Kimse bana kendi adına böyle bir yazı yazma yetkisi vermedi. Ancak çok iyi biliyorum ki bu yazıda anlattıklarım, on binlerce kişinin hikayesiyle ya aynı ya da çok benzer…
Ben, Türkiye’de, Konya’nın küçük bir köyünde doğdum. Köyde sadece bir okul, bir köy kahvesi, bir berber, bir bakkal ve iki cami vardı. 11 yaşıma kadar burada yaşadım; okul dışında kalan zamanlarımı tarlalarda buğday, arpa, nohut ekerek ve toplayarak geçirirdim. Babam, harman zamanı dışında kamyon şoförlüğü yapardı, bu yüzden onu sık göremezdim.
1988 yılında, Hocaefendi’nin Hizmet hareketini başlattığı İzmir’e taşındık. Köyden, İzmir gibi bir şehre, cebimizde beş kuruş olmadan gitmenin getirdiği tüm zorlukları yaşadık. Babamla birlikte mahallelerde el arabasıyla satış yaptım. Bir süre sonra kira ödemekte zorlanınca kendi ellerimizle tuğladan ve çamurdan gecekondu bir ev yaptık. Tuvaleti ve banyosu dışarıda olan, musluğu ve elektriği bulunmayan bir evdi. Üniversiteye gidene kadar burada yaşadım.
Sık sık elektriksiz kalırdık. Tuvalet ve banyomuz dışarıda, kendi kazdığımız bir çukurun üzerindeydi. Temizlik ve yıkama için yağmur suyunu biriktirirdik; içmek için ise belediyenin haftada bir gönderdiği su kamyonundan doldurabildiğimiz kadar bidona depo yapardık. Rahmetli babam, yaşadığımız zorlukları örnek göstererek, “Oğlum, sen oku, bari sen bizim gibi çekme” derdi hep. Aslında onun çok demesine gerek yoktu; o hayat gerçekten çok zordu.
Aslında zor olan, yaşadığımız maddi sıkıntılar değildi; o durumun değişmeyeceğini düşünmekti. Babam, üniversiteyi zaten kazanamayacağımı düşünerek, eve yakın (!) yeni açılan Karşıyaka Meslek Lisesi’ne kaydımı yaptırdı. Her gün okula 45 dakika yürüyerek gidiyor ve 45 dakika yürüyerek eve dönüyordum. Yağmur, soğuk, yaz sıcağı fark etmezdi… Meslek lisesinden üniversiteye girmek, hele de bir üniversite hazırlık kursuna falan gitmeden, imkansız gibiydi. Maddi durumumuz da bir dershane parasını karşılayamayacağı için, en azından meslek lisesinden mezun olunca bir mesleğim olacaktı.
Babamla mahallelerde, 3 tekerlekli Motoguzzi veya Arçelik denen araçlarla pazarcılık yapardık. Cumartesi ve Pazar günleri de pazarlarda tezgah açardık. Bir pazarda satılabilecek ne varsa sattık diyebilirim, ancak en uzun süre patates ve soğan sattık. Cep harçlığımı böyle kazanıyordum. Okulumun beni Gebze’deki Samsung fabrikasına zorunlu staj olarak göndermesiyle birlikte verilen bursla da ilk bisikletimi aldım.
O dönemde, benim gibi geleceğe dair çok beklentisi veya planı olmayan binlerce Anadolu genci gibi, bir gün Karşıyaka Körfez Dershanesi’nde bir programa davet edildim. O programa gittim. Çalışkan öğrencilerin üniversiteye girmelerine yardımcı olmak için burs verdiklerini söylediler. Gözlerim parladı bir anda. “Acaba ben de burstan yararlanarak üniversite okuyabilir miyim?” dedim kendi kendime. Hayalini bile kuramayacağım bir şeydi o güne kadar.
Bir süre sonra dershanenin burs verdiği öğrencilerden biri oldum. Dershaneye gitmek için dolmuş parası bulmakta zorlandığım dönemler oldu. Fedakar babam, Allah bin kere razı olsun, hem evimizi geçindiriyordu hem de dershaneye gitmem için elinden geleni yapıyordu. Yaşadığımız o zorlukların, pazarda satış yapmanın, şu anki hayatıma ne kadar çok katkı sağladığını beni tanıyanlar bilirler.
Dershaneye gidiyorum, tamam, ama üniversiteyi kazanırsam ne olacak? O zaman, İzmir’deki üniversitelerde okuyacağım bölüm (bilgisayar) olmadığı için başka bir şehre gitmem gerekecekti. Maddi durumumuz, başka bir şehirde okumama imkan vermediği için daha sınavı kazanmadan endişe başlamıştı. Nihayet üniversite sınavında girebileceğim en iyi ikinci üniversiteyi kazandım: Kocaeli Üniversitesi, İngilizce Bilgisayar Öğretmenliği bölümü. Yıl 1995. Bu, birkaç yıl önce hayalini bile kuramadığım bir şeydi.
Üniversiteye gitmemi ve eğitim hayatımı sürdürmemi Hizmet’in sağladığı yurtlar, evler ve burslar mümkün kıldı, sebepler dairesinde. Bir yıl İngilizce hazırlık eğitimi aldım, ardından dört yıl boyunca Bilgisayar Öğretmenliği lisans programını tamamladım ve 2000 yılında mezun oldum. Ancak bu süreçte öyle bir dönüşüm yaşadım ki… Eminim benimle benzer yolları izleyen binlerce Hizmet gönüllüsü de buna benzer deneyimler yaşamıştır.
Başlangıçta “Çok içlerine girmeyeyim,” “Mezun olana kadar kalayım, yeter” gibi düşünceler içindeydim. Sonra beni yurttan eve çıkardılar. Eve gelen talebeleri gördüm; onlar da meslek lisesinden öğrencilerdi. Burslu olarak dershaneye gidiyor, sonrasında evde destek ve manevi dersler alıyorlardı. Bu yardımlaşma zinciri çok hoşuma gitti ve hemen bana da bir grup verildi. Daha sonra öğrendim ki o gruptaki bazı öğrenciler zaten Hizmet içinde büyümüş delikanlılarmış; abiler, beni yetiştirmek için onları da grubuma dahil etmiş. İlk Risale okumamı, ilk vaaz dinlememi bu talebelerle yaptım ve büyük bir utanç hissettim. Hemen okumaya ve dinlemeye başladım. Birkaç ay içinde külliyatı ve kasetleri bitirmiştim. Birinci sınıfın sonunda bambaşka bir insana dönüşmüştüm; namazlarını aksatmayan, tesbihat yapan, Kur’an ve Cevşen okuyan, teheccüde kalkan, talebe hizmetleri yürüten bir kişi olmuştum. Böylece mezun oldum.
Bursa Nilüfer Koleji’ne atandım. 2004 yılının başına kadar okul kampüsündeki erkek yurdunun müdürü ve bilgisayar öğretmeni olarak çalıştım. Hayal dünyasında yaşıyor gibiydim; rüya gibi bir ortamda, harika insanlarla bir arada olmak müthişti. Annem ve babam benimle gurur duyuyor, “Köyümüzden üniversiteye giren ilk kişidir oğlumuz” diye övünüyorlardı. Annem namazlarımı ve Kur’an okumamı gördükçe çok seviniyordu.
2004 yılı başında birkaç arkadaşımla birlikte Hizmet faaliyetlerini başlatma misyonuyla Brezilya’ya geldik. İngilizce biliyordum ama Brezilyalıların çoğu bilmiyordu. O dönem Google Translate, GPS, akıllı telefonlar yoktu; bir tane bile Portekizce-Türkçe sözlük yoktu. Ama niyetimiz ve motivasyonumuz vardı ve öylesine yüksekti ki bu imkansızlıklar sorun teşkil etmedi. Bir kursa gittik, günde 7-8 saat ders çalışarak birkaç ay içinde rahat konuşacak kadar Portekizce öğrendik. Bu sürecin her aşamasında Hizmet’in sağladığı kurs, ev ve iaşe imkanları yanımızdaydı.
2006 yılında kültür merkezi gibi açtığımız mekandaki Türk Dili ve Kültürü kursumuzdaki öğrencilerimizden bir Brezilyalı ile evlendim. 2007’de Brezilya’daki okulumuzu açtık ve orada öğretmenlik yaptım. Ardından diyalog faaliyetleri için okuldan ayrılıp Türkiye-Brezilya Kültür Merkezi’ni kurduk; başkanlığını yürüttüm. 1995 yılında üniversiteye girmeyi bile hayal edemezken, 2011 yılında Brezilya’nın en prestijli ve dünyanın da en saygın üniversitelerinden biri olan São Paulo Üniversitesi’nde Türk Dili ve Kültürü kursunu açıp orada öğretmenliğe başladım. Bu yazdıklarımla amacım “yaptım”, “ettim” diyerek kendimi anlatmak değil, Hizmet’in sağladığı dönüşümü nazara vermek.
Sonrasında gazeteciler, akademisyenler, senatörler, milletvekilleri, sanatçılar ve futbolcular ile bir araya geldik. Hiç hayal edemeyeceğim ortamlarda, tanışmayı aklıma bile getirmeyeceğim kişilerle dostluklar kurup, programlar, geziler düzenledik.
1988’de köyden İzmir’e… 1995’te meslek lisesinden üniversiteye… 2000’de öğretmenliğe… 2004’te Brezilya’ya taşınmaya… 2006’da bir Brezilyalı ile evlenmeye… 2008’de Brezilya milli takım teknik direktörü Dunga ile Türkiye’ye seyahate… Onun vesilesiyle Alex, Zico, Taffarel ile tanışmaya… 2011’de ülkenin en saygın üniversitesinde misafir öğretmenliğe… 2014’te eski Brezilya Devlet Başkanı Fernando Henrique Cardoso ile Türkiye’ye seyahate… Çırağan Sarayı ve Four Seasons Otel’de gazeteciler, akademisyenlerle toplantılara… 2016’dan beri devam eden Rio de Janeiro’da devletle iş birliği içinde kültürlerarası bir okul projesine… 2016’da Casper Libero Üniversitesi’nde terörizm üzerine uluslararası bir konferansa, São Paulo Üniversitesi’nde Hizmet üzerine bir konferansa, Uluslararası Dil ve Kültür Festivali organizasyonuna… Ve hain darbe girişiminden sonra hayatımızı devam ettirebilmek ve Hizmet faaliyetlerimize devam edebilmek için iş hayatına atılmama kadar uzanan bu yolculuğu her düşündüğümde, bir kez daha “Sebep olan yapan gibidir” düsturunca hayatımda rahmetli hocamın ne kadar çok emeği olduğunu görüyorum ve ona dua edip teşekkür ediyorum.
Ailem dindar bir aileydi, Allah onlardan razı olsun. Temel dini bilgileri, Kur’an okumayı, namaz kılmayı bana annem öğretti. Ancak Hizmet’i tanımadan önce “Cumalık” birisiydim, yani sadece Cuma namazlarını kılardım. Teheccüdün adını bile duymamıştım. Eğer o zamanlardaki ortamlarımda devam etseydim, Cuma namazım bile kalmazdı, eminim. Zira o zamandan arkadaşım olanların şimdiki durumunu biliyorum.
Bugünkü manevi yaşamımın büyük bir kısmını, bildiğim sahabe isimlerini ve onların örnek hikayelerini, başkalarına yardım etme idealini, örnek bir eş, baba, dost ve Müslüman olma yolundaki gayretlerimi rahmetli Hocama borçluyum; hepimiz borçluyuz. Çünkü eminim ki şehir isimleri, yıllar, bölümler farklı olsa da Hizmet içinde benimle benzer hikayelere sahip binlerce insan var.
Bu borcumuzu nasıl ödeyeceğimizi de bize yine kendisi öğretti; doğru olanı yaparak, emaneti düzgünce taşıyarak, bayrağı daha ileriye götürerek, bizlere tavsiye ettiği ve örnek olarak yaşadığı her hayırlı işi devam ettirerek, manevi hayatımıza, sosyal ilişkilerimize, istişarelerimize, ailemize ve yakınlarımıza olan sorumluluklarımıza dikkat ederek. Böylece onun amel defterine de bol bol teşekkür gönderiyoruz. Hocamızın bıraktığı Hizmeti, kendisi adına bir sadaka-i cariye gibi görüyorum, o vesile olduğu için… Ne büyük bir hayır defterini açık bıraktı! Binlerce kişi her gün oraya hayır yazdırıyor…
Kendi adıma ve hikayesi benimkine benzeyen on binlerce Hizmet arkadaşım adına, Size teşekkür ediyorum Hocam; Allah Sizden razı olsun. Mekânınızı Firdevs Cenneti yapsın ve bizleri, ve 4 yıl önce bugün vefat eden babamı da Sizin gibi Allah dostlarına komşu eylesin inşaAllah.
Amin.
Mustafa Göktepe
São Paulo, Brezilya