Dünyanın değiştiremediği emîn insan Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh (ra)

Yazar Hizmetten

Ebû Ubeyde, her zaman emniyet telkin etmiş, emanet sıfatıyla yaşamış ve Hıristiyanların dahi gönlüne taht kurmuş bir rabbaniydi.

Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ashâbı birer yıldız gibidir. Bu yıldızlardan hangisine tutunursak bizi Cennet’e götüreceği muhakkaktır. Bu, bizzat Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) müjdesidir. Gökyüzünde milyarlarca yıldızın varlığından bahsedilmektedir. Ama her yıldızın büyüklüğü ve parlaklığı farklıdır. Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafında yer bulma şerefini elde etmiş bu yıldızların sayısı da on binlerle, hattâ yüz bine yakın rakamlarla ifade edilmektedir. Her biri birer yıldız olan bu mübarek neslin hepsinin büyüklükleri ve parlaklıkları -tıpkı gökteki yıldızlar gibi- elbette aynı değildir. Bazıları diğerlerine göre Hazreti Peygamberle (sallallahu aleyhi ve sellem) geçirdikleri zaman, Hazreti Peygamberle (sallallahu aleyhi ve sellem) kurdukları akrabalık münasebetleri veya aldıkları idarî ve askerî görevler bakımından diğerlerinden birkaç derece daha parlak durmaktadırlar. İşte kendisinden bahsedeceğimiz bu en parlak yıldızlardan biri de Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh’tır. Gerek askerî kabiliyetleri gerekse İslâm’ı tavizsiz yaşantısıyla parlayan bu yıldızdan her Müslüman’ın alacağı çok önemli dersler olduğu kanaatindeyiz.

Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh’ın Hayatı

İslâm dünyasının yetiştirdiği en büyük komutanlardan biri olan Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh’ın asıl adı; Âmir İbn-i Abdullah İbn-i el-Cerrâh İbn-i Hilâl İbn-i Uheybe İbn-i Dâbbe İbn-i Hâris İbn-i Fihr’dir.[1] Babasının adı Abdullah İbn-i Cerrâh, annesinin adı ise Ümeyme bint Ganem İbn-i Câbir İbn-i Abdüluzza İbn-i Âmir İbn-i Umeyra İbn-i Hâris İbn-i Fihr’dir.[2] Hicretten 40 yıl önce (583) Mekke’de doğmuştur.[3] Künyesi, dedesine nispetle “Ebû Ubeyde” dir.[4] Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh’ın çocukluk ve gençlik yıllarını da içine alan İslâm öncesindeki hayatıyla alâkalı kaynaklarda çok fazla ve ayrıntılı bilgilere ulaşma imkânı yoktur. Kanaatimizce bu, hem kendisinin hem de mensubu olduğu Hâris İbn-i Fihr[5] kabilesinin siyasî ya da askerî anlamda Mekke’de etkin konumda olmamasından kaynaklanmış olabilir. Hâris İbn-i Fihr, Kureyş içinde etkin siyasî gücü olmayan bir kabile olarak bilinir. Bu kabilenin mensupları, Kusay tarafından ihdas edilen Kâbe görevlerinin hiçbirinde rol almadıkları gibi; Kâbe ve zemzemin bulunduğu Mekke’nin merkezinden çok uzak yere yerleştirilmişlerdi.

Hazreti Ebû Ubeyde’nin, ilk Müslümanlardan olduğu bilinmektedir. Kaynaklarımızda Hazreti Ebû Bekir’in (radıyallâhu anh) davetiyle Müslüman olduğu ve İslâmî tebliğ faaliyetlerinin henüz Hazreti Erkam İbn-i Ebi’l-Erkam’ın (radıyallâhu anh) evine taşınmadan önce İslâm’ı seçtiği anlatılmaktadır.[6] Habeşistan’a hicret etmiş; ama kısa süre sonra geri dönmüştür. İbn Sa’d’ın Tabakât’ında anlatıldığına göre: Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) ve Hazreti Osman (radıyallâhu anh) gibi ilk Müslümanlar İslâmî tebliği gizli olarak yaparken; Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), Hazreti Hamza (radıyallâhu anh) ve Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) bu daveti açıktan yapıyorlardı.[7] Medine’ye hicret etti. Bedir Savaşı’ndan önce görevlendirilen bazı seriyyeler de dâhil olmak üzere, Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemindeki bütün savaşlarda yer aldı. Bedir Savaşı’nda, müşriklerin safında yer alan öz babasını öldürdü.[8] Onun bu davranışıyla alâkalı olarak şu âyetin nazil olduğu bilinmektedir: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.”[9]

Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) emriyle Necran’a, Necranlılar tarafından yapılan bir talepten dolayı, hukukî ihtilafları çözüme kavuşturmak üzere görevlendirildi. Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem): “Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni de Ebû Ubeyde’dir” iltifatına mazhar oldu. Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiği gün Sakîfetu Ben-i Saide’de yaşanan halife seçim tartışmalarında adı halife adayları arasında geçti. Hem Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) hem de Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) tarafından halifeliğe aday gösterildi. Ancak bunu kabul etmedi. Halifeliