489
Hicret; Allah’a (cc), Resulüllah’a (sav) ve îman erkânına inanmanın neticesidir.
Hicret; Allah’a (cc), Resulüllah’a (sav) ve îman erkânına inanmanın neticesidir. Îman ise, kul ile Allah arasında mânevi bir bağ ve sözleşmedir. Kalplere îmanı Allah kor! Ne var ki insanın, O’nun emânet ettiği akıl ve irâdesini o yolda, müsbet mânâda kullanması esastır.
Îman bir imtihan, inanmakta onu kabullenmektir. Bu yolda başta peygamberler olmak üzere bütün ehl-i îman bu imtihana tâbi tutulmuş ve kıyâmete kadar da devam edecektir. Sırr-ı teklifin gereği olarak bu yol dikenli, virajlı, dik dağlar ve derin deryalar olmak üzere aşılması zor engellerle doludur.
Hz. Âdem(as) ve şeytanla başlayan bu mücâdele kıyâmete kadar devam edecektir. Onun için nefs-i emmârenin tuzağından kurtulmak üzere evvelâ; akıl, irâde ve şuurla îmana hicret olmalıdır. Allah’a öyle bir söz verilmelidir ki, artık onun geriye dönüşü olmamalıdır. İmtihan sırrının gereği olarak yer yer gerçek mü’minler, beklemedikleri şekilde îmanlarından dolayı yaşanması zor bir hayatla karşılaşmışlar ve karşılaşmaya devam etmektedirler.
Efendimiz’e (sav) biat edip ilk îman eden sahâbe efendilerimiz (r.anhüm) yaşamada zorlandıkları ilk dönemlerde Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Çünkü müşrikler, onlara inandıkları gibi yaşama imkânı vermemişlerdir. Bundan dolayı, hür ve irâdi olarak inandığı gibi yaşayabilecekleri bir ülkeye hicret etmeye zorlanmışlardır.
Daha sonra önlerine geçemedikleri ehl-i imana karşı, boykot ilan ederek onları zor durumda bırakmışlar ve Medine-i Münevvere’ye tekrar hicret ihtiyacı hâsıl olmuştur. Burada Allah’ın izniyle toparlanıp Efendimiz’in (sav) etrafında toplanan Müslümanları, Allah (cc) belli bir güç elde ettikten sonra, Mekke fethiyle şereflendirmiş ve rahat bir nefes almışlardır.
Hz. Âdem’den,Efendiler Efendisi Hz.Muhammed’e (sav) kadar hemen hemen bütün peygamberler başta olmak üzere şuurlu gerçek mü’minler,İslam’ı muhtaç gönüllere tebliğ edebilme ve âhiretlerinin kurtulmasına vesile olabilmek için hicrete devam etmiş, bu vesileyle nice insanlar îmanla şereflenip Allah ve Resûlü’nü tanımış ve ebedi saadete ermişlerdir.
Şerefli ecdadımız da, îmanla şereflenmiş ve hicret ederek Anadolu’ya gelmişler, asırlarca insanlara örnek ve model olmak suretiyle Allah ve Resulüllah’ı sevdirmiş ve Anadolu’yu İslâm’ın merkezi haline getirmişlerdir.
Birkaç asır evvel yavaş yavaş güneş batmış, gece karanlığı gibi ruhları küfür ve dalâlet sarmış, îman zaafa uğrayıp insanlık zillet ve sefâlete mahkûm hale gelmiştir. Minareler susturulmuş, mâbetlere kilit vurulmuş, Allah diyenler mahkûm edilerek nice allâmeler değişik isnat ve iftiralarla darağacına çekilmişlerdir.
Böyle bir dönemde Hz. Üstad ve talebeleri îmana ağırlık vermiş, batmış güneşin yeniden doğmasını, neslin küfür ve dalâletten kurtulmasını temin etme yolunda, ömürleri hapishanelerde medrese-i yusûfiye ve zindanlarda geçirmelerine rağmen, oraları ilim ve irfan yuvası haline getirmiş, nice münkir, kâtil, zâlim ve zânilerin îmanlarının kurtulmasına vesile olmuşlardır.
Hicret, dinler ve medeniyetler çatışmasının önünü kesmek, insan olarak rengi, dili, dini ne olursa olsun kardeşliği tesis etme gayreti içinde bulunmak, başta insanlar olmak üzere hayvanlara, hatta nebatâta bile sevgiyle, şefkatle, merhametle muâmelede bulunarak, dünya barışına katkıda bulunmak için yapılır.
Gerçek muhâciri Allah Resûlü (sav) şöyle tarif etmektedir. “Hakiki muhâcir, Allah’ın yasaklarından uzaklaşıp, râzı ve hoşnut olduğu şeylere hicret edendir.” (Buhari-Müslim) Görüldüğü gibi gerçek hicret, nefsin ve bedenin arzu ve isteklerinden, kalp ve ruhun derece-i hayatına yükselmektir.
Bu mânevi atmosferi yakalamış olan başta sahabe efendilerimiz (r.anhüm) olmak üzere, hicret şerefiyle şereflenmiş ehl-i iman, geriye dönmeyi ihânet saymışlardır. Allah ve Resâlü’nü canlarından aziz bilen bu kahramanlar, dinin haysiyet ve şerefini en ağır şartlarda bile olsa, koruma niyetiyle hicret etmişlerdir.
Çeyrek asır evvel dünyanın birçok yerine, kimsenin baskısı altında kalmadan gönül rızâsıyla hizmet-i îmaniye ve kur’âniye’ye, kaderini adamış bay ve bayan, fedakâr ve kahraman öğretmen ve idâreci, esnaf ve talebe kardeşlerimizin, daha evvel ki Muhâcir ve Ensar’a tabi olarak muhtelif ülkelere hicret etmeleri, en makul yol olan eğitim faaliyetleriyle başlamıştır.
Hizmet; zamanla ülke içinde gelişen, büyüyen ve dünya kamuoyu tarafından benimsenen bir duruma geldiğinde, hizmet hareketini ister kıskançlık, ister başka bir sebeple hazmedemeyen zâlimler ve ihânet şebekeleri, her türlü yalan isnat ve iftiralarla geçmişi ve geleceği birbirine bağlama gayreti içinde çırpınan ve insanlığın yüzünü güldürmeye kendilerini adayan bu fedakar insanların gayretleriyle meydana gelmiş bulunan, her türlü kurumları yerle bir etmenin yanında, yaşama imkanlarını da ellerinden almışlardır.
Bununla da kalmayıp medrese-i yusûfiye diye tabir ettiğimiz, yaşam şartları çok ağır olan cezaevlerine; kadın, çocuk, yaşlı ve hasta demeden hapsedilmişlerdir. Beş altı senedir nice yuvalar tahrip edilmiş ve bu insanlar hala çile çekmektedirler. Bazıları da illegal yollarla, çok ağır şartlar altında olsalar bile bir fırsatını yakalayıp hicret etmişlerdir.
Kur’an-ı Mucizü’l Beyan’da Tevbe Sûresi 100. âyette; “İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah onlardan râzı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!”
Enfal Sûresi 74. âyette de; “İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onlara kucak açıp yardım eden Ensar var ya, İşte gerçek müminler bunlardır. Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.”
Nisa Sûresi 100. â yette ise; “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı hak etmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah Gafurdur, Rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” buyurulmaktadır.
Hicretin gâyesi, Allah’ın rızasını kazanmak ve ilahi mesajı bütün kullarına ulaştırmak, onların ebedî hayatlarını kazanmalarına vesile olmaktır.
Muhacirler hicret yoluna çıkarken; “Allah’ım! Senin rızan için gidiyorum. Gittiğim ülkeyi ve insanlarını bana sevdir, bana; Senin muhtaç kullarına gerçekleri, hakikatleri duyurma fırsatı lütfeyle!” diye dua ederek giderler ve gittikleri yerlerde şûra ile hareket eder, tekliflerini sunar, tenkit ve gıybetten içtinap ederek üzerlerine düşen vazifeleri hak rızası için yapmaya gayret ederler.
Ehl-i iman ve kaderini îman ve Kur’an’a adamış bütün kardeşlerimizin, muharrem ayının ve hicri yılbaşının hayırlara vesile olmasını diliyor, dua bekliyorum.