İki üç gündür sosyal medyada boğazımız düğümlenerek belki defalarca izlediğimiz bir video dolaşıyor. Hasan, 29 yaşında, Ankara’da yaşıyor. Babaannesini kaybettikten sonra sokakta bir başına kalmış. Mendil satarak geçimini sağlamaya çalışan, haftada bir otelde kalıp temizlik ihtiyacını karşılayabildiği için Allah’a şükreden bir gariban.
Hepimize ders olacak hayatını şöyle özetliyor, Hasan: “Sokaklarda selpak satıyorum. Parasıyla çorba içiyorum. Yalnızlıktan dolayı üzülüyorum… Ama şöyle bir şey var: Allah insanı sınar. Allah şu an beni sınıyor, biliyorum ki bana taşıyamayacağım yükü vermiyor. Genelde metronun kapısının dibinde yatıyorum. Gece 01’de kapanıyor. Yere karton seriyorum, havalandırma sıcak üflediği için orada geceliyorum. Ama Allah insana taşıyamayacağı yükü vermez. Benim de evim olacak, düzenim olacak… Buna inanıyorum.”
İş ararken, kendisine önyargıyla yaklaşılmasına şu sözlerle sitem ediyor, Hasan: “Sokakta yaşadığımı söyleyene kadar problem yok, ama onu söyleyince almıyorlar.”
Simasındaki masumiyet ve üslubundaki samimiyet, son dönemin yargı dağıtıcısı sosyal medyayı harekete geçirdi. Duyarlı vatandaşlar, sanatçılar, iş insanları, hatta siyasetçiler Hasan’a el uzatmak için seferber oldu.
Peki, neydi Hasan’ın talihini değiştiren ve ona bütün Türkiye’nin teveccühünü kazandıran sır? Galiba o sır, “Allah insanı sınar. Allah insana taşıyamayacağı yükü vermez. Benim de evim olacak, düzenim olacak… Buna inanıyorum.” sözleriyle gösterdiği tevekkülde saklıydı. Ve Allah, samimi tevekkülüne teveccühte bulunup yoluna sular serpti kul Hasan’ın.
Ve öteki garipler
Hali hazırda yurdundan, yuvasından, dünyevi tüm birikimlerinden koparılmış, gaybubetlerde iç deryasına yelken açmış veya bir derviş gibi postunu hapishane koğuşuna sermiş ‘öteki’ garipleri düşündürdü bana, gariban Hasan’ın hikayesi. Onlar da mahrumiyetlerin soğuk kucağında sıcak bir gelecek umuyorlar. Bunca çile ve ızdırabı, Allah’ın bir imtihan sırrı olarak verdiğinin idrakindeler; ‘yolun kaderi’ diye sabrediyorlar. Çocuklarının rızkını kazanmak için başvurdukları kapılardan, alınlarına vurulmuş khk damgası yüzünden horlanarak çevriliyorlar.
Ama onlar, kendilerini bugünlere taşıyan Rablerinin, bundan sonra da onları asla yolda bırakmayacağını çok iyi biliyorlar. Çektikleri onca çile ve ızdıraba, içine atıldıkları kandan irinden deryalara rağmen yollarından milim sapmamaları, bunun en büyük alameti.
Ama onların beklentileri gariban Hasan’ınkinden biraz farklı. Onların beklentileri ev, ocak değil; dünyanın dört bir tarafındaki evlerde iman ocağının yanması ve eriyen mum misali o ocakları tutuşturan ateş olma tutkusu. Evet, bu bir gaye-i hayal. Ama neden olmasın ki! Simyacı kitabında denildiği gibi: “İnsan bir şeyi gönülden inanarak isterse, onun gerçekleşmesi için evrendeki her şey el birliği yapar ve o olur.” Bunu kendi mülahazamız içinde “Allah şartları niyetlere göre yaratır.” şeklinde ifade edebiliriz.
Üstelik bu daha önce olmamış bir şey değil! Efendimiz (SAV)’in peygamberliğinin altıncı senesinde her yıla bir kişi düşecek kadar inananı vardı. Lakin, 23 senelik risaletinin sonunda, bütün Arap Yarımadası onun huzur iklimine kavuşmuştu. Hulefa-i raşidin döneminde, ülkemizin 26 katı büyüklüğünde bir coğrafyada Nam-ı Celil şehbal açmıştı. Hem de o dönemin iptidai iletişim ve ulaşım araçlarıyla.
Etraf sisli, az ötesi berrak
İşte bugünün garipleri, hali hazırda etrafı saran sisten ötürü önlerini göremeseler dahi, az ileride berrak manzaraların onları beklediğine inançları tam. Çünkü onlar en değerli mahsullerin mahrumiyet ikliminde filizlendiğinin şuurundalar. Bir köye dönüşmüş bu dünyada gariban Hasan misali, Allah’ın bu masum davayı ve gariplerini, Asrı Saadet’in izdüşümü olan bu Ahirzaman’da bir kere daha dünyanın gündemine sokup, insanlığın mukaddes merakını cezbedecek bir tabloya dönüştüreceğine inanıyorlar.
Ve biliyorlar ki; bazen nimetle, bazen ağır imtihanlarla geçen hayatta, insan yönünü ne ölçüde Hakk’a dönerse, halkın teveccühü illaki gelecek. Bugün değilse, yarın muhakkak…