293
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, mahvedilen nesillerin ahiretteki çığlıklarından şöyle bahsediyor:
“Çocuğun, maddî-manevî, dünyevî-uhrevi hayatı için hiçbir faydası olmayan şeylerle meşgul olmasına fırsat verirseniz: ‘Allah (ötede) ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe giriniz!’ Her millet oraya girdikçe yoldaşlarına lânetler yağdıracaktır. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, tâbi olanlar iktida ettikleri kimseler için, ‘Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!’ diyecekler. Allah (c.c.) da: ‘Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, ama siz bilmezsiniz’ diyecektir.”
“Evet ihtimal Kur’an’ın ifadesiyle, sizin bir zamanlar bağrımıza basıp büyüttüğünüz, büyütüp terbiye ettiğinizi sandığınız çocuklarınız, hep bir ağızdan büyüklerine karşı bedduada bulunacak ve lânetler yağdıracaklardır. Âhirette, az da olsa inanan bir insan, hep bir ağızdan yapılacak böyle bir bedduadan tir tir titremeli, korkmalı ve Allah’a sığınmalıdır. Böyle bir intizar (beddua) ve serzenişten kurtulmanın yolu, düşünce hal ve tavırlarımıza göre, hal ve tavırlarını belirleyecek olanlara iyi örnek olmaktır. Allah’ı, Resulünü (as) sevip saymaktan ahlâken mazbut yaşamaya kadar her hususta iyi örnek olmak…
“Allah’ın (c.c.) ve Resulünün (S.A.S.) sevilip sayıldığı bir evde, çocuk okuduğu, gördüğü, duyduğu nisbette Allah’a bağlanacak ve O’na gönül verecektir. Bir ölçü olarak herhangi bir evde Allah’tan (c.c.) ve Resulü Ekrem’den (S.A.S.) bahis edilip edilmediğini çocuğun heyecanlarıyla ölçmek onun duygularında derinliğini duymak mümkündür. Tabiî, münkerâtın (dinen yasak ve sevimsiz şeyler) işlenip işlenmediğini ve mâruf olanların (dinen emredilen ve sevimli şeylerin) de yapılıp yapılmadığını… Evet çocuk, yuvanın dışa açık ekranı ve hânedeki değişik seslerin hoparlörü gibidir. Bu ekran ve hoparlörde bir evin en mahrem köşelerini temâşâ edebilir ve en gizli fısıltılarını duyabiliriz.”
Cennetin ve Cehennemin Yolu
“Cehennem; beşerî arzular ve nefsin hoşuna giden şeylerle; Cennet de hoşa gitmeyen şeylerle çepeçevre kuşatılmıştır. (Müslim, Cennet, 1) İbadet ve itaatin ağırlığını, yani bir açıdan bu hoşa gitmeyen şeyleri aşamayan, cismanî arzu ve kaprislerini önleyemeyen, her gün ayrı bir oyun karşısında dize gelmekten, her gün ayrı bir melânet karşısında yüzüstü kapaklanmaktan kurtulamayan Cennet’e giremeyecek ve Cehennemden de uzak kalamayacaktır. İşte önümüzdeki yolun ve neticede varacağımız nihâî hedefin iki yönü!. Biz, bir taraftan dinin YAPMAYIN dediği şeylerin bütününü terk edecek ve ettirecek; diğer taraftan da YAPINIZ dediği şeylerin hepsini harfiyyen, hem de ciddî bir şuur uyanıklığı içinde yapacak ve yaptırmaya çalışacağız ki, nefse hoş gelen şeylerin arkasından sürüklenmemek ve onun katlanamadığı şeylere de takılmamak için Hak inayetiyle ayakta kalabilelim.
“Biz, bizden evvelkilerin ekip biçtikleriyiz; bizden sonraki nesiller de bizim gayretlerimizin semeresi olacaklardır. Zamandan, çağdan şikayet edeceğimize, ihmal edilişimizin çehresinde; ihmallerimizin müstakbel neticelerini görmeye çalışarak vazife ve sorumluluk itibariyle kalben, ruhen, hissen dirilmeye çalışmalıyız. Böyle bir diriliş hem bizim, hem bizden sonraki nesillerin hem de kendi tarihimizin dirilişi olacaktır.
