Felâket ve helâket asrında samimi insanlar | Fikret Kaplan

Yazar Hizmetten
Allah’ın kendisine halife yapıp yeryüzüne indirdiği ve bütün nimetleri emrine verdiği zavallı insan en dehşetli günlerini yaşıyor bu asırda. O, kendi elleriyle oluşturduğu bu kaos dünyasında bunalımlar ve buhranlar içinde kıvranıyor…
Bir tarafta zulümler, esaretler, çatışmalar, türlü türlü eşkıyalıklar… keyfe göre yok edilen hayatlar…
Diğer tarafta kapitalizm, materyalizm, komünizm, ateizm ve deizm gibi yaşama azmini felç eden bunalımlar… ebedi bir saadeti kaybettiren tayflar…
Beri tarafta yaratılış hakikatlerini hiçe saymayla ortaya çıkan çeşit çeşit hastalıklar, virüsler… günahın mahsulü sayısız illetler…
Peygamber Efendimiz’in (sav):
“Allahümme ecirnâ min fitneti’l-âhiriz’zamân!” (Ebû Dâvûd, Salât, 149, 179) diyerek fitnelerinden Allah’a sığınmamızı istediği bir dönem… Ahirzaman…
Üstad Bediüzzaman’ın ‘Rüyada Bir Hitabe’deki ifadesiyle bu devrin ismini bizzat O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) koyduğu Felâket ve Helâket Asrı…
Her türlü menfi düşüncenin ferdilikten çıkarak cemiyetleştiği…dernekler, kulüpler, localar, gazeteler, televizyonlar halinde azgın bir canavar haline geldiği çağ…
“Ahirzamanın fitneleri o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olamaz.   Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberi (aleyhissalâtü vesselâm) ile bütün ümmet o fitneden istiâze etmiş, azab-ı kabirden sonra “Min fitneti’d-deccali ve Min fitneti âhirzaman!” ümmetin virdi olmuş.’ (Şualar, Bediüzzaman)
İmtihan, meşakkat, sıkıntı, bela, musibet, rezalet ve azap olmuş fitne… küfür, günah, ihtilâf, düşmanlık, rüsvaylık, fısk ve münafıklık…
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi uğradığı bir mezarın yanında yatacak ve ‘Keşke bu kabirde yatan kişinin yerinde ben olsaydım.’ diyecek. Bunu Allah’a kavuşmak için değil, gördüğü şiddetli sıkıntılardan ötürü söyleyecektir.” (Hakim, 4 / 454) diyor Allah Resulü Aleyhissalâtü vesselâm.
Ve Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) haber verdiği gibi zulüm altında inliyor bugün masum insanlar… Müslümanım, insan hakları savunucusuyum diyenlerin hasedi ve çıkarları yüzünden suçsuz insanlar yaptıkları hizmetlerden dolayı bugün ayrıştırılmış, ötekileştirilmiş ve düşman haline getirilmiş… İnsafsız, vicdansız, eşi benzeri pek görülmeyen bir soykırıma maruz kalmış…
Birileri dünya nimetlerinden daha fazla istifa etme adına tasalanırken onun mümin kardeşi Yemen’de açlıktan ölüyor. Uygur’da yaşama hakkı bulamıyor. Suriye’den, Irak’tan, Somali’den, Afganistan’dan… istisnasız bütün Müslüman ülkelerden kaçıp özgürce bir nefes alabilmenin hesabını yapıyor. Kimi Akdeniz’de, kimi Ege’de kimi Meriç’te bırakıyor bir tarafını.
 “Ahir zamanda yöneticiler tarafından ümmetimin başına öyle şiddetli sıkıntılar ve zulümler gelecek ki koca geniş dünya onlara dar gelmeye başlayacak. Bütün yeryüzü o derece zulüm ve haksızlıklarla dolacak ki, mümin kimse o zulümden kaçıp sığınacak bir yer bulamayacak…” (Hâkim, 4/465; Suyutî, Cemu’l-Cevami’-şamile-h. No:11398)
Alın teri ile kazanılan, amele gibi çalışılıp yapılan okullar, üniversiteye hazırlık kursları, evler… iş yerleri bir kısım işgalciler, mütegallipler, mütehakkimler, mutasallıtlar tarafından işgal edilecek… ama kimse mukabele etmeyecek: ‘Yahu durun!’ demeyecek… Yüz ekşitmesiyle bile mukabelede bulunmayacak…
 ‘Fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek.’ (Şualar, Risale-i Nur)
İşte haber verilen bütün bu fitne ve virüslerin… hastalık ve illetlerin yanında bir de Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) müjdesi var… Kardeşi olma şerefi… ahirzamanda O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabının yolunda yürüme payesi… Dünyaya muhabbette bulunmadan, sahabi yolunda gözünü kırpmadan yürüme lütfu…
Sahabenin Bedir’e yürüdüğü gibi… Uhud’a yürüdüğü gibi… Hendek’te dimdik durduğu gibi…
Evini, barkını, hayvanın sırtında, çardak malzemesi olarak taşıyıp, otağını bir cephede kurduğu ve orada iş bitince, yine yükleyip başka bir cepheye yöneldiği gibi…
 O günün imkanlarıyla atın, katırın sırtında tâ Ceziretü’l-Arab’dan kalkıp İstanbul önlerine kadar geldiği gibi… Allah Rasûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) müjdesine nail olmaya çalıştığı gibi…
Çoğu insanın, yeryüzünde fesat yaydığı bir dönemde… kadın-erkek tefrik etmeden masum insanları derdest edip içeriye attığı bir zamanda.. hatta minnacık çocukları annesinden kopardığı veya yeni dünyaya gelmiş çocukları, kundağı içindeki çocukları, annesiyle beraber içeriye attığı bir medeniyet asrında.. müfsidlerin zulümleri gözlerin içine baka baka yaptıkları ve bunu meşru gösterdikleri bir helaket çağında… zâlimlerin zulmüne rağmen, hâinlerin hıyanetine rağmen ıslahçı olan insanlar; işte onlar ‘Benim kardeşlerim!..’ buyuruyor O sallallâhu aleyhi ve sellem…
İnsanların fesada verdikleri şeyleri derleyip-toparlayıp yeniden ıslah eden, deformasyonları yeniden forma koyan, dejenerasyonları gözden geçirip yeniden aslına döndüren o bahtiyarlar… O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) kardeşleri!..
Risâle-i Nur’dan ders alan ve bu Hizmetlerin Mimarı Hocaefendi’nin arkasından ayrılmayan hasbi gönüller…’elbette çok masumların kanını ve hukukunu zayi eden fitnelere girmez ve bilhassa tecrübeleriyle, mükerreren akim ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz.’ (Tarihçe-i Hayat, 232)
Nam-ı Celil-i Muhammedî’nin dünyanın her yerine ulaştırılması… insanlığın sevgi ve hoşgörüyle buluşması onların tek sevdası…
“Şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyan’ın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilâf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor.” (Emirdağ Lâhikası, 206) diyor Bediüzzaman…
İmkan ve fırsatları, şerare üretmek için değil, dostlarımıza ümit, inşirah ve moral kaynağı olmak için seferber etmemiz gerektiğini vurguluyor Üstad. Sürekli menfi şeyleri dile getirmekle, insanları şeytanî şerarelerinin tesirine iteceğimizi de…
Bugün menfi gibi görünen şeylere takılıp ümitsizliğe düşmeye gerek yok. Gaye-i hayalimiz, mefkuremiz için rantabl olarak nasıl çalışırız? İşte düşünmemiz gerekenin bu olduğunu ısrarla ifade ediyor mektuplarında Bediüzzaman.
O halde bu kaos içinde ümitle oturmalı, öyle kalkmalı, öyle düşünmeli…öyle konuşmalı, öyle davranmalı ki arkada kalanlar…Hizmet insanlarına heyecanla baksınlar, ümitle şahlansınlar ve geleceği karanlık gösterici düşüncelere kapılmasınlar.
Bu işin emanetçileri olarak o emanette emin değilsek, hala derlenip toparlanıp uzlaşamamışsak, masum hizmet gönüllülerinin dertlerini kendi derdimiz gibi hissetmiyorsak, ağlayan herkesle ağlayamıyorsak, ızdırap çeken herkesle inleyemiyorsak, onların dertlerini kendi dertlerimiz saymıyorsak, onların soğuk ve karanlıkta geçen gecelerine mukabil biz rahat gecelerimizi Dergah-ı İlahiye’ye onların durumunu arz etmek için tahsis etmiyorsak, başlarımızı yere koyup “Allah’ım ümmet-i Muhammed’e yardım et! Allah’ım kardeşlerimizi kurtar!’ diyemiyorsak istediğimiz kadar konuşalım bir arpa kadar dahi o gariplere yardımımızın olmayacağını da tekrar tekrar hatırlatıyor Büyüğümüz… …
Eğer Hizmet’in geleceği ile bir endişemiz varsa hiç merak etmeyelim, bu davanın sahibi Allah’tır ve onu koruması gerektiği gibi de koruyacaktır.
Şimdi, oturup kalktığımız her yerde, insanları rehabilite etme adına, moralize etme adına, sürekli birbirimizi takviye etmeli, baş başa vermeliyiz. Öfkelenme, çırpınma, dövünme yerine, hareketi, hamleyi, gayreti durdurmadan, Allah’ın izni ve inayetiyle alternatif yollar, yöntemler oluşturarak ümit ve heyecanla ileriye götürmeye bakmalıyız. Çünkü bunalan, zulümlerle sarsılan insanlığın Hizmet’in inşirah verici soluklarına çok ihtiyacı var…
Bediüzzaman, yalnız olarak hapis tutulduğu çoğu yerde Cuma namazlarına gidemez… Ama o abdestini alır, gider parmaklıkları zorlar, kilide dokunur, sebeplere riayet eder. Hal diliyle ‘ben bütün hazırlıklarımı yaptım, eğer kapı açılsaydı, çıkıp gidecektim’ der.
Ramazan Ayı’nda yakaladığımız manevi havayı devam ettirme bu bakımdan çok önem arz ediyor… Risaleleri, pırlantaları okumamız lazım bu hazırlık döneminde… Kuvve-i maneviyemizi takviye edecek, ümit gücümüzü güçlendirecek şeyleri müzakere etmemiz gerekiyor… Değişik faktörleri, değişik argümanları, değişik delilleri değerlendirerek sürekli iman adına hep canlı kalabilirsek yarının dünyasına bir şeyler anlatabiliriz. Yoksa dışta, şekilde kalır ve dünyanın bizden beklediği şeyi veremeyiz.
Bu açıdan insan her sabah güne uyanırken ter ü taze bir imanla o güne başlamaya azmetmeli… Her gününü imanda daha bir derinleşmek suretiyle canlandırmalı, hayattar hale getirmeli.
Hasılı, ahir zamanın şiddetli fitneleri içinde insanlık kavruluyor. Bu yangına dökecek bir kova suyu olan insanlar, gittikleri ülkelerde entegrasyonunu tamamlamaya çalışırken neden orada bulunduğunu da unutmamalı… Manevi kanadını da çok iyi geliştirmeli ki O’nun (sav) ‘kardeşleri’ olma bahtiyarlığını yakalayabilsin… Vesselam…
Kaynak: Fikret Kaplan | Samanyoluhaber

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy