Halil Olmak Ne Güzel!

Yazar Mehmet Yıldız
web

Bizzat sevdiğiniz (mal, bilgi, eşya…) dan infak etmedikçe gerçek fazilete ve kâmil manâda iyiliğe ulaşamaz, (ebrardan olamazsınız.) Bununla beraber, her ne infak ederseniz, Allah onu mutlaka bilir. (Al-i İmran-92)

Hani günler vardı hem gecelerinde hem de gündüzlerinde harıl harıl koşulan; kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, işçisiyle memuruyla, zenginiyle fakiriyle koşturulan o tatlı günler… Neredeyse istirahate bile vakit bulunamayan günler, aylar ve yıllar. O zamanlarda saklıydı güzel anlar ve sadece o anları yaşayanlar o zaman dilimlerinin hazzını anlar. Ülkesi için, memleketi için, inandığı değerler için, insanlık, belki de gelecek nesiller için ter dökülen o günler. Fedakarlığın, zirvelerde yaşandığı zamanın altın dilimleriydi çünkü o demler, dönemler.

Hani mevsimleri gözetleriz yer yer. Bahar gelse, yaz gelse de piknik yapsak tatile çıksak diye. Bayramları gözetleriz. Akrabalarımızla, dostlarımızla kucaklaşalım diye.

Müminlerin hayatında farklı mevsimler de vardır. Üç aylar gibi, ramazan ayı gibi, mübarek geceler gibi. Geceler de kendine göre ayrı bir mevsimdir. Gecedir ama mevsim kadar değerlidir. O geceler ki bir sabah olur, elleri bayramlara değer. Diğergam gönüllerin coştuğu, duyguların alabildiğine saflaştığı, gurbetlerin kurbete (yakınlığa) dönüştüğü bayramlara. Öncesi de sonrası da binler hayra, binler manevi mükafata açılan bayramlara.

Böyle bayramlar öncesinde arkadaşlarla dostlarımızı, tanıdıklarımızı tek tek dolaşıyor; kâh evlerde, kâh işyerlerinde kimi zaman tek tek, bazen de toplu vaziyette dertleşiyorduk. Bu bizim günlük halimizdi. Yeryüzünde bir cehalet yangını vardı. Kıtalar bağnazlığın pençesi altında inim inim iniyor, ülkelerin bir kısmı fakirliğin girdabında boğuluyor, diğer bir kısmı ideolojilerin paletleri altında eziliyor, zulümler görüyorlardı. Sonuçta dünya buhranlar anaforunu yaşıyordu. Duyarlı bir insanın, bir müminin, bir adanmış ruhun yerinde durması ne yapmalıyım ne yapmalıyız, diye sormadan ve harekete geçmeden yaşaması mümkün müydü?

Böyle bir dünyada bencilliğe yer olamazdı. Kimin elinden ne geliyorsa onu yapmalıydı. Bir önceki yazımızda, vermenin, paylaşmanın, başkası için yaşamanın, ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalıştık. Efendimiz (s.a.s.)’den, etrafındaki altın halkadan günümüze kadar gelmiş infak kahramanlarından örnekler gördük.

Vazife şuuruna erenlerin nasıl da malından, canından vaz geçtiğine şahit olduk. Fedakarlığın zirvelerinde, zirve insanlar vardır. Asırlar geçse bile dünyanın her yerinde her gün anılan o yüce Nebi Hz. İbrahim (a.s.)’ın fedakarlığına, cömertliğine yerler gökler şahit oldu.

Melekler, Allah’ın izniyle, Hazret-i İbrahim’i ziyaret ederler. Uzun bir yoldan gelmiş, saçı-sakalı dağınık, üstü-başı perişan birer misafir edasıyla İbrahim Nebi’nin yanına varırlar. Onun duyacağı şekilde “Sübbûhun Kuddûsün Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh” derler. Kalbi ötelerden gelen esintilere açık olan İbrahim Aleyhisselam, Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh u takdîs etmek için çok iyi seçilmiş bu kelimeleri ve onların seslendirilişindeki lâhûtîliği duyunca pek sevinir.

