İNLEYEN FLÜT
Kulak verin
Masal değil anlatacaklarım…
Medeniyetin son kalan dişinin de kırıldığı
Çocukların anne diye resmine sarıldığı
Bebeklerin bile zindana atıldığı
Lokmaların boğazdan çekilip alındığı
Sudan sebeplerle…
İnsanların sudan bile mahrum bırakıldığı
Üzerini kara bulutların kapladığı
Bu karanlığın ışık doğuracağı bir ülkeden
Sadece bedenlerin hapsedilebildiği
Küçük bir koğuşun bahçesinden yayılan
Hüzünlü bir sesin hikayesini anlatacağım size…
“Kâğıttan bir flüt yaptı.
Sırtını duvara dayayıp onu çaldı.” dedi Ahmet
Sırtını yasladığı duvar betondu, soğuktu elbet
Neyi üfleyen dertli değilse inlemezdi ney
Kağıttan da olsa inlerdi o flüt
Ve inledi
Dertliydi çünkü flütü çalan
“Saatlerce çaldı Selman.”
Herkes onu dinledi.
Kim bilir bu sesi kaç kez duydu
Zahiri hasret, özü vuslat
Kaderin talihli mahkumları.
Bir zaman sonra
Bedeni hürriyetine kavuştu Ahmet’in
Ses oldu kalemiyle kağıttan flüte
Dünya duydu, dünya dinledi
İlk kez duymadı Sağır Sultan…
Okundukça flütün sesi
Ölmemiş her vicdanda inledi.
“Kâğıttan bir flütten nasıl bir ses çıktığını,
dinmemiş bir özlemi nasıl dile getirdiğini de biliyorum.” dedi Ahmet
Ve dedi:
“Yeniden tutuklanma ihtimalim olduğunu da biliyorum.”
Kağıttan bir flüt ne yapabilirdi
Okumaktan, yazmaktan bîhaber
Sanat desen, ona yedi kat yabancı
Işıktan korkan, karanlık sevdalısı
Kör Sultan ve şürekâsına…
Flütün sesinden korkanlar
“Suçsuz olduklarını biliyordum
ve gücüm onları kurtarmaya yetmiyordu,
kimse onların anlattıklarını dinlemiyordu.” diyen Ahmet’i
Yeniden tutuklattılar
Duydular ama dinlemediler
Ne Selman’ı ne Ahmet’i ne de onlar gibi binlercesini.
İyiyle kötünün savaşı bu
Işıkla karanlığın savaşı
İyilerin çok az, kötülerin çok fazla olduğu
Geriye kalanların sayı çokluğuna aldanıp
Kötülere yahşi çektiği bir savaş
İyilerin tek silahının dua olduğu
Kötülerin her türlü zulmü meşrulaştırdığı bir savaş…
Ne manzumdur bu yazdıklarım ne nesir
Bu bir, “tarafım belli olsun” sözüdür
Şimdi Selman’da, Ahmet’te esir…
Gün, “ama…” demeden
Duaya sarılma günüdür…
Kerem ŞAHİN