Açık söylemek gerekirse, başlangıçta bir müze ziyareti için o kadar uzun bir yolu gitmek gözümde biraz büyümüştü ve nefsime ağır gelmişti. Bu nedenle Tenkil müzesini ziyarete giderken aslında kendimi zorlayarak, vazife şuuru ile yola çıkmıştım. Yani Rabbimizin Adil isminin tecellisine ayinedarlık yapmak isteyen, bu uğurda hizmet düşüncesiyle koşturan, mağdur ve mazlum kardeşlerimizin sesini duyurabilmek, haklarını savunabilmek ve insanlık onuruna kasteden zalimlere engel olabilmek amacıyla bir gayret ortaya koyan abla ve abilerimizin emekleri zayi olmasın düşüncesiyle destek olmak istemiştim sadece.
Malumunuz bizler “her çağrıya koşan, her koşmaya çağıran ağabeylerimizden” öğrendik hizmeti. Bu nedenle, davete icabet etmemek huzursuz edecekti beni.
Serginin yapıldığı binaya adımımı attığım ilk andan itibaren, hem Nazi döneminde eski bir hapishane olarak kullanılan binanın hikayesi, hem de orada zulme uğrayan mazlumların hatıralarını yansıtan duvarlardaki resimler ve yazılar beni etkisi altına aldı. İçerideki küf kokusu insanın genzini yakıyordu. Tek kişilik hücrelerin darlığı ruhumu daralttı. Demir kapılar, kapılardaki küçük gözetleme delikleri ve koğuşlardaki kirli klozetler haksız yere mahkum edilen kardeşlerimizin hapishanelerde yaşadıklarını biraz olsun tahayyül etmemizi sağladı.
Bu haksızlıklara karşı birlikte ses verebilmek amacıyla sunum yapmaya gelen Kürt ve Alman misafirler, ortamın bayıltıcı sıcağına bizlerle birlikte sabırla tahammül ettiler. Gökhan öğretmen de böyle bunaltıcı bir yaz sıcağına tahammül etmeye çalışırken teslim etmemiş miydi ruhunu?
Bu duygu ve düşüncelerle sürecin mağdurlarının eşyalarının sergilendiği salona geçtiğimizde bizleri, ‘Gökhan öğretmenin işkence altında kırılan gözlüğü ile kalp krizi geçirdiğinde üzerinde olan atleti, Halime ablamızın verilmeyen ilaçları ve çektiği ızdırapları, Ahmet Burhan’ın masum bakışları ile hasta yatağındaki çığlıkları, Meriç’in karanlık sularında kaybettiğimiz kardeşlerimizin aziz hatıraları ve tarihe miras bıraktıkları kahramanca duruşları’ karşıladı.
Başlangıçta çok da istemeyerek oraya giden ben, gözlerimin dolduğunu hissettim ve yanımdakiler göz yaşlarımı görmesin diye bakışlarımı başka yana kaçırdım. Sonra duvarda kağıttan yapılmış kuşları gördüm. Rehberlik yapan abimiz, bu kuşların hapishanede bulunan yüzlerce masum çocuğu temsil ettiğini, bir diğer duvardaki kırmızı bir kalp grafiğini hatırlatan bir diğer eserdeki çivilerin ise bu acı süreçte hayatını kaybeden her bir kardeşimizi temsilen çakıldığını söyledi.
Bu güzel eserlerin ortaya çıkması için kafa yoran gencecik kardeşlerimiz bir yandan ziyarete gelen misafirlere hem Almanca hem de Türkçe olarak mihmandarlık yapıyor, bir yandan da derdimizi anlatabilmek için telaşla bir sağa bir sola koşturuyorlardı. Gençlerdeki heyecan bana Üstadın “Çekilin yoldan mezar-ı müteharrikler, nesl-i cedit geliyor!” sözünü hatırlattı ve Rabbimizin emanetinin emin ellerde olduğunu görmenin hazzını yaşattı. Hasılı Allah için kardeşlerine sahip çıkmaya gayret eden bu abla ve abilerle ve özellikle de pırıl pırıl genç kardeşlerimizle birlikte olmak bizlere aşk ve şevk verdi, ümidimizi tazeledi. Keşke herkes her bir taşı mücadele kokan bu ortamı görebilse! Görebilse de, Allah için zalimlere karşı meydan okuyan, sevgilinin kakülünün dağılmasındansa canlarından vazgeçmeyi boyunlarına borç bilen, sabit kadem yollarına devam etme niyet ve azminde olan kardeşleriyle iftihar etmenin mutluluğunu yaşasa.

