Bu köşede iradî olarak geçici gündeme girmeden, gerçek ve hep ilk gündemimiz olan iman, İslam ve ihsan hakikatleri üzerinde duruyoruz. Şimdi ise ilk defa geçici gündem ile gerçek gündem arasındaki sıkı münasebeti ifade etmeye çalışacağız.
Malum olunduğu üzere dün Türkiye’de hapisteki masumların dışardaki masum yakınlarına yardım yapan insanlara yönelik operasyon düzenlendi, 600 civarında kişi göz altına alındı. Bu insanlar hakim karşısına çıkarılacak ve büyük ihtimalle tutuklanacaklar.
Bu insanların suçu(!), masum olarak hapis yatan insanların mağdur yakınlarına maddi yardımda bulunmak, böylelikle onların hayatlarını bir nebze kolaylaştırmak, ellerinden tutmak, yalnız olmadıklarını onlara hissettirmekten başka bir şey değildi.
Zalimler kendi zulümlerini kapatmak, Bartın’daki faciayı perdeleyip örtbas etmek, gündem değiştirmek için bin bir hesap yapıyorlar.
Kendi suç, hata, kusur, günah, ayıp ve açıklarını kapatmak için akla hayale gelmedik planlar yapıyorlar.
Zulümlerine zulüm katıp dibe vurmuş ahiretlerini daha da dipsizleştiriyorlar.
Bütün bunları yaparken de yeri geldiğinde “kader” diyerek, suçu Yüce Allah’a atmaktan bir an bile tereddüt etmiyorlar. İnsanlar Allah’a küseceklermiş, itikat problemleri yaşayacaklarmış, imanları sarsılacakmış, umurlarına bile almıyorlar.
Biz bu son göz altılarla öğrendik ki, karşı taraftaki zalimler ve şer şebekesi bütün bunları yaparken, bu taraftaki müminler de boş durmuyorlarmış. Dışardaki müminler, içerdeki müminlere, onların yakınlarına yardım ediyorlarmış.
“Yalnız değilsiniz, biz varız” diyorlarmış onlara.
“Ashab Efendilerimizin de sıkıntılı günler geride kaldığında o günleri hatırlayıp “hey gidi günler” dedikleri gibi, bizler de ileride bugünleri yad edip “hey gidi günler” diyeceğiz” diyorlarmış.
“Sıkın dişinizi, çoğu gitti, azı kaldı” diyorlarmış.
Onların dünyalarına yardımcı oldukları kadar, belki daha fazla ahiretlerine yardımcı olmaya çalışıyorlarmış.
Allah’a karşı içlerinde herhangi bir negatif duygu düşünce olmasın, Hakk’a darılmasınlar, böylelikle ahiretlerine zarar vermesinler diye ellerinden, yüreklerinden tutuyorlarmış.
Onlara böyle yardımcı olmaya çalışırken, zalimlerin zulmünü göre göre, belki bir gün yakalanacaklarını bile bile bunları yapmaktan geri kalmıyorlarmış.
Kelleyi koltuğa alıp ama hizmetleri ne olursa olsun durdurmuyorlarmış.
Çünkü hizmet insanı, her zaman ve mekânda yapılması gerekeni yapan insandır da ondan.
Çünkü hizmet insanı, ümidini ve Allah’a olan hüsnü zannını hiç kaybetmeyen insandır da ondan.
Çünkü hizmet insanı, kendi kurtuluşunu başkalarını kurtarmada gören insandır da ondan.
Çünkü hizmet insanı, kardeşleri mutlu olduğu zaman mutlu olan, onların elemleriyle de müteellim olan insandır da ondan.
Çünkü hizmet insanı, cennette girilirken bile, önceliği kardeşlerine verebilen insandır da ondan.
Çünkü hizmet insanı, davasından, sevdasından asla vaz geçmeyen insandır da ondan.
Gün hiç durmadan, duraksamadan koşma günüdür.
Gün, ilerisine ötesine bakmadan anı yaşama, değerlendirme günüdür.
Gün, sağa sola bakmadan, takılmadan şahlanma günüdür.
Gün, kimseye gönül koymama günüdür.
Gün, ümidi kamçılama günüdür.
Gün, ötelerde “keşke” deme yerine, “iyi ki” deme günüdür.
Gün, iyi olabilme, iyilik yapabilme adına fırsatların buketlendiği gündür.
Gün, “ne olacak, ne zaman bitecek bu işler!” vesvesesine kulak tıkayıp zulüm karanlığına karşı bir kibrit çakma günüdür.
Gün, gelecek güzel günlere şimdiden dolu doluhazırlanmak ve o günleri minnettarlık ve şükranla bekleme günüdür…