Güzel Günleri Beklerken | MEHMET YILDIZ

Yazar Mehmet Yıldız

“Bismillah her hayrın başıdır.” demiş Hazreti Üstad. O’nun (celle celâluhu) adı ile yola çıkmak, onun hakkını vermek, beraber yürüdüklerimizle uyum içinde olmak, yollarda takılıp kalmamak veya kalan varsa tutup kaldırmak, yolun ve yolculuğun değerini bilmekle eş değerdir.

Rûberû olduğumuz zamanlar oldu. El ele, göz göze, diz dize dertleştiğimiz, gülüşüp ağlaştığımız ve hayatı birlikte paylaştığımız güzel günlerimiz oldu. Kıymetli zamanlardı o zamanlar, ama değerli anlar yalnız o günlerden ibaret değildi. Hangi gün değerlendirilirse o gün güzeldir. Değerlendirilmeyen günler, bugün de yarın da insanın başına derttir.

Kelimelerin, cümlelerin ve kitapların ruhu vardır. O’ndan bahsetmeyen, O’na ulaştırmayan bütün ifadeler, ruhsuz ve mânâsız bir kalıptan ibarettir. Her şey O’nu (celle celâluhu) anlatmalı ve O’na işaret etmeli!

Ruhun olduğu yerde can vardır, heyecan, yenilik, aşk ve şevk vardır.

Pörsümüş ruhun bedeni, durgun bir havuza benzer. Ne demişti Asrın Dertlisi? “Durgun sular yosun bağlar. İşlemeyen kemikler kireç tutar. Çağlayanlar ise daima pırıldarlar.” Ezel ve Ebed Sultanı’na gönül vermiş bu yolun aşkın yolcuları, hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmazlar. Onların ocakları daima sevgiyle, muhabbetle, aşkla ve şevkle tüter durur hep.

Bazen beklentiye girer, ümitsizliğe düşer insan. İçimizden bir ses zaman zaman şöyle fısıldar, “Neden benimle ilgilenmiyorlar? Neden bana değer vermiyorlar? Parlak fikirlerime niçin müracaat etmiyorlar?”

Hâlbuki yıllarca koşturduğumuz, fedakârlık yaptığımız, nefes nefese kaldığımız, terin tabanımızdan çıktığı ve yorgunluktan âdeta bîtap düştüğümüz günlerimiz olmuştu. Biraz dinlenip tekrar aynı tempoyla, güzelliklerin yaşanması ve insanlık için yollara koyulurduk.

Bir kısmımız öğrencilerimize, “Evrensel insanî değerleri nasıl anlatıp benimsetiriz, karakteri hâline nasıl getirebiliriz?” diye heyecanla dersler anlatırdık. Onlarla heyecanlarımızı, coşkularımızı ve bildiklerimizi paylaşırdık. Bir kısmımız, “Nasıl daha çok kazanır ve geleceğin güzel insanları için yatırım yapabiliriz?” diye gayretler ederdik.

Fedakâr anneler, ablalar, bacılar olarak kermesler düzenler, imkân ve mekân bulamayan yavrularımıza, okuyacakları bir zemin hazırlamak için gece gündüz koştururduk. Kadın- erkek, çalışan- çalışmayan, köylü- kentli, ensar- muhacir demeden hep birlikte gayret ederdik.

Bir gün geldi, rüzgâr ters yönden esti. Âdeta bir inkıta yaşandı, imtihanlar kuşağı çepeçevre her tarafı sarıverdi. Her şey bitti mi? Bitmiş miydi acaba? Asla! Allah’ın bitirmediğini kimse bitiremezdi.

Çevremizde nice çiçekler ve ağaç olmaya namzet fidanlar, sulanmayı bekler. Fakat düne takılanlar yarını inşa edemezler. Ancak dünden dersini iyi alanlar, gelecekle kucaklaşabilirler. Nasıl ki Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberliğinin ilk yıllarında inkıta-ı vahy olmuştu. Günlerce, aylarca vahiy gelmiyordu. Müşrikler, Efendimiz ve sahabelerle alay ediyorlardı. Belli ki Rabbimizin bir maksadı vardı. İnsanoğlu, bazı değerler elinden gitmeden, onların kıymetini bir türlü anlayamıyor, fark edemiyordu. Nihayet gökyüzünün kapıları yeniden açıldı. Ceste ceste inen Kur’ân, susamış gönüllerin susuzluğunu gideriyordu. Sahabe efendilerimiz bu sefer âyetlere dört elle sarılıyordu.

Nasıl ki susuzluk zamanı suyun kıymetini bir anda artırıyor veyahut herhangi bir şeyin yokluğu onun varlığının değerini ortaya çıkarıyor, aynen onun gibi, bazen elimizden alınan güzellikler onu yeniden yaşamanın özlemi ve hasretiyle belki biraz kıvrandırıyor ama, önemini bir kez daha bize hatırlatmış oluyor. Bazen bir inkıta irtifaya vesile olabiliyor. Yapılan işlerin önemini fark ettirebiliyor. Yeni bir heyecanla koşturmak için fırsatlar kollayabiliyor insan.

Bedir harbine katılamayan Enes bin Nadr ve Amr bin Cemuh gibi sahabeler, “Nasıl olur?” diyorlardı. “Allah Resûlü’nün katıldığı, bulunduğu bir yerde biz nasıl olmayız, olamayız?’’ deyip kıvranıyorlardı âdeta. ‘’Rabbimiz tekrar bir fırsat verirse biz kendimize düşen vazifenin hakkını vereceğiz’’ diyorlardı. Hararetle ve heyecanla böyle bir anı bekliyorlardı.

Derken Uhud haberi geldi. Çocuklar gibi sevindiler. İşte bugün o gündür dediler. İkisi de Uhud harbinde şehit düşmüştü. Enes bin Nadr’ı, kardeşi ancak serçe parmağındaki izinden tanıyabilmişti. O gün Efendimiz‘i (sallallâhu aleyhi ve sellem) korumak için, inandığı davanın bayraklaşması uğurunda canını seve seve veriyor, tanınmayacak hâle geliyor ve ruhunun ufkuna yükseliyordu.

Amr bin Cemuh yaşlı, beli bükülmüş, ayağı aksak, dişleri dökülmüş, yaşlı mı yaşlı bir sahabe idi, ama bir şeye iman etmişti. Bu dünyanın kirinden, tozundan ve günahlarından ancak şehitlikle kurtulacağına inanıyordu. Allah Resûlü ile beraber olma duygu ve düşüncesi onun bütün ruhunu kaplayıvermişti âdeta ve şehit olmuştu Amr bin Cemuh. Rasûlullah, şehit olmuş bu sahabe için, “Cennetin bahçelerinde dolaşırken gördüm.” diyordu ve âyet nazil oluyordu. “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini ispat ettiler. Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.” (Ahzab 33/23)

Yer yer eski günleri özleriz. Acaba “O günler tekrar gelir mi?” diye düşünürüz. O gün nasıl Allah lütfetti ise bugün de nasip eder. Yeni yeni imkânlar ihsan eder. Yeter ki bizler gayret edelim, duruşumuzu değiştirmeyelim ve kendimize düşen vazifeleri hakkıyla yerine getirmeye çalışalım. Herkes çevresindeki insanlarla, mağdurlarla, mazlumlarla, uzak yakın demeden ilgilenirse şayet, nice kapıların açılacağına hepimiz inanıyor ve ümit ediyoruz.

Güzel işlerle uğraşmak en büyük terapidir. Hele hele işin ucunda Allah’ın rızası varsa, insanlığa hizmet uğurunda, hakkın rızası istikametinde, bir mefkûrenin peşinde isek…Nice ümitle atılan adımlar vardır ki, ümitsizlere hayat-bahş olmuştur.

Bugünlerin hakkını verelim ki yarınlar bize tebessüm etsin. Bakmayın kara bulutların üzerimizde dolaştığına! Gün gelir, yerlerini rahmet bulutlarına bırakırlar. Tatlı tatlı yağmurlar yağar. Yeryüzü bir anda lalezara, çemenzara döner. Bahar bütün güzelliği ile arz-ı dîdâr eder. Esen bir rüzgârla bulutlar dağılır, güneş bütün güzelliği ile kendini gösterir ve gönüllere inşirah verir.

“Cenâb-ı Hakk , istediği her şeyi yapmaya kâdirdir.” (Hûd 11/4) Hiçbir şey O’na ağır gelmez.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy