Hani bir keresinde, Ankara’ya gelmiştin. Seri konferanslar yapıyordun. Bir de üniversite adayı liselilerin karşısına çıkmıştın. Zaman ayırmıştın onlara da. Ben de belletmen olarak oradaydım. Hatta normal sürenin üzerine ilave olarak, bir saat daha hasbihal etmiştiniz. Belli ki çok sevmiştiniz gençleri. İlk öğretmenim dediğiniz Refia annenin vefatı henüz tazeydi ve bizi adeta aileden biri görerek, ondan da bahsettiniz, duygu dolu ifadelerle. Fakat sohbetinizin ana konusu, tercih yapmaya hazırlanan bu gençleri, öğretmenlik mesleğine teşvik etmekti. “Neslini yüceltme sancısını çeken muallime binler selâm…” [1] diye bitirdiniz sözlerinizi.
Salonda yere düşen sizin ve gençlerin gözyaşlarıydı sadece. Ama asla sözleriniz yere düşmedi, onlar gönüllerde yeşerdi. Nerdesin adanmışlık, o günkü sohbetin rotasıydı.
Ve yine bir defasında, İzmir’de sizi ziyaret etmiştik. Varınca gördük ki, yalnız değiliz. Zira Anadolu’nun her yanından rehberlik sevdalısı kadın-erkek öğretmenler vardı. Salon tıklım tıklım doluydu ve bizler kürsünün sahibini (sizi) bekliyorduk. Geldiniz ama bir süre dünya kelamı etmeden, doya doya seyrettiniz, o muhteşem manzarayı. Oysa bu sessizlikte bile biz, sizin gönül dilinizi hal şivenizi izliyorduk uzaktan.
Ardında da “Çok uzak yerlerden geldiniz.” [2] diyerek başladınız ve dertleştiniz bizler ile uzun uzun. Nerdesin beklentisizlik, o tarihi günün özetiydi.
Hani bir keresinde, Şubat Soğuklarının etkisi devam ediyordu. Henüz ayrılmamıştın “Beşinci Kattan”. Meğer İstanbul’da geçirdiğiniz son aylarmış. Hizmetlerin Anadolu döneminin akşamında, bir akşam namazı kıldırdınız bize. Sonrasında Ali bey, ülkemizdeki ‘terör’ gündemi ve tahribatları hakkında bir soru sormuştu. Siz ise terörün bilindik zararların dışına çıktınız. Onun, bizim köyümüzün kültürünü yerle bir etmesinden bahsettiniz. O kadar çok gürültü vardı ki sokakta, oysa siz sükûnet arıyordunuz.
Talebeleriniz yer sofrası kurarlarken, bir köy çocuğu olarak, hayran kalmıştım yaptığınız yorumlara. Asıl kaybedilenin, “Bir dilim sessizlik, eski köylerimizin hemen her zaman tabiî ve daimî iklimiydi.” [3] dediniz. Bu duruşunuz, sosyal ve kültürel tespitiniz, adeta kulağımda bir küpe olarak kaldı. Nerdesin huzûr ve sükûn, o akşamın bestesiydi.
Ve yine bir defasında, bazı hicret gönüllüleri hakkında fikrinize müracaat edilmiş. Bir ağabeyim, lütfedip beni de anıp, sormuş sizlere. “Arkadaşımız için artık Türkiye’de değil, yurt dışına hicret etmesi daha uygun olur.” buyurmuşsunuz. Duyunca bu mesajı ve teklif edilen ülkeyi, en hızlısından bir bilet almıştım kendime. Havaalanına varınca da, ülkemden ayrılırken, haliyle Kur’an ile teskin ve teselli olmak istemiştim. Mushafta son kaldığım sayfaya bakınca, sol üst köşede, tevafuk ‘Ve El-Mağrip’ yazıyordu.[4] Evet, az sonra ben, Afrika’nın sol üst köşesine (Fas) gitmek üzere uçağa doğru hareket edecektim.
Vardığımda ise manevi desteğe ihtiyacımın had safhadaydı. Rüyamı şereflendirdiniz ve yetim başımı bağrınıza basarak saçlarımı okşadınız. O günlerde hicret, gurbet ve hasret iliklerime kadar, buradayım diyordu.
Hani bir keresinde, Kestane Kampında sizi ziyaret etmiştim de, yüzüme baktığınızda, bir vefa abidesi olarak, ismi bende mahfuz, bir esnaf dostunuza benzetmiştiniz. Takdim faslından sonra devamında, “Uhud’daki Sarsıntıya Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Analitik Yaklaşımı’’ [5] makalesine dair bir sunum yapmıştım. Nezaketle dinlediniz. Fakat konu siz olunca, tevazunuzun gereği olarak, bir çocuk gibi sıkılmış ve konuyu da değiştirmiştiniz.
Başka bir zaman ise, Nijerya’dan sizi ziyaret eden bir dostum vesilesiyle, bir teşvik notu almıştım: “ Bir akşam vakti, ziyarete gelen dostlarına hediye kabilinden Çağlayan dağıtıyordu. Derginin sayfalarını çeviriyor, yazı ve yazarın isimlerini okuyordu. İsminizi ve ‘Ötelerden Uzatılmış Nuranî Bir İp: Denge’ [6] makalenizi zikredince, sizi tanıyan bir abimiz, hakkınızda bilgi verdi.’’ diye aktarmıştı. Ayrıca bir hedef mahiyetinde algıladığım, “Güzel bir yazı, kalemi güçlüymüş, yazmaya devam etsin.’’ ifadelerinizi de, bir ödev ve görev bildim kendime. Zira özetlere alınan yazıları kendiniz seçerek [7] dergiye, yazara ve yazıya olan değeri bizzat ortaya koymuştunuz.
Şu Ramazan’da, yokluğu bile varlığının şahidi olan Boş Koltuk’tan [8] anlaşıldığı üzere, yaklaşan bu bayram, ilk kez sizsiz geçecek…
Evet, aylar önce manevi mirasınızı gönüllü takipçilerinize emanet ederek ruhunuzun ufkuna yürüdünüz. Rabbim, ruhunuzu şâd, mekânınızı Cennet, makamınızı âlî eylesin.
[1] MF Gülen, Maarifimizde Muallim, Çağ ve Nesil
[2] MF Gülen, İman Davasına Gönül Vermişlerle Bir Hasbihal, Fasıldan Fasıla-3
[3] MF Gülen, Bizim Köyümüz, Zamanın Altın Dilimi
[4] Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, Ayet: 177
[5] Çağlayan Dergisi, Temmuz-2018, Sayı:16
[6] Çağlayan Dergisi, Temmuz-2019, Sayı:28
[7] Çağlayan Dergisi Mizanpaj, Şubat-Mart 2024 Sayıları
[8] Boş Koltuk, Harun Tokak, S. Haber
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN