En İyisi Toprak Olmak | MEHMET YAVUZ ŞEKER

Yazar Mehmet Yavuz Şeker

Hayır onu kastetmiyoruz. Yanlış anlaşılmasın. Ölüp gidelim demek istemiyoruz. O, işin kolayı. Bizim bahsedeceğimiz toprak olmak hususu, kendi yokluğumuzda Allah’ı bulmak ve kendi hiçliğimizde gerçek tevazua ulaşmak. Yani tevhit ve ahlakta inkişafa mazhar olmanın bir yolu olarak toprak olmak. Yerlerde, iddiasız ama bir o kadar da faydalı ve olmazsa olmaz olmak.

Önce tevhitten başlayalım. ‘Sufilerin Efendisi’ Cüneyd-i Bağdadî tevhitle alakalı sözlerinden birinde, insanın, kendine ait niteliklerinden, tanımlamalarından sıyrılıp sade bir fert, bir öz olmadıkça Allah’ın ferdiyetinin anlaşılamayacağını ifade eder.

Dünyada hemen herkesin birçok niteliği vardır ve insan onlarla anılır. Doktor, başkan, müdür, öğretmen, işçi, memur veya alim, fadıl, abid, zahid, hoca, imam, müezzin gibi.

Bunlar ve diğerleri, insanın nitelikleri ve sıfatlarıdır ve insan az çok kendine ait niteliklerinin etkisindedir. Bazen öyle olur ki insan o sıfatlarından birisi görmezden gelindiğinde rahatsız olur. Bir yerde tanıtılırken, örneğin, o özelliği söylenmezse kızar. Veya tersinden gideceksek, o özelliği nazarlara sunulursa, insanlar onun o özelliğini bilirlerse bundan memnun olur. “Estağfirullah, söylenmesine gerek yoktu.” dediği anda bile çok hoşnuttur.

Aslında geldiğimiz bağlam itibarıyla hoşnut olup olmaması da önemli değildir. Değil mi ki, o insanın bazı özellikleri vardır ve o bunları biliyor, görüyordur, işte bunların varlığı, Hz. Cüneyd’e göre o insanın Cenab-ı Hakk’ın Fert, Vâhid, Ehad oluşunu idrak etmesine engeldir. O, bu yaklaşımıyla insanın önce kendini sade bir fert ve tek olarak idrak etmesi ve bu idrakle Yüce Allah’ın ferdiyetini, birliğini anlamasını gerekli görmüştür. Buna göre, insanın bütün sıfat ve iddialarından kendini sıyırması, adeta bir toprak gibi kendini görmesi nispetinde tevhitte açılımlara, derinleşmelere mazhar olabilecektir.

İşin ahlakî boyutu daha anlaşılır mahiyette. Mevlana’nın “tevazuda toprak gibi ol” şeklindeki tavsiyesi. Kendini insanların en hakiri görme, buna inanma yolu. Lafını etme değil, bunu en büyük bir hakikat olarak görme mesleği. Bunun için belki önce insanın Yüce Allah ile olan münasebetini ona göre düzenlemesi gerekli. Yüceler Yücesi ile sıfır-sonsuz, hiçbir şey- her şey bağını kurması ve buradan hareketle insanlarla olan münasebetini de bu bağa göre ayarlaması.

İşin doğrusu ve özeti, şimdiye kadar bütün Hak dostları bunun kavgasını vermişler, dünyayı kesben terk eden de ona kalben tepki veren de şimdi üzerinde duracağımız Melamîler de hep bu kavgaya girişmiş, bir ömür benlikten geçmekle mücadele etmişlerdir.

Değişik tarzlarıyla Melamîliğin en bariz bir vasfı, tanınmamaktır. İnsanın, Cenab-ı Hak ile olan irtibatını, dua ve ibadetlerdeki derinliğini, nefsiyle giriştiği varlık yokluk kavgasını söylemesi, onun Melamîlikten uzak olduğunun göstergesidir. Mutlaka görüneni vardır bunların belki ama insan bu ve benzeri vasıflarını ima, işaret veya sarahat yollarından biriyle bir şekilde belli etmişse o asla Melamî değildir ve zaten toprak hiç olamamıştır.

Melamî, kendini halktan gizler. O, insanlardan bir insandır. Bütün vasıflarından sıyrılabildiği için Yüce Allah’ın ferdiyetini ayrı bir derinlikle duyar, tevhitte çok ileridir. Kendine ait hiçbir olumlu bir nitelik görmediği, bilmediği için fevkalade mütevazidir. Yine yanlış anlaşılmasın. Silik, bilgisiz, cahil değildir. Gayb perdesini aralamanın peşindedir hep. İbadetlerini en yüksek standartlarda eda etmenin derdindedir sürekli. Allah ahlakı ile ahlaklanmanın niyetiyle ömrünü imar çabasındadır her daim. Bütün bunlarla birlikte tam ortada olmasına rağmen kenarda tebarüz eder, kenarda gözükür. Olanca derinliğine rağmen, insanlar onu sığ zannederler. Düşünce, söz ve davranışlarında kendini ele vermemeye, açık etmemeye gayret eder.

Bütün bu gayretleri dışa olduğu kadar belki daha fazlasıyla içe doğrudur da. Kendini kendinden saklar. Terki terk eder. Görülmekten, duyulmaktan sakındığı kadar, belki daha fazla, iç beğeniden, ucbdan sakınır, korkar. Ağladıklarına ağlar.

Kendini bu kadar yok kabul ettikçe, bütün havl ve kuvvetin kaynağının, gerçek sahibinin Yüce Allah olduğunu çok daha farklı derinlikte duyar. Kendi yokluğunda O’nun varlığını, kendi acziyetinde O’nun kudretini, kendi fakirliğinde O’nun zenginliğini bulur. Günahlardan uzak durabilmeyi de ibadet ve hayırlara muvaffak olabilmeyi de O’nun havl ve kuvvetine bağlar. “Tut beni elimden tut ki edemem Sensiz” der.

Secdeye kapandığında hem Allah’a yakınlığını hem de O’nun karşısında hiçliğini idrak eder.

Secde insanın ilk yaratılış ilkesi ile yani toprakla buluşmasıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle yaşamak, belki de bir ömür secdede yaşamaktır. Kim bilir?

 

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy