İçki satmak, içki satılan yer ve işte çalışmak (2) – Zaruret Durumu | RASİM HANER

Yazar Rasim Haner

Ancak bazı durumlar, müslümanları gayrimüslim bir memlekette müslüman olmayanlara bu tür haram şeyleri satmaya ya da yapılan satışa yardım etmeye zorlayabilir. Mesela market işleten bir müslüman, gerek bulunduğu ülkelerin kanunları gerekse de piyasa şartları gereği marketinde içki satmak zorunda kalabilir. Yine mesela evlere yemek paketi taşıyan kişiler, farkında olarak veya olmayarak o paketlerde içki ve domuz ürünleri taşımak durumunda kalabilirler. Bu durumda yapılması gereken, bunların mümkün olduğunca bertaraf edilmesi ya da bunlardan uzak durulmasıdır. Zira içkiyi yasaklayan ayetin sonunda Cenab-ı Hak, “Ondan uzak durun” buyurur. Dolayısıyla harama götüren yolların kapatılması, kapatmak mümkün değilse ondan uzak durulması, dinimizin genel prensiplerinden biridir. Ayrıca haramlara karşı helal alternatifler aramak da müslümanların vazifelerindendir. Alternatif çözüm arayışı, bir taraftan hayatın dinin kurallarına göre dizayn edilmesini sağlarken diğer taraftan müminin kalbinde günaha karşı bulunması gereken tavrın canlı kalmasına yardım eder.

Harama giden yolu kapatmak ya da ondan uzak durmak mümkün olmadığında ve alternatif yollar bulunamadığında zaruret ahkâmı ve ruhsatlar devreye girer. Ancak hemen ifade edelim ki, zaruretlerin varlığını tespitte hassas olmak gerekir. Öncelikle, mahzurlu şeylerin mübah görülmesi yönünde genel bir zaruret ilan etmek dinin prensipleri açısından doğru olmaz. Zira dinde esas olan, haramlardan kaçınmaktır, onları işlemek değil. Haramlardan kaçınmak esas olduğuna göre haramları işlemek ancak zaruret halinde gerçekleşir. Zaruret ise kişiye göre değişkenlik arz eder ve belli şartlarda gerçekleşir. Zaruretin oluşması öncelikle hayatî riskin bulunmasına bağlıdır. Eğer ortada hayati risk varsa, orada zaruret oluşmuş demektir. İkincisi, hayati risk olmasa bile önemli derecede hayatı zorlaştıracak bir durum varsa bu da zaruret oluşturur. Zaruretin oluşma durumu kişiden kişiye değişir. Kimilerinin hayatî risk kabul ettiği hali, başka biri risk olarak görmeyebilir. Böyle göreceli bir konuyu kişilere göre ayrı ayrı düşünüp tespit etmek gerekir. Bazen umumi bir ihtiyaç da zaruret haline gelebilir. Onu da yine kendi şartları içerisine değerlendirip tespit etmek icab eder.

Zaruretlerin olduğu yerde haram bir şey mübah hale gelir. Fıkıhtaki kaideyle ifade edecek olursak “Zaruretler, mahzurlu şeyleri mübah hale getirir.” Fakat bilinmesi gereken ikinci bir kaide daha vardır. O da “Zaruretler, kendi miktarınca belirlenir” şeklinde ifade edilir. Yani zaruretin bir sınırı vardır. Zaruret olan şey, ihtiyacı giderecek, riski atlatacak kadar kullanılır, ondan öteye geçilmez. Bu iki kaideyi şu örnekte beraber görebiliriz: Acından ölmek üzere olup domuz etinden yemek zorunda kalan bir Müslüman, ondan ancak ölümden kurtulacak kadar yiyebilir, doyuncaya kadar yiyemez.

Zaruretlere dair günümüzden pek çok örnek verilebilir. Mesela ailesini geçindirmek için bir insan başka iş bulamamış ve içkili lokantada garson olarak çalışmak zorunda kalmış olabilir. Böyle biri, doğrudan içki satmasa da içkinin satılmasına yardım etmekte ve içkinin servis edilmesinde görev almaktadır. Hem dolaylı hem de doğrudan bir haramlık söz konusudur. Fakat kendisini ve ailesini geçindirmek için bu işte çalışmaya mecbur kalmıştır. Dolayısıyla bu kişi, içkili lokantada çalışmayı zarurete bağlamalı, o işi geçici olarak görmeli ve başka bir iş arayışında olmalıdır. Fakat bu süre zarfında bu kişinin kazancının haram olduğu söylenemez. Çünkü lokantada helal ürünler de satılmaktadır. Belki sadece bir şüpheden bahsedilebilir. Burada kazançtan daha ziyade yapılan işin mahiyeti sorgulanmaktadır. O da içkinin satılmasına yardım etmek ve onu sunmaktır.

Yine mesela gayrimüslim bir ülkede lokanta ve kafelerden evlere yemek taşımak, müslümanların da yaygın olarak yaptığı bir iştir. Yemekler paket halinde servis edildiğinden dolayı içinde ne olduğu bilinmemektedir. Eğer içinde içki ve domuz ürünleri varsa, hadisteki içki taşıyanla alakalı hüküm ve günahta yardımlaşmama prensibi açısından bir sakınca doğacaktır. Paketlerin içeriğinin sorulup araştırılması ise çoğunlukla mümkün değildir. Eğer sistemde, içinde içki ve domuz ürünleri bulunan paketleri kabul etmeme gibi bir şık varsa bunları kabul etmemek en uygun olanıdır. Böyle bir şık yoksa, ya oluşan şüpheden dolayı işi bırakmak ya da bunu zaruret kapsamında değerlendirmek gerekecektir. İşi bırakmak hayatı zorlaştırabilir. Özellikle iş potansiyelinin dar, iş bulmanın zor olduğu ülkelerde hayat daha da zorlaşacaktır. Bu durumda geriye meseleyi zaruret kapsamında değerlendirme şıkkı kalır. İşte bu noktada zarurete binaen mesele –başka bir iş bulana kadar geçici olarak-mübah hale gelecektir.

Bu son örnekteki kişi aynı zamanda, yukarıda ifade edilen İmam Azam ve İmam Muhammed’e ait fetvaya göre amel etmiş olacaktır. Onların fetvası her ne kadar cumhurun görüşüne aykırı da olsa, işin çıkmaza girdiği, hayatın zorlaştığı durumlarda bir müslümanın önemli iki alimin görüşüne göre amel etmesi, meseleyi bir yönden dinî çerçevede yürütmesine vesile olacaktır. Söz konusu işte, müşterilerin müslüman olma ihtimali de vardır ancak hüküm çoğunluğa göre verilir. Çoğunluk ise gayrimüslimlerdir.

Oluşan zarurete rağmen bir kimse takvayı esas alıp şüphelerden tamamen kaçmak için yemek dağıtma işine girmek istemeyebilir. Hayatını zorlaştırmamak, kendisini ve ailesini hayatî riske atmamak şartıyla başka işler arayabilir. Bu da onun tercihidir, saygı duyulması gerekir.

          İçki ve benzeri haram şeylerin satılmasından elde edilen kazançlar

İmam Azam ile İmam Muhammed’in içtihatlarına göre gayrimüslimlerin yaşadığı bir memlekette içki satışından elde edilen kazanç helaldir. Çünkü içki gayrimüslimler nazarında caizdir ve iktisadi açıdan faydalanılacak bir mal olarak görülür. Çoğunluk alimlerin görüşü ise tersi istikamettedir. Onlara göre müslüman ya da gayrimüslim bir memlekette içki ve benzeri haram malların satışından kaçınmak esastır. Zaruret olduğunda ise durum değişir. Peki, zaruretten dolayı satış yapılırsa, elde edilen kazanç ne yapılmalı?

Öncelikle haram bir şeyin satışından elde edilen paranın da haram olduğu bilinmeli ve böyle bir kazanç yenilmemelidir. Bu konuda Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İçkiyi haram kılan Allah, onun satılmasını da, satışından elde edilen kazancın yenmesini de haram kılmıştır.”[1]

İkinci olarak, haramdan elde edilen para hayır yolunda harcanmamalıdır. Çünkü bu durumda kaynağı temiz olmayan bir para, sevap beklenen temiz bir işe sarf edilmiş olacaktır. Bu da dinin ruhuna uygun değildir.

Bu iki noktayı vurguladıktan sonra şunu tavsiye edebiliriz: Eğer içki ve domuz ürünlerinden elde edilen kazanç belliyse, bunun vergi ve oluşmuş faiz ödemelerinde kullanılması tavsiye edilebilir. Eğer bu miktarı tespit etmek mümkün değilse, sadece tahmin ediliyorsa, tahmin edilebilen miktar dediğimiz şekilde sarf edilebilir. Eğer mesele içki ve domuz ürünü satışı olmayıp sadece bunları taşımaktan ibaretse, gayrimüslim bir memlekette zarurete binaen yapıldığında bunda bir sakınca olmamakla beraber, oluşan şüpheyi gidermek için bir miktar sadaka verilmesi tavsiye edilir. Böyle bir davranış, dinin ruhuna en uygun olanıdır.

Sonuç

İslam’ın içki ve domuz ürünlerinin satışıyla alakalı ortaya koyduğu ölçüler gayet açıktır. Bir müslümanın ülke, bölge ayırımı yapmaksızın bu ölçülere riayet etmesi beklenir. Buna göre, bunların bir müslüman tarafından başka bir müslümana ya da gayrimüslime satılması, ulemanın çoğunluğuna göre caiz değildir. Bunların üretildiği ve satıldığı yerlerde çalışmak da aynı hükme dahil edilerek caiz görülmemiştir. Ancak içinde bulunulan şartlardan dolayı bu haram ürünleri satmak ya da bunların satıldığı yerlerde çalışmak zorunda kalanlar, zaruretten dolayı çalışıp geçimlerini temin edebilirler. Ancak zarurete dair şu önemli noktalar hatırda tutulmalıdır. Zaruret kişiden kişiye değişir. Birinin zaruret gördüğü şeyi diğeri görmeyebilir. Bu yüzden zaruretin kişiye özel tespit edilmesi gerekir. Zaruret belli şartlarla sınırlıdır. Dolayısıyla o devamlı değil, geçicidir. Zaruret kalktığında yapılan işin bırakılması gerekir.

İslam’ın ortaya koyduğu hükümleri ideal olarak benimseyip onları uygulamaya çalışmak, zor durumda kalındığında da zaruret prensibinden yararlanmak, bir müslüman için en uygun olanıdır. Böylece o, hayatı içinden çıkılmaz hale getirmeden dinini en güzel şekilde yaşama gayreti içinde olacaktır.

 

[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/10 (2190).

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy