Geleceğin fikir işçileri, yarının kurucuları ve âtîdeki nesillerin rehberleri olacaklardır. Dünya, onların harman edeceği düşüncelerle yeniden kurulacak; gelecek, onların sundukları mesajlarla aydınlığa kavuşacaktır. Onlar; kat’iyyen, zahmet ve sıkıntı bilmeyen mirasyediler gibi davranmayacak ve elde edecekleri her şeyi, bin inilti ve terden bir lücce içinde elde edecekleri için de har vurup harman savurmayacaklardır. Aksine, birler, onların elinde binlere ulaşacak; yokluk, onların aydın gönüllerinde varlığa dölyatağı olacaktır.
Onlar, mevcudu evirip çevirme, hazırı değerlendirme gibi, beleşçiliğe de düşmeyeceklerdir. Yerinde onların her biri bir Mûsa (as) gibi, elindeki asâsını en sert kayalara çalıp su çıkarmasını, en azgın ummanlara vurup,arkasındakilere değişik yol ve erkân öğretmesini bileceklerdir.
Onlar, beklenmesi gerektiği yerde beklemesini; kükreyip etrafı velveleye vermeleri icap ettiği yerde de kükremesini çok iyi bileceklerdir. Yerinde, cansiperâne ve yıldırımlar gibi inecekler dünyaların bağrına; yerinde de tipiye, borana tutulmadan fevkalâde sakınıp, meltemlerin eseceği mevsimi bekleyeceklerdir. Serî ve atılgandırlar, ama hiç mi hiç karambola hareketleri yoktur. Düşünceleri aydın, kararları isabetli, davranışları da ölçülüdür.
Onlar her çeşit düşünce ve sistemle münasebete geçmede beis görmezler. Ne var ki gönülleri, kıblenümâ gibi hep, kendi mihraplarını gösterir. Evet, sonunda, kendi iklimlerine varıp dayanmayan, en parlak fikir akımlarıyla dahi meşgul olmayı, bir bakıma abes sayarlar. Tıpkı, arazilerine su vermeyen ve gidip onların göllerine boşalmayan ırmaklarla uğraşmadıkları gibi…
Onlar, kuvveti hakta bilir ve hep hakkın ihyâsına çalışırlar. Ancak, kuvvetin de bir yeri olduğunu ve bir hikmet-i vücudu bulunduğunu kat’iyyen hatırdan çıkarmaz ve kuvvetler muvazenesinde, hasımlarının gücüne denk iktidara sahip değillerse, teknik olmayı da ihmâl etmezler. Zeki, idrâkli fakat sığ görünümlüdürler!..
Kendi çizgilerinde olan herkesle fevkalâde içli dışlı ve gönülden; düşmanlarına karşı da bir hayli insanca ve onları idare edecek kadar da basiretlidirler. Gönül ve mantığın el ele olduğu onların atmosferinde, ne dostlar ihmâle uğrar ne de düşmanlar tama’a kapılabilirler.
Öfkelendikleri zaman zûlmetmeyecek kadar yumuşak, yumuşak oldukları zaman da adâletten ayrılmayacak kadar irâdelidirler. Onların bu kutlu iklimlerinde, ne zâlimlerin ‘hay hu’yu ne de mazlumların iniltisi duyulmaz.
Azimli ve kararlıdırlar. Bayrama erecekleri güne kadar, ne dünyaya karşı oruçlarını bozar, ne de cennetlere girme arzusuna kapılırlar. Bir buhurdan gibi devamlı tüter durur ve çevrelerine mâverâ’dan gelmiş güzel kokular saçarlar.
Onlar, içinde yaşadıkları toplumla, gökler ötesi yüce hakikatlar arasında spiral bir kordon gibidirler. Uğursuz ellerde ellibin defa, sağa sola bükülüp hırpalansalar dahi, kat’iyyen kopmazlar. Defalarca cehennemlere dalıp ateşleri göğüsledikleri, defalarca örsten çekiçten geçtikleri için, ne ateşlere atılmadan çekinir ne de ‘zulmün güllesi, bombası’ karşısında paniğe kapılıp ricat ederler.
Onların nazarlarında, gerçek hürriyet, hakka esârettedir. Bu itibarla, Hakk uğrunda, nefislerine çektirecekleri her şeyi, bir ibâdet neşvesi içinde yapar ve bundan da sonsuz bir zevk duyarlar. Hele, beşerî istek ve arzularını da bütün bütün aşmış ve gönülde varlığa ermişlerse…
Onlar, hüsn-ü zannın verdiği makamlara bel bağlamayacak kadar, nefisleri ile hesaplaşma içinde ve kendilerini müdriktirler. Ne başardıkları işlerin azâmeti ne de çevrenin onlarda görüp saygı duyduğu yüce mertebeler, aslâ onları şımartmaz. O kutsi vazifeyi üzerlerine aldıkları ilk günde, nasıl bir tevazû ve mahviyet içinde idiyseler, her bucakta dalgalanan birer bayrak haline geldikleri gün de aynı asalet ve soyluluğu gösterirler.
Onlar, elde ettikleri muvaffakiyetlerin karşılığını, kendi milletlerinden bekleme gibi bir dilencilik ve garâbete de düşmezler. İhtiyaç içinde dahi olsalar, en sevmedikleri şey, böyle bir dilenciliktir. Halka verdikleri şeylerin, kat katını onlardan geriye alma dilenciliği…
Emâreleri çoktan ufkumuzda belirmiş bu kutsiler kadrosunu, bir kere daha imdâda çağırırken, Rahmet-i Sonsuz’un bizi hayâl kırıklığına uğratmamasını dileriz.
Sızıntı, Ocak 1983, Cilt 4, Sayı 48