“Aman Allahım, bu ne güzel bir söz!” diyerek hayranlığını ifade eder ve “Servetimin üçte biri sizin olsun, yeter ki o tesbîhi bir kere daha söyleyin” der. Melekler, kendilerine has bir ses ve eda ile o tesbîhi tekrar edince, Allah’la alakası açısından tesbîh u tazime ve vahye aşina olan Halilürrahman, o sözdeki derinliğin kendi ruhunda hasıl ettiği tesir neticesinde, bir kere daha aynı tesbîhi duymak için malının tamamını vermeye de razı olur. Nihayet, “Değil mi ki bana bu tesbîhi dinletip öğrettiniz, ben de size köle oldum!” diyerek meleklere mukabelede bulunur. Bu davranışıyla da sahip olduğu her şeyi, hatta canını bile Cânan yolunda feda edebileceğini gösterir.

Bir mümin Allah için yaşamalı, onun için dertlenmeli, O’nun yolunda, rızasını kazanma istikametinde koşmak gaye-i hayali olmalı. Fırsatları kollamalı. Kur’an farklı surelerde zekatla, infakla alakalı çok vurgu yapar. Ancak Müminun suresi 4. ayette “Onlar zekât vermek için çalışırlar” çok farklı bir şey söyler. Onlar sadece vermiyorlar, vermek için çalışıyorlar.

Daha çok vermek için çok daha fazla kazanmak düşüncesiyle birlikte, insanları Allah için vermelere teşvik etmek, yardımlar organize etmek, himmetleri birleştirip, sızıntıların çağlayana dönüşmesini sağlayıp, yeryüzüne ab-ı hayat sunmak… Ne kadar masum ne kadar güzel değil mi?

Bir ağaç düşünün her mevsim taptaze meyvelerini insanlara takdim ediyor ve o meyvelerden yiyenler o lezzetlerde sanki yeniden diriliyor. İşte mümin böyle olmalı, can vermeli, ümit vermeli, hayata tat vermeli.

web

Hz. İbrahim (a.s.) yaptığı fedakarlıklarla Allah katında “Halil” olma vasfını kazanıyor. Yani kâinatın sahibi Yüce Allah’ın dostu oluyor. Her dönemin İbrahimleri, Halilleri vardır. Bazılarının isimleri, bazılarının vasıfları Halil’dir. Haliller, Halitler, Halisler eksik olmaz dünyada.

Çeyrek asır önceydi bir arkadaşımla belirlediğimiz isimleri ziyarete gidiyor, derdimizi anlatmaya çalışıyorduk. Bir delikanlı ile görüştük, güzel bir insandı. Yapılması gerekenlerin üzerinde durduk, okul dedik, eğitim dedik, nesle sahip çıkma dedik, yurtiçi yurtdışı dedik, bekleyenler var dedik. Yurtdışından bir arkadaşım aramış ısrarla bir okul açılması için ricada bulunmuştu, arkadaşımıza bunu anlattık. Beklenmedik bir fedakârlık sergiledi, bizi duygulandırdı. Bu güzelliği nasip eden Allah’a hamdler eyledik. Günlerden cumartesi idi. Çok yoğun ve çok güzel bir gün olmuştu.

Mal da Allah’ındı mülk de. O sadece bize emanet olarak vermişti. Samimiyetimizi ölçüyordu.

Ertesi gün, pazar sabahı, yine yola çıktık arkadaşımla. Telefonda bir beyefendi. Bizi işyerine davet ediyordu. Yolu değiştirdik. İçeri girdiğimizde adamı ağlar halde bulduk. Merak ettik, biz de hüzünlendik. Anlattı.

Dün hacı ablanla gece namazına kalktık. Ablan biraz Kur’an okuyalım dedi. Olur dedim. Bana bir yer aç dedi. Açtım. Al-i İmran 92. ayet duruyordu karşımızda. Hacı ablan manasını sordu. Okudum. Ağlamaya başladı ve bu ayet bize bir şeyler söylüyor dedi ve devam etti. Çocukların gittiği hayır kuruluşları var, güzel hizmetler yapıyorlar, babamdan kalan üç katlı evi ve bahçesini bu güzel insanlara bağışlamak istiyorum. Abinin ağlaması daha da arttı bu ara. Eşim böyle güzel bir hayır yapar da ben geri kalır mıyım? Çok zor şartlarda aldığım bir arsa vardı, ben de onu bağışlıyorum dedim. Hemen tapuları çıkardım ve işleme koydum, aradan zaman geçmesin, nefis araya girmesin diye. Siz de şahit olun.

Halil olmanın, manevi ticaretlerle geleceğimizi satın almanın yolundayız. Allah için alan, Allah için veren, Allah için yaşayanlar olma ümidindeyiz.

İşte şimdi de bir mevsim geldi. Kurban mevsimi. Gurbetleri, kurbetlere çevirme mevsimi…

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy