15’inde gerçekleşen kıble değişikliği, bu ayrımı açık olarak ortaya koyacaktı. (Taberî)
(Mescid-i Nebevi’de ilk şekliyle namaz kılınan yer Mescid-i Aksa’ya bakıyordu. Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hane-i saadetleri bu şekliyle arkada kalıyordu. Kıble bugünkü şeklini alınca yeşil kubbenin üzerinde yer aldığı hanesi kıble tarafına düşmüş oldu.)
İşte, hem Kıblemizi bulmamız hem de bu umumî af ve rahmet gecesinde tevbe, istiğfar ve duaların kabul edileceğine dair Rabbimizin müjdesi, Varlığın Yaratılış Gâyesi
olan Peygamber Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) sevindirmiş, Beraat gecesine ayrı bir önem vererek değerlendirmesine vesile olmuştu.
Rabbimiz, Beraat Kandili hakkında şöyle buyurur:
“Açık olan ve gerçeği açıklayan bu kitaba yemin olsun ki; Biz onu kutlu bir gecede indirdik. Çünkü, Biz onunla insanları uyarmaktayız. O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir.” (Duhan Suresi, 2-4)
Bu geceden ertesi yıla kadar meydana gelecek hadiselerin hepsi melekler tarafından defterlere ayrı ayrı yazılır. Doğumlar, ölümler, rızıklar, zenginlikler, fakirlikler, Hacca gidecekler, vefalı kullar, asi kullar, münafıklar… hep bu sırada kaydedilir.
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz bu mübarek gecenin ehemmiyetini şöyle ifade ediyor:
“Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, geceyi ibadetle geçirin. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş battıktan sonra Allah Teâlâ rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:
‘Benden mağfiret dileyen yok mu, onu affedeyim ve bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.’ Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder.
Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şaban’ın on beşinci gecesinde rahmetiyle yetişip her şeyi kuşatır. Bütün mahlûkatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalpleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna.
Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut çok kin güden veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna.” (İbn-i Mâce, İkâme)
Bediüzzaman Hazretleri bu gecenin değeri ve değerlendirilmesi ile alâkalı şöyle buyurmaktadır: “Beraat Gecesi, bütün senenin kutsî bir çekirdeği ve insanlığın kaderinin programı olması açısından, Kadir gecesi gibi mukaddestir. Kadir gecesinde her bir amelin, okunan Kur’an’ın her bir harfinin sevabı otuz bin olduğu gibi, Beraat gecesinde de yirmi bine kadar çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ân’la, istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”
Evet, “Berâat Gecesi” olarak bilinen bu mübarek zaman dilimi, Hazreti Üstad’ın ifadesiyle, içinde beşerin kader programı nevinden bir İlâhî icraat yapıldığı için Kadir gecesi kudsiyetindedir ve bütün senenin bir çekirdeği hükmündedir.
Peygamber Efendimiz’in Şaban ayına ve özellikle bu ayın içindeki Beraat gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya ettiğine dair bir kısım rivayetleri göz önüne alan bazı âlimlerin bu geceyi namaz kılarak, Kur’ân okuyarak ve dua ederek geçirmenin çok büyük sevaba vesile olacağını söylediklerini hatırlatan muhterem Hocaefendi, bu geceye has bir ibadet olmamakla beraber kimi kaynaklarda Salâtü’l-Hayr/Hayır Namazı denilen yüz rekatlık bir namazdan bahsedildiğini ve kazaya kalmış onca namazlar da düşünülünce nafile ya da kaza kabilinden böyle bir namaz kılınabileceğini belirtiyor.
Bu umumî af ve rahmet gecesinde tevbe, istiğfar ve duaların kabul edileceğine değinen Hocamız, bilhassa külliyet kesbeden duanın kabule karin olacağını, aynı taleple çarpan yüreklerin sayısı arttıkça o niyazın Hak katında kabul olma ihtimalinin de artacağını ifade ediyor.
Bu mübarek gecede ülkemiz, ümmet-i Muhammed (aleyhissalatü vesselam) ve bütün insanlık için dua etmek gerektiğini vurguluyor.
Bu vesileyle Beraat Kandilinizi gönülden tebrik ediyoruz. Başta ülkemizin insanları olmak üzere bütün ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselam) her türlü musibetten kurtulup selamete çıkması, maddî manevî sıkıntılardan sıyrılıp inşiraha kavuşması, şerirlerin oyunlarının bozulması, özellikle de inananlar arasında vifak, ittifak ve uhuvvet ruhunun canlanması ve kalblerimizin, akıllarımızın, fikirlerimizin, fiillerimizin fitneye, fesada bütün bütün kapalı olacak şekilde ıslah olması talebiyle el kaldırıp hep birlikte Rabbimizden dileyelim ve dilenelim.
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66) buyuruyor Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem).
Zulme uğrayan, yolda kalan, muhtaç olan kimselere karşı gerçekten alâka duyuyorsak, işittiğimiz hıçkırıkların gönlümüze bir kor gibi düştüğünü hissediyor ve inleyen her insanla beraber biz de ızdırap çekiyorsak, o halde kendi acz ve zaafımızın idraki içinde gücü her şeye yeten Kudreti Sonsuz’a yönelelim ve O’na içimizi dökelim bu gece. Allah Teâlâ’nın rahmetiyle dünya semasına tecelli ettiği, değer verdiği bu Beraat hürmetine O’ndan (cc) isteyelim.
Dünyanın neresinde olursa olsun afete maruz kalmış insanlara kalben alaka duymak, acılarını hissedebildiğimiz ölçüde paylaşmak ve elimizden geleni yapmak insanlık şuurunun gereğidir.
Kıymetli büyüğümüz, şöyle buyuruyor: “Daha önce toplu dua yapıyorduk ama şimdilerde toplanılamıyor. Fakat herkes bulunduğu yerde farklı duaları seslendirebilir. Mesela; “Ey ihtiyaç ve hâcetleri gideren Rabbimiz, bizim bütün ihtiyaçlarımızı gider; ey belâları def’ u ref’ eden Sultanımız, başımıza gelmesi muhtemel bütün belâları def’ eyle!” deyip “Veba ve Korona Virüsü Salgını”nı da buna ekleyebilir. Peygamber Efendimiz’den nakledilen pek çok dua var; bunlar sürekli okunabilir.”
Bu hepimizin Berâat’ı olsun inşallah.
Fikret Kaplan