OKUMANIN MÂNASI
(Çocuğa vereceğimiz hususların en önemlilerinden biri de KIRAAT ve KİTABET meselesidir. Çocuk mutlaka belli bir hedefe ve gayeye bağlı okumayı yazmayı öğrenmeli ve YEDİLMEDEN sıyrılarak rehberliğe yükselmelidir. Kendinden motorlu olmalı. Vagon olmaya razı olmayıp, lokomotif olmaya gayret etmelidir. Ne var ki, okuyup yazmak kadar, niçin okuyup yazdığını bilmek de önemlidir. Yunus, “İlim ilim bilmektir; / İlim kendin bilmektir. / Sen kendini bilmezsen, / Ya nice okumaktır.” der.)
“Bu konuya girerken, isterseniz hep beraber şu sorulara bir cevap bulmaya çalışalım: İlim nedir? İlmin hedefi nedir? Niçin kitap okunur? Bütün okuyup anlamaların ötesinde ulaşılmak istenen şey nedir? Bu sorulara cevaptan evvel şu hususu hatırlatmakta fayda var.
“Bir insan, hayatı boyunca matematiğin o dolambaçlı, karmaşık usullerini, kaidelerini öğrense, ama bu kuralları uygulama sahasına geçirmeyi veya yeni yeni teori ve hipotezlerle bilgisini ilerletmeyi hiç düşünmese ilimde GAYE ve HEDEFİ elde edememiş olacaktır. Aynı şekilde tıbbın bütün temel esaslarını öğrense; ama klinik olarak hiçbir şey yapmasa, bir tek hastanın nabzını tutmasa veya kalbini dinlemese, diğerlerine kulak vermese doktorluğunun veya tahsil ettiği tıp ilminin bir şeye yaramadığı bir yana, okuduğu bilgilerin kafasında kalması da şüphelidir. İlimlerin hedefinde asıl olarak Yunus’un ifadesiyle insanın kendini bilmesi söz konusudur. Binaenaleyh içinde kendimizi bulamadığımız bir ilmin ne bize, ne de başkasına faydası olmayacağı açıktır.
HOCAEFENDİ’Yİ NASIL YETİŞTİRDİNİZ?
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, 1972’de İzmir’de ilk öğrenci yurdunun temelini Bozyaka’da atmıştı. 1976’da bu yurt faaliyete geçti. Aynı sene Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilerek Hocaefendi Almanya’ya gitmişti. 1976’da okullar yaz tatiline girince, Hocaefendi’nin annesi Refia Hanım torunlarından Bahtinnur’u, Mazhar’ı ve Kevser’i alarak oğlu Sıbğatullah Gülen’in arabası ile İzmir’e geldi… Tabii pek çok hizmet ablası, akın akın Refia Hanımın ziyaretine geliyor, onunla sohbet ediyorlardı. Ama en çok sordukları soru “Hocaefendi’yi nasıl yetiştirdiniz?” idi. Refia Hanım bu soruya şöyle cevap veriyordu: “Onu ABDESTSİZ , EMZİRMEDİĞİNİ, HELAL SÜT VERDİĞİNİ, ZERRE MİKTAR HARAM LOKMA YEDİRMEDİĞİNİ, NÂMAHREME DİKKAT ETTİĞİNİ, KÜÇÜK YAŞTA KUR’AN ÖĞRETTİĞİNİ anlatıyordu. Fakat o, sadece Hocaefendi’de değil bütün çocuklarını büyütürken aynı hassasiyetleri göstermişti. Ona göre olağanüstü bir durum yoktu fakat işte Erzurum’a göre bambaşka bir kültür ortamı olan İzmir’de yetişen hanımlar bunları merak ediyor ve dinledikleri bu hayat hikayeleri onlara çok çarpıcı geliyordu. Zaten Hocaefendinin ilimde, ibadette, takvada böylesine ileride yaşamasının tek sebebi annesinin YETİŞTİRME TARZI olamazdı. Bunun aynı zamanda onun fıtratından gelen, Rabbin nasib etmesine, lütuf ve ihsanlarına bakan bir yanı da vardı.
Aslında Refia Hanım, sözlerinden ziyade, hali, tavrı, duruşu hadiselere verdiği tepkiler, duaları ve ilgisi, ikramıyla ders veriyordu misafirlerine. Hanımlar onun dini yaşama hususunda, tavizsiz duruşuna hayran olmuş, kendilerine gösterdiği ilgi ve şefkatten dolayı da onu çok sevmişlerdi. Her zaman çok nazik ve güler yüzlü, dili dualı olmasına rağmen, İslam’ın temel rükünleri, yaşama tarzı, edeb, haya, büyüğe saygı gibi mevzularda gördüğü bir yanlışlığı sözünü sakınmadan dile getiriyordu. Kimsenin arkasından konuşmuyor, hatasını insanın yüzüne karşı söylüyordu. (Şemsinur Özdemir, Hocaanne Ve Alilesi)