“Aylardır kendinde olmayan babam yatağa kelepçeliydi. Canımı en çok bu acıttı…”
Bu söz yoğun bakım ünitesinde eli kelepçeli halde ölüme terkedilen eski Tuğgeneral Kemal Mutlum’un kızına ait.
Peki bu sözü ona söyleten neydi? Bu yürekleri dağlayan sözün bilinmeyen hikayesi kısaca şöyle. Darbe davasından tutuklanan babası cezaevinde beyin kanseri olur. Tedavi maksadıyla üç kez ameliyat edilir. Fakat iyileşme yerine durumu daha da kötüye gidince Adli Tıp’a gönderilir. Burada tutulduğu hastane koğuşunda ciğerlerini üşütünce iki kez entübe edilir.
Adli Tıp süreci devam ederken, Avukatı AYM’ye başvurup tedbir kararı alınmasını ister. Ancak AYM’den herhangi bir cevap gelmez. Bu arada Adli Tıp (12 Eylül) kendisine bir rapor verir. Raporda şöyle yazıyordur: “Yoğun bakım ünitesinde, genel durumu kötü ve entübe şekilde tedavi altında olduğu bildirilmekle halihazırda; hastane şartlarında takip ve tedavisine devam edilmesi gerektiği, 3 ay süre ile cezasının infazının tehirinin uygun olduğu oy birliği ile mütalaa olunur.”
Ancak Mahkeme, Adli Tıp’ın değil de polisin görüşüne itibar ederek yoğun bakımda entübe durumundaki sanığı, “toplum güvenliği için tehlikeli” sayıp cezasının infazının ertelenmesini reddeder. Bu arada Anayasa Mahkemesi’nden cevap gelir. Onlar da “Başvurucunun hastalığının ağır olduğu, ilerleyebileceği ve bir başkasının yardımı olmadan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamaz bir duruma gelebileceği” ifade edildikten sonra “bu nedenlerle durumuna uygun sağlık kuruluşunda bulundurulmaya devam edilmesi gerektiği” vurgulanarak şöyle bir çözüm önerisinde bulunulur:
“Nihai takdir yetkisi ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı, cezaevi yetkilileri, ilgili ağır ceza mahkemesi ve bölge adliye mahkemesine ait olmak üzere… tedavi sürecinde tıbbi kurallara ve güvenlik koşullarına uygun olarak aile bireyleriyle görüşmesinin sağlanmasının ve aile bireyleri içinden refakatçi bulundurulmasına izin verilmesinin maddi ve manevi varlığının korunması bakımından gerekli olduğu kanaatine varılmıştır.”
Ancak AYM’nin bu “çözüm” önerisine rağmen ilgili savcılık, aile bireylerinden birisinin refakatçiliğine izin vermez. Eşi ve kızları sadece normal cezaevi ziyaret günlerinde yoğun bakıma girip onu görebilir. Avukatı bir kez daha AYM’ye başvurup durumu aktarır. Ancak AYM, “ilave tedbir önerisinde bulunamayacağını” bildirir.
Sonuç olarak Tuğgeneral Kemal Mutlum öldü. Ölümüyle “toplum güvenliği ağır ve somut tehlikeden” kurtuldu mu onu bilmiyoruz. Ancak onun cenaze namazının kılındığı 25 Kasım 2022 tarihinde okunan Cuma hutbesinden haberdarız. “Merhamet Toplumu” başlığını taşıyan hutbede özetle şunlar anlatılmış:
“Merhamet, şefkatli ve insaflı davranmaktır. Merhamet; kalpleri kin, öfke ve intikam gibi hastalıklardan temizlemektir… Can taşıyan her bir varlığa hatta bütün kâinata muhabbet nazarıyla bakmaktır… O halde geliniz! Asrımızın en büyük hastalığı haline gelen merhametsizliği bir tarafa bırakarak; eşimize, çocuğumuza, ana babamıza, yaşlılarımıza, çevremize ve bütün canlılara karşı vicdanlı ve merhametli olalım…”
Bu yazının yorumunu siz okuyuculara bırakırken, Diyanet İşleri Başkanı’na da şu ayeti hatırlatmak isterim: “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap sebebidir.” (Saf, 61/23) Güzel ülkemin bu acınası halini en iyi anlatan deyim ise sanırım şu olsa gerek: “Ele verir talkını kendi yutar salkımı”