Göç yollarında kaybolanlar | Ali Yüce

Yazar Hizmetten

Tarlaların arasında ıssız bir yer burası. Hava kapalı, hafiften yağmur çiselemekte. Üç çocuklu bir aile.Yeni evli bir çift. Genç sayılabilecek yalnız bir kadın ve üç tane de erkek. Erkeklerden biri henüz çiçeği burnunda bir delikanlı. Kimse biri birini tanımıyor. Kader onları soğuk bir sonbahar gecesi o tarlada buluşturmuştur.

Herkesin sırtında küçük çantalar, içlerinde birer kat elbise. Sadece bir gecelik yiyecek ve su.Başka birşeyleri yok. Yalnız olan bayan sanki kat kat elbise giymiş gibi ya da kilolu gibi görünmektedir.

Hepsi de şaşkın, heyecanlı ve ürkektir. Kalpler çatlayacak gibi güm güm atıyor.

Daha önce görmedikleri, tanımadıkları aynı kişiyi bekliyorlar. Ne kadar bekleyecekleri belli değil.

Soğuğun etkisi gittikçe artıyor. Herkes çocukları düşünüyor. Ama daha yolun başıdır burası. “Anne çok üşüdük, ne zaman yeni evimize gideceğiz “ diye sızlanmaya başladı bile küçük olanı.

Soğuğu kırmanın yolu biraz konuşmak, tanışmaktır. Herkes yaşadığı macerayı anlatmaya başladılar. Hikayelerin hemen hepsi aynı şekilde başlıyor.. Ev baskını, GBT kontrolu, trafik kazası sonucu polisle karşılaşma ve neticede hapse girme.

Suçlamalar hep aynıdır. “Silahlı örgüt üyeliği”

Hepsi de üniversite mezunu, okumuş insanlar. Askerlik haricinde kimse eline silah almamış. Sigara içen bile yoktur aralarında.

Önce İsmail beyin hikayesini anlatır.

Üç dört arkadaş bir akşam mantı partisi yaparken bir baskına maruz  kalmışlar:

“Bir arkadaşımızın evinde toplandık.Yenge çok güzel mantı yapar. Mantıları yiyip eski günleri ve eski arkadaşları yad ettik. Tam çay içme faslında ev basıldı .Komşular bizi şikayet etmiş, örgüt toplantısı var demişler..

Polisler patır kütür eve doluştular. Bizi yere yatırdılar. Ama o kadar çok yedik ki karnımızdan yüz üstü yatamıyoruz. Polisler zorla yüz ustü yatırıyor. Biz o

vaziyette iken bütün ev didik didik aranıyor. Zararlı hiç bir şey yok. Tam eli boş, delilsiz çıkacakken polislerden biri bir çanta buluyor. Çantanın içinde kullanılmış iç çamaşırı ile naylona sarılmış bir kaç tane sakız. Delil diye bunlara tutanak tutuluyor.

İşin aslı arkadaşın çocuklarından biri kanser tedavisi görüyor.Yenge sürekli onu doktora götürüyor. Ve çantasında oğlu için hep yedek iç çamaşırı taşıyor. Çiğnediği sakızları da ne hikmetse sağa sola atmıyor. Cin çarpar, şeytan musallat olur diye mi bilmem ama ağzından yere atmamış da çantasında onları biriktirmiş mübarek kadın.

Kırk yıl düşünse şeytanın bile aklına gelmez onların delil olacağı.

Bu işten sonra gazetelere baktık ki manşetten bizi yazmışlar. Vay efendim örgüt toparlanmak için bir villada toplanmış da.Örgüt liderinin iç çamaşırları ele geçirilmiş te..Örgüt liderinin çiğnediği sakızlar da uğur getirsin diye saklanmış ta..saçma sapan şeyler”

Bazıları gülecek gibi oluyor İsmail Bey anlattıkça.. Ev sahibi tam bir buçuk yıl içerde kalmış bu yüzden.

Güler misin ağlar mısın. Hep birlikte “Allah’tan bulsunlar” diyorlar. Herkes delikanlıya dönüyor onun durumunu merak ediyorlar.

Onur, yeni üniversiteye başlamış. Boğaziçi İşletmeyi bırakmış. Düşmüş göç

yollarına. Neden mi? “Abi ülke bitti.Ben mezun olunca işsiz kalacağıma giderim Avrupa’da okurum.Hiç olmazsa her yerde geçer bir diplomam olur.İş bulurum”

Hasan ve Ayşe daha iki ay önce evlenmişler. Hasan da İsmail bey gibi bir arkadaşı ziyaret ederken baskına uğramış.

Hikayesi uzundur.

Hasan arkadaşı Ahmet Beyin evinde yakalanmış… Ahmet Bey eski bir hakimdir. Eski derken emekli olmuş yaşlı bir hakim değil.KHK mağdurlarından genç bir mağdur. Bir gecede işinden olmuş. Oturduğu lojmandan atılmış. İşi daha da ileri götürüp elinden avukatlık yetkileri de alınmış. Kenar mahallerden birinde bütçesine uygun ucuz bir daireye taşınmış. Diğer KHK lılara olduğu gibi Ahmet Beye de kimse iş vermemiş.

Ahmet Bey evin geçimi, çocukların iaşesi için pazarlarda iç çamaşır satmakta. Derken kendi mahallesinden bir de küçük dükkan kiralamış. Yavaş yavaş pazarcılıktan sabit bir dükkana geçiş yapacak yani. Allah bereket versin işleri de fena değilmiş.

Yeni mahallesinde tanıştığı iki arkadaşı var.. Biri polis.. Polis olan Ali Bey de Ahmet bey gibi KHK zedelerdendir. Hasan ise yıllardır özel eğitim kurumlarında çalışmış başarılı bir öğretmen.. Onun da okulu KHK ile kapatılmış.Hiç bir tazminat alamdan işsiz kalmış.

Üç arkadaş hep maaşlı memur olarak çalışmış. Hakim Ahmet bey biraz daha girişimci bir kişiliğe sahip olduğu için arkadaşlarından bir kaç adım önde. Mütevazi de olsa dükkan tezgah sahibi olmuş.

Ali bey ile Hasan bey o akşam anlaşıp Ahmet Beyi ziyarete niyetlenirler Hem de ondan akıl almak isterler.

Hasan bey bekar. İki gün sonra nişanlanacak. Şartlar çok zor ve ağır da olsa ne yapsın bir taraftan da hayat devam etmektedir. Evlenmek, ev-bark sahibi olmak ta ne var? Hem bu gönül işi, zorluk, yokluk dinlemez ki.. İçinde bulundukları durum da nihayet bir gün bitecektir.Zira baskı ve zülüm hiçbir zaman uzun sürmemiştir.

Nişanlısı Ayşe de zaten çok anlayışlı, üniversite mezunu bir hanımefendidir. Normal işleyişte olsaydı devlet, belki o da çoktan bir okulda öğretmen olmuştu.Ama bu şartlarda kimsenin ataması yapılmamaktadır.

Ailesi çifçi. Torosların eteğinde büyümüş yörük kızı. Gani gönüllü, mütevazi ve mülayim biri.. Hasan’ın durumunu bilmektedir. Şimdiye kadar Hasan’a hiç zorluk çıkarmamış.. Evlendikten sonra Allah her şeyi düzene sokar, yavaş yavaş ev bucak olunur.

Ailesinden hep öyle görmüş.. Annesi babası da yokluktan çıkıp gelmişler zamanla mal mülk sahibi olmuşlardır.

Hasan hiç bir zaman ümitsizliğe düşmemiş, sürekli “bir zorluktan sonra bir kolaylık gelir” düşüncesi ile iş kovalamış. Ahmet bey Hasan’a ve Ali’ye umut olmuştur. Üçününde gözlerinde yeni bir ışık belirmiş, yüreklerine cesaret gelmiş, kalbleri heyecanla atmaktadır. Artık üç arkadaş iş hayatında da ortak

olacaklardır. Birlikte iç çamaşır ticareti yapabileceklerdir. O akşam oturup bir taraftan çaylar içilirken bir taraftan iş bölümü, gerekli sermaye, mal tedariği, satış şekli üzerinde kafa yormakta ve fikirler ortaya atmaktadırlar.

Bu hususlara tam da yoğunlaşmış iken birden bire kapı zili aralıksız çalmaya başlar. Arkasından kapı tekmelenircesine vurulur. İçerdekiler şaşkındır. Bu kez kapıya daha şiddetli darbeler inmeye başlar. Ahmet beyin eşi ne olduğunu anlamadan kapıya koşar, tam kapıyı açmak üzereyken kapı şiddetle arka duvara çarparak açılır. Kadıncağız karşısında ellerinde koç başı diye tabir edilen kulplarından iki kişinin yapıştığı soba borusu kalınlığında bir demirle karşılaşır. Daha buyur etmeden ayakkabıları ile sekiz on polis içeriye paldır- kültür dalar. Ve doğruca sadece o lambaları yanan odaya doluşurlar.

Ahmet bey, Ali Bey ve Hasan bey ellerindeki çay bardakları ile şaşkın bir

şekilde polislerin ortasında kala kalır.

Polisler ellerindeki silahları üzerlerine doğrultarak bağırırlar.

-Herkes yüz üstü yatsın yere. Kimse yerinden kımıldamasın.

işte tam aradıkları terör örgütünün hücredir sanki burası. Ortam birden bire buz keser.

Eski hakim Ahmet usülden anlar. Kendini tanıtarak sorar:

-Memur bey olay denir? Ne ile suçlanıyoruz? Neden burdasınız?

-Ne hakimi ulan.Hakimlik mi kaldı şimdi. Bize neyi ima ediyorsun? Daha hala kabullenememişsin bunu. Karakola gidince ne ile suçlandığını görürsün?

-Kimse bize zorluk çıkarmasın. Yoksa..

-Arayın her yeri. Didik didik edin.

Salondaki koltuklar, kanepeler bir bir açılır,  minderler yastıklar havada uçuşmaya başlar. Kitaplığı talan ederler.  Tek tek bütün kitaplar elden geçer.Sayfalar hızlıca taranır.Yaprak aralarından bir şeyler bulunmaya çalışılır. Biblolar, maketler, oyuncaklar tek tek elden geçer.Çalkalanır içi dışı kontrol edililir.

-Komiserim salon temizdir.Zararlı bir şey yoktur.

-Ne demek temiz oğlum.Görmüyor musun elindeki oyuncağı..Ne o? Bunların televizyonundaki çocuk dizisinin oyuncağı değil mi? Al onu. Kayıt et.

Salondan sonra diğer odalara yönelirler.Ahmet beyin hanımı polislerin önüne geçer.

-Ne olur yapmayın.İçerde çocuklar uyuyor.Yalvarırım onlar duymasın. Ne derim onlara,

Hiçbirine dinletemez. Çocuk odasına girilir. Lambalar açılır. Biri beş yaşında

diğeri onbir yaşındaki erkek çocukları çoktan uyanmış ve yorganlarının altına saklanmışlar.. Korkudan odadan dışarı çıkamamışlar. Ama polisler onların yataklarını da arayacaklar.

Çocuklar da salona geçer. Beş yaşındaki küçük çocuk salona girer girmez çığlık atar. Önce “babam” diye, sonra “Caillou” diye feryat eder. Yerde yatan çok sevdiği babası ve yanında parçalanmış arkadaşı Cailloudur..

Ahmet Beyin eşi ne yapacağını bilemez. Nereye yetişecek, kimi teskin edecek? Peki onu kim sakinleştirecek?

“Allahım yardım et, aklıma mukayyet olamıyorum Allahım yardım et”diye inleyip durmaktadır. Kimse salondan dışarı çıkamıyor, başka odalar giremiyor.

Bir ara kendini toparlar ve çocuklara sadece;

– Korkmayın çoçuklar polis amcalar yanlış bir ihbar ile geldiler.Babamızı alıp karakola görtürecekler. Sonra tekrar getirecekler, diyebilmiştir

Nihayet bütün odalar didik didik edilmiş ev tam bir savaş meydanına dönmüştür. Her yer ayak izi ve çamura bulanmıştır.

Komiser olan polis amirini arar.

-Efendim şu an ihbar edilen evdeyiz. Aramayı bitirdik. Ahmet Temiz’i aldık. Ancak burada iki kişi daha var.Biri Ali Başıdik, diğeri Hasan Güleryüz.

-Ele geçirdiğiniz deliller ile birlikte hepsini alıp getirin buraya.

Üç arkadaş çaresiz polislere teslim olurlar. Yüz üstü yatar vaziyette iken çoktan elleri ters kelepçe bağlanmıştır.

Polisler bir kaç dua kitabı ile birlikte Caillou nun maketini   suç delili olarak alırlar.

Üzerlerine giyecek bir şey almadan çocuklarının gözyaşları içinde karga tulumba kapıdan çıkarlar.

Ahmet beyin küçük oğlu “babamı nereye götürüyorsunuz, oyuncağımı   niye alıyorsunuz” diye ağlasa da kimse duymaz annesinden başka.

-Oğlum baban birazdan geri gelecek.Gelirken Caillou da getirecek.

Ve çıkış o çıkıştır.Her biri altı ay geçmesine rağmen evine dönmemiştir. Götürüldükleri emniyette bir teklif yapılmıştır hemen salıverilmeleri için.Ancak üçü de kabul etmemişlerdir o hazır ifadeyi.

Emniyette önlerine bir ifade gelmiştir. “Şerefimizle yatarız, izzetimizle ölürüz ama yine de yalan yere ifade vermeyiz, iftira etmeyiz” demişler ve hapse girmeyi göze almışlardır.

Artık altı aydan beri hapis yatmaktadırlar.

Hasan çok endişelidir.Elin kızının da kısmetini bağlamıştır. Ne zaman çıkacağı belli değildir.

Ne yapacaktır şimdi?

Bir fırsatını bulup ilk ziyaret gününde Ayşe’ye haber salar. İsterse kendisini beklememesini, durumunun belirsiz olduğunu, bu işten vaz geçebileceğini iletir.

Bir sorumluluktan kurtarmıştır kendini. Ama, ya Ayşe de gerçekten vaz geçtim derse? Hasan çıkana kadar başka bir kısmet bulursa?

O sevgi, o bağlılık yalan mı olacaktır? Buna nasıl dayanacaktır Hasan?

Kendini kontrol etmekte, dua ile sabır istemekte, Allah’tan bir sebeb dilemektedir.Hiç isyan yoktur. İtiraz yoktur.Teslim ve tevekkül vardır Hasan da.

İkinci görüş gününü bekler.. Acaba Ayşe’den nasıl cevap gelecek? Ne demiştir Ayşe? Annesi bu sefer de gelmiştir. Ama Hasan nasıl soracaktır.

Korkusundan soramaz. Ya olumsuz bir haber gelirse? O mevzuya girememektedir. Ama annesi Hasan’nın içindeki bilir.

-Oğlum Ayşe’nin de selamı var. “Ben sözümdeyim. Bekliyorum, bekliyeceğim” diyor.

Hasan sevincinden ne diyeceğini bilemez. Tıkanır. Sanki boğazı düğümlenmiştir. Hemen oracıkta yanaklarına doğru iki damla yaş süzülüverir. Aslında o iki damla yaş, kor halinde annesinin yüreğine inmiştir.

Gül gibi büyüttüğü, adam ettiği, gözünün içine baka baka yetiştirdiği biricik Hasan’ına reva mıdır bu? Eline kalemden başka bir şey almamış yavrucuğu nasıl terörist olur? Allaha havale eder bunları yapanları.

-Oğlum bu da geçer. Allah can sağlığı versin. İnşaallah tez zamanda burdan çıkarsınız da telli duvaklı düğün yaparız. Annen baban hepimiz senin yanındayız. Allah ‘ta görüyor biliyor.

İlk mahkeme günü belli olmuştur.Tutuklandıktan sonraki yedinci ayın sonunda mahkemeye çıkacaklardır. Üç arkadaşın dosyası birleştirmiş ve üçü hakkında da ortak bir karar verilecektir.

Mahkeme günü Ahmet eski bir hakim olarak şimdi sanık sandalyesindedir. Dosya okunur.

-Çocuklarınızı örgüt okuluna göndermek, örgütünün bankasına para yatırmak, örgüte ait namaz vakitleri programını telefonuza yüklemek gerekçeleri ile silahlı terör örgütüne üye olmaktan altı yıl altı ay..

Hasan Güleryüz ve Ali Dikbaş’ın Ahmet Temiz’le irtibatlı olması ve Hasan Güleryüz’ün SGK kayıtlarına göre örgüte bağlı bir şirkette çalışması.. örgütle iltisaklı olmalarına dair makul şüphe gerekçeleri ile altışar yıl altı ay mahkumiyetlerine…Ancak yedi aylık tutukluluk süresi düşülmüş altı yıl birer aylık bir mahkumiyet süresine… Sanıkların tutuksuz yargılanmalarına sanıklar hakkında adli tedbir kararlarının uygulanmasına, yurt dışı çıkış yasağı konulmasına, şimdilik tahliyelerine yargıtay yolu açık olmak üzere karar verilmiştir..

Ahmet Bey hakim karşısında söz söylemeyi lüzum görmez.”Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak iddia etmek, hakka karşı saygısızlıktır” der susar.

Üçü sarılır biribirine. Ve salondan çıkarlar.Aileler, çocuklar tam bir bayram havası ve neşesi ile sevinç ve gözyaşları ile koridorlardan adliyeyi terk ederler.

Hasan ne yapacaktır? Ayşe ne durumdadır? Düğün ne zaman olacaktır? Ya düğünden sonra tekrar tutuklanırsa ne olacaktır? Hasan aklında yüzlerce soru ile evinin yolunu tutmuştur.

Zaman ilerlemiş aradan üç dört ay geçmiş, yavaş yavaş kendini toparlamıştır Hasan.

Aile karar almıştır.Yarım kalan hatta henüz başlanmayan o hayırlı iş tamamlanacaktır.

Hasan’nın büyükleri Ayşe’nin ailesine haber salar. Hayırlı iş için randevu talep eder. Büyükler oturur karar verirler. Ayşe’nin ailesi de Ayşe’de “evet” deyip  söz keserler. “Hayırlı işlerde acele etmek makbuldur” denilip nişanın hemen arkasından düğün için gün belirlenir.

Ayşe sözünde durmuş. Ayşe yaman bir kızdır Hasan’nın gözünde. Mert, sözünün eri..Ee ne de olsa yörük kızıdır.Hasan kendini şanslı görür. Ayşe ‘de Hasan’dan memnundur.Bu zamanda böyle eli yüzü düzgün, namazlı abdestli, içkisi sigarası olmayan erkek nerde bulunur.

Yeni evli çiftin mütevazi bir evleri vardır artık.Fazla eşyaya girmemişler,  ailelerine fazla masraf ettirmemişlerdir. Gizli bir plan yapmışlardır.. “Eşya almayalım. Takı, ziynet ve paraya önem verelim. Düğünden sonra ülkeden çıkmanın yollarını arayalım.”

Düğünden sonra Hasan sürekli çıkış yolu arar. Arkasında onu takip eden bir mahkumiyet kararı vardır neticede. Ya o karar onanırsa? Tekrar hapise girip yedi yıl daha mı yatacaktır? Hem bu diktanın da ne zaman biteceği belirisizdir. Hem de burada yapacak bir iş yoktur.Nasıl para kazanacaktır? Hem hürriyetsiz yaşamak ekmeksiz yaşamaktan iyidir. Ayşe de aynı Hasan gibi düşünür.

Ekimin son günlerine doğru “üç gün sonra gece ” diye bir haber gelmiştir. Ayşe’ninde Hasan’ın da meraklı bekleyişleri içlerinde korku, endişe ve ümidle karışık duygulara dönüşmüştür. Hesaplarına göre tarih 29 Ekimdir.O gece daha sonra söylenilecek yere gidilecektir.

Kolay mı öyle anayı, babayı ve tüm sevdiklerini bırakmak? Kolay mı öyle hiç bilmediği topraklara gitmek? Hem de yıllarca düşman gördüğü, bellediği bir ülkeye. Dilini bilmezsin, yolunu bilmezsin nasıl olacak? Kime gidecekler? Arkası kesilmeyen sorular kafalarda.

Ama arkada da zalim adamlar var.Mahkum olmak var. Ana-babadan, hele de yardan ayrılmak var.

Özgürlük hepsinden öte, hepsinden üste. Özgürlük uğruna ölümü göze aldılar artık.

Derken uzaktan bir cep telefonu ışığı beliriyor. Belirli aralıklarla yanıyor bir kaç saniye sonra sönüyor. Işık gittikçe yaklaşıyor.Herkes tedirgin.Gelen ya o değilse? Ya pusuya düşürüldülerse?

Korktukları gibi olmuyor. Karanlığın içinden kapkara biri geliyor.. Sessizce bozuk bir tükçe ile kendini tanıtıyor. Ayşe soruyor “ne dedi bu adam.” “Bizi botun olduğu yere götürecekmiş.”

Çamurlu tarlaların içinden yürümeye başlıyorlar.Yaklaşık beş kilometre mesafeyi yürümeleri gerekiyor.

Derbas’ın işi bu. Araziyi iyi biliyor.Gözü kapalı yürüyüp gidebilir.

Arada bir çocukları kucaktan kucağa el değiştiriyorlar. Durmak yok. İki ateş arasından sıyrılarak hemen kıyıya ulaşmaları gerek. Bir tarafta Türk askerleri karşı tarafta Rum askerleri. Ve kesinlikle Derbas’ın talimatlarına uymalı herkes. Derbas’ın anlattığına göre bazen kıyıya varmadan yakalananlar oluyormuş.Ya da vaz geçip, kendi rızası ile askerlere teslim oluyormuş. Bu gün hava çok kötü değil.Nehir de çok azgın değil. Şiddetli akıntı yok..

Derbas aniden el işareti yapıyor. Herkes çöküyor. “Otların arasından kimse kafasını kaldırmasın! Işıltılı bir şey elinde tutmasın!” Uzaktan güçlü bir fener ışığı havada daire çizerek yerlere doğru süpürmeye başlıyor. Yerde yatanların üzerini yalayıp geçiyor ışık hüzmeleri. Beş dakika öylece sessizce çamurun içine uzanıyor herkes. Derbas tekrar kalkıyor. Yürüyüşe devam ediliyor.

Şimdi işin zor tarafındalar. Kıyıya gelinmiş. Derbas’ın işi bitmiş.Yolcuları bota ulaştırmıştır. İlk kez bota binmenin korkusu ve heyecanı içinde herkes okuyor. Artık yaşlı Yanni’ye teslim olmuşlardır. Yanni’ de kırık dökük türkçesi ile yolculara bir şeyler anlatıyor. Herkesin botun kenarlarındaki gergin halatlara bir kolunu geçirip sıkı sıkı tutunmaları gerekiyor. Kimse ayağa kalmayacak.Çocuklar iyi muhafaza edilecek.. Havası inik botu yaşlı Yanni var gücü ile akıntıya rağmen karşı kıyıya doğru küreklere asılmaktadır.

O zaman kadar hiç konuşmayan akademisyen Ömer Bey Yanniyi desteklemek için devreye girer. “Evet arkadaşlar Allah muhafaza etsin çok tehlikeli bir yerine geldik olayın.

“Bir arkadaşdan bizzat dinledim. Geçen yıl bir aile bottan düştüler. Eşi küçük oğlunu yakalar. Kendisi oğlunu ve kızını akıntı alır gider. Önce eşi gözünün önünde akıntıya kapılır. Sonra kendisi. Hepsi boğulur. O da bir ağaca takılır. Haladır küçük oğlunu bulamadılar.”

-Yav arkadaş ağzını hayıra aç.Moral e ihtiyacı var herkesin. Sırası mı şimdi bunun..

Ayşe Hasanın elini sıkı sıkı tutmaktadır. Çekinmese öylece sarılıp güç alacak, korkusunu yenecektir.

Çocukları cesaretlendirmek için annesi eski günleri anlatır.

-Aynı rafting gibi..hani Sakarya da rafting yapmıştık ya. Onun gibi şimdi rafting yapıcaz. Sıkı tutunun oğlum.

-Ama anne bu amca bize can yeleği vermedi. Başımızda kask da yok. Ya düşersek. Ne olur..

-Ağzından yel aslın oğlum. Hiç öyle şey olur mu.Bu amca onlardan daha iyi.Bize bi şey olmadan götürücek.

Yaklaşık yirmi   dakika sonra Yunanistan topraklarına ayak basılacaktır.Yanni göçmenleri karşı kıyıya indirir ve hızla uzaklaşır oradan.

