‘’İ’lem, bil ey Sultan! Sen yaratılmışsın ve senin bir Yaratıcın var. O, bütün âlemi ve içindeki var olan her şeyi yaratmıştır. O’nun ortağı yoktur, eşsiz ve benzersiz tek bir ilahtır O… Herkes O’na muhtaç O’nun ise hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.’’ İmam Gazali, sultanlara nasihat maksadıyla kaleme aldığı et-Tıbru’l-mesbûk fî nasîhati’l-mulûk adlı eserine yukarıdaki cümlelerle başlar.
Kitabın ilk bölümünde imanın asılları (Usûlu’l-imân) başlığı ile Allah’a iman esaslarını anlatır. Burada anlattığı iman esasları görünüşte akait kitaplarında anlatılan Allah’ın birliği, ortağı olmadığı ve Allah’ın kudreti ve ilmi gibi klasik konulardır. Ancak sultanlara hitaben yazıldığından dolayı bu eserde itikat esaslarının anlatımında sultanların uyarılması hedeflenmiştir. Gazali, iman esaslarının içine siyaset teorisini ve kritiğini büyük bir ustalıkla yerleştirmiştir. Mesela yukarıdaki metinde önce sultana yaratıcı olmadığı, diğer bütün varlıklar gibi yaratılmış olduğu hatırlatılmaktadır. Böylece daha ilk cümlede yöneticilerin kendilerini farklı ve üstün görmesini kritik eder. Zira yaratılmış tüm varlıklar yaratılmış olmak açısından eşittir. Bundan dolayı da kanun önünde eşit olmalıdır.
Tek adamın idare ettiği saltanat yönetimlerinde, sultanların en büyük korkusu kendilerine rakip çıkması ve güç paylaşımıdır. Gazali, ‘’Eşi ve benzeri, ortağı olmayan yegâne varlık Allah’tır’’ diyerek sultanların, güç paylaşımı konusundaki vehimlerini tadil eder. ‘’Herkes O’na muhtaçtır; O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur’’ cümlesi ile de yöneticilerin halkı ben besliyorum, ben olmasam aç kalırlar şeklindeki iddialarına zımnen cevap verir.
Allah’ın kudret sıfatını anlatırken Gazali’nin kullandığı kelimeler ise ‘’Kadîr, Malik, mülk, taht, kürsü, hakimiyet (kahr), boyun eğme, irade, zülümden beri olmak ve yücelik’’tir. Bu kelimeler İslam siyaset teorisinin de temel kavramlarıdır. Sultanların yönetim esnasında kullandığı bu kavramların gerçek ve mükemmel manada yalnızca Allah’a ait olduğunu vurgulayarak Gazali, adeta sultanlara sen yalnızca emanetçisin, mülkün tek sahibi Allah’tır mesajını verir.
Gazali, dördüncü asılda Allah Teala’nın ilim sıfatını anlatırken, ‘’Allah Teala, her bilinebilecek olanı bilir; ilmi her şeyi kuşatmıştır. En ulvi alemlerden yeryüzüne kadar O, her şeyi ilmiyle kuşatır. Zira bütün her şey O’nun ilmiyle ortaya çıkar; O iradesi ile her şeyi yaratır ve kudretiyle vücut verir’’ der. İdarecilerin idare ettiği coğrafyadaki her şeyi bilme arzusu, olayları kontrol etme düşüncesi, her şeye istedikleri şekli verme hırslarını dolaylı olarak tenkit eder. Sultanlara ilim ve kudretlerinin sınırlılığını hatırlatarak tam tevhide yönelmeleri gerektiğini vurgular.
İmam Gazali, Selçukluların kudretli veziri Nizamülmülk’ün sarayında yıllarca kalmıştır. Devleti ve yöneticileri yakından tanır. Onun içerden ve yakından yaptığı gözlemler, tespitlerinin değerini daha da artırmaktadır. Ayrıca karakteri ve istiğnası, siyasetçiler hakkındaki gözlem ve tespitlerini anlamlı kılar. Bir ilim adamının gelebileceği en yüksek yöneticilik konumuna geldiği halde görevini bırakıp, zühdü ve fakirliği seçmesi Gazali’nin güç ve makam peşinde değil hakikatin peşinde koştuğunu gösterir.
Gazali, idarecilere yaptığı nasihatlere iman esaslarını hatırlatarak başlayarak, yöneticiler için en önemli niteliğin itikatta istikamet olduğunu vurgular. Özellikle tek adam yönetimlerinde kudretli sultanların uluhiyet iddia edecek kadar yoldan çıktığını gösteren örnekler hatırlanırsa Allah’ın ilim, irade ve kudretine inanmanın ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Firavun ve Nemrut’un uluhiyet iddia etmesini ve sonuçlarını Kur’an-ı Kerim bize tasvir eder. Ayrıca Fatımi halifesi Hâkim Biemrillah gibi uluhiyet iddiasında bulunan zorbaların yaptığı zulümler de sultanların kendilerinde tanrısal güçler bulunduğunu zannetmesinin zulmün en önemli sebeplerinden birisi olduğunu göstermektedir.
Gazali’nin sultanın bilmesi ve riayet etmesi gereken imanın on aslı üzerinden yaptığı siyaset kritiği, inanç esaslarından, pratik birçok alandaki uygulamaları eleştiri ve tashihte yararlanmanın mümkün olduğunu göstermektedir. İnanç esaslarına uygunluk üzerinden yapılan kritiklerde, iman-küfür ikilemine girmeden iman ilkelerinin gölgesinde bireysel olgunlaşma yoluyla amellerin, yani davranış ve fiillerin iyileştirilmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Siyasetçilerin âdil ve güvenilir olması tabii ki imanla sınırlandırılamaz. Rasyonel ilkelerle hareket eden seküler ve hümanist pek çok iyi ve başarılı siyasetçi örneğini hem tarihte hem de bugün batı demokrasilerinde görmekteyiz. Siyasetçi için gerekli tevazu, bencillik ve kibirden uzak olma, kendisinden önce halkı düşünme, gücünü kötüye kullanmama gibi olumlu nitelikler pekâlâ pek çok farklı yolla elde edilebilir. Gazali ise bize bu niteliklerin Allah’a iman gibi siyasetten en uzak soyut metafizik bir konu üzerinden ele alınmasının mümkün olduğunu göstermiştir.
Siyasete ilişkin esasları ötekileri dışlamak için kullanan bazı Müslüman politikacıların ya da inancı ideolojik bir araç olarak kullanan İslamcıların aksine Gazali iman esaslarını politikacının bireysel olgunluğa ulaşması için yol rehberi olarak sunmaktadır. İman esaslarının zannediyorum içselleştirilmesi ve hayatımızı şekillendirebilmesi için Gazali’nin bu yaklaşımı bizim için güzel bir örnektir. İtikatta da ilm-i hal yani hale ve makama uygun itikat bilgisi, bir çok güncel problemin çözümünde bize yol gösterebilir.