Gecenin en koyu vaktinde, yıldızların bile utandığı bir sessizlik çöker Türkiye’nin üzerine… Bu sessizlik, , 2013’ten beri zindanlarda çürütülen, sürgünlerde unutulan, hastane köşelerinde son nefesini verirken bile “Hizmet” diye inleyen yüreklerin hikâyesini saklar. Ama biz biliyoruz: Vefa, unutmak değil; hatırlamak ve hatırlatmaktır. Bugün, hapishane duvarlarında kaybolan seslere, yetim kalan çocuklara, mezar taşlarına gizlenen hüzünlere karşı bir borcumuz var: Vefa borcu.
Kur’an-ı Kerim, “Ahde vefa gösterin! Çünkü ahid, sorumluluk doğurur” (İsrâ, 34) diyerek insana verdiği sözün kutsallığını hatırlatır. Hocaefendi’nin dediği gibi, “Hizmet, bir ahittir; vefa ise o ahdin bekçisi.” 15 Temmuz’un ardından “terör” diye yaftalanan o güzel insanlar, aslında bu ahdin bedelini ödeyenlerdi. Bir öğretmenin tahtaya yazdığı harfler, bir doktorun stetoskobu, bir mühendisin projesi… Hepsi, bu topraklara sevgiyle ekilmiş tohumlardı. Ne oldu da bir gecede “düşman” ilan edildiler?
Bir çocuk düşünün; babası hapiste, annesi kanserli… Okulunda “baban terörist” diye alay ediliyor. O çocuk, her gece yatağına uzandığında, “Babam ne zaman gelecek?” diye soruyor. İşte tam da burada, Bakara Suresi’nin “İyilik, yetimlere, yoksullara… yardım edenlerin yaptığıdır” (177) ayeti, bize yol gösteriyor. Bu çocuklar, sadece birer yetim değil; Hizmet’in emanetleri, vefamızın sınavı. Onlara sahip çıkmak, sadece insanlık değil, iman borcu.
Hapishane koridorlarında yankılanan ayak sesleri, her biri bir hikâye anlatır. 70 yaşında bir dede, torununu ilk kez cezaevinde görürken titreyen sesiyle “Babaannene selam söyle” diye fısıldıyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bir mümin öldüğünde, amel defteri kapanır. Ancak geride bıraktığı sadaka-i cariye veya salih evlat bunun müstesnasıdır” (Müslim, Vasiyyet, 14) buyurarak, yetimlere sahip çıkmanın ebedî bir sevap olduğunu müjdeler. Bugün Hizmet’in yetimleri, o salih evlatlar olmaya aday…
Vefa, sadece geçmişe değil, geleceğe de söz vermektir. Risale-i Nur’da denir ki: “Vefa, geçmişin borcunu geleceğe devreden bir şereftir.” 2016’da el konulan okullar, kapatılan dershaneler, susturulan mikrofonlar… Bunlar, Hizmet’in yarım kalmış şiirleriydi. Ama bir gönül eri, İzmir’deki bir gecekondu mahallesinde, gizlice Kur’an öğretmeye devam ediyor. Bir başkası, sınır ötesinde yetimler için ter döküyor. Hocaefendi’nin dediği gibi: “Hizmetkâr, dünyaya vefa için gelir. Ölüm bile onu bu borçtan azat etmez.”
Bugün Türkiye’nin dört bir yanında, bir annenin duası, bir mahkûmun mektubu, bir yetimin gözyaşı… Hepsi, vefanın diriltici nefesiyle yazılıyor. Adana’da bir cezaevi kapısında bekleyen çocuk, Konya’da bir mezarlıkta Fatiha okuyan nine, Stockholm’de sürgün edilmiş bir akademisyenin dersleri… Bunlar, Hizmet’in sessiz çığlığı. Ali İmran Suresi’nin “Hasbunallahu ve ni’mel vekîl” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) (3:173) müjdesi, tam da bu çığlığa cevap veriyor: “Yalnız değilsiniz!”
Son sözümüz bir duadır:
“Rabbim! Demir parmaklıklar ardında gözyaşı döken kardeşlerimize dayanma gücü ver ve onları bir an önce kurtar, yetim kalan yavrulara merhamet dolu yüreklerimizle şefkat kucağı olmayı nasip eyle. Hizmet’in açan çiçekleri solmasın, vefat edenlerin aziz hatıraları kalplerimizde birer meşale olsun. Sürgünlerde yalnız kalanlara sıla özlemini dindirecek sabır, hastalara şifa, bizlere de onlara sahip çıkacak feraset ver. Kalplerimizi vefasızlığın pasına bırakma, bu karanlık günlerde imanımızı bizlere sığınak kıl.
Yâ Rabbi!
Bu feryadımızı rahmetinin semasına ulaştır, gözyaşlarımızı hakkın terazisine dönüştür. Amin.”
Bu satırlar, Hizmet davasının sessiz kahramanlarına ve onların aziz hatırasına ithaf edilmiştir…