Göçmenler ıssız bir arazide kalakalmışlardır. İleride metruk terk edilmiş bir virane görünür.Bari geceyi orada geçirelim denir.

Sabah olmuştur viranede. Ama göçmenlerin sayısı çoğalmıştır.Gece boyunca bir iki grup daha sığınmıştır buraya.

Aniden kapı açılır. Elinde değneği ile kapıda çoban kılıklı biri belirir. Göçmenlerin haline güler. Bir şeyler söyler. Yakaladım sizi dercesine güler. Herkeste bir korku, bir panik. Aman ne olur biz ihbar etme.Para gösterilir.O yine haince gülmeye devam eder. İlk kafiledeki yalnız gelen bayan, hani o biraz kilolu gibi görünen ve kat kat elbiselerle duran kadın..Birden çobana doğru yürümeye başlar. Çobanın karşısına dikilir. Pardesüsünün düğmelerini açmaya başlar. Ne çoban ne diğerleri bayanın bu hareketini anlayamaz. Meraklı gözlerle bakarlar bayana..Bayan elbisesinin düğmelerini açtıktan sonra bağrına sarılı bebeğini gösteriri çobana. Çoban hemen susar. Kimseden para pul istemeden oradan uzaklaşır.

Muhacirler üst başlarını değiştirip temiz elbiseleri ile parça parça dağılırlar.Kimi polise yakalanır ve oradan kampa alınır.Kimisi başka ülkelere geçer.

Hasan ve Ayşe bir yolunu bulup kısa sürede eve çıkarlar. Ev sahibi yaşlı bir kadındır. İstanbul’da doğmuş. O da vakti zamanında yerini yurdunu bırakıp buraya gelmeye zorlanmış. Hasan ve Ayşe’nin durumunu bilir. Onlara sürekli yardımcı olur.

Geleli kırk gün olmuştur artık. Çevreyi tanımışlar.Rahatça kendi ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar. Rumlar’dan hiç beklemedikleri bir alaka ve yardımseverlik görmüşlerdir. Halbuki yıllardır bu milleti düşman olarak bellemişler.

O gün hava güneşli..Dışarı çıkıp hava almak ve biraz yürümek iyi gelecektir Hasan ve Ayşe’ye. El ele çıkarlar.Dolaşırlar. Geride nasıl bir zorluğu bırakmışlardır.Eski günleri anarlar.Şükrederler. Bundan sonra yeni bir hayata, özgür bir hayata adım atacaklardır.

Yürüyüş biter.Eve dönerler. Hasan bir ara duşa girer çıkar.Ayşe hafif bir şeyler yemek için hazırlık yapar. Birlikte masaya otururlar.

Hasan bir anda gayr-ı ihtiyari elini kalbine uzatır.Ovmaya başlar.Sık sık öksürmek için kendini zorlar. Ayşe anlayamaz neler olduğunu. Hasan birden bire sandalyesinden yere iner ve uzanır. Ayşe şimdi anlamıştır. Hemen kalp masajına başlar. Çaresiz. Üst kattaki ev sahibine seslenir. Kollarının arasından

Hasan uçup gitmekte. Gözyaşları içinde dua dua yalvarır. “ Allahım Hasanımı bana bağışla. Hasanımı bana bağışla Allahım..Allahım beni buralarada yalnız bırakma”

Bir ambulans kapıya gelir. Doktorlar Hasan’ın başına gelir.Hasan da nabız yoktur..Çoktan ruhunun ufkuna yürümüştür.

Kaldıramamıştır kalbi Hasan’ın o yükü, o zulmü.. Yenik düşmüş o kedere o acıya..Geride gözü yaşlı yörük kızı Ayşe kalakalmıştır. Yanında Rum teyzeden başka kimse yok. Teyze Ayşe’yi sıkı sıkı kucaklamış, sarıp sarmalamıştır. O da gözyaşlarına hakim olamamıştır. Onların hikayesini en baştan beri bilmektedir. Ayşeyi öpüp gözyaşlarını silmektedir.

Ayşe Rum teyze ile kalakalmıştır. Rum teyze sen benim kızımsın diye diye onu bağrına basmıştır.

Hizmetten | Ali Yüce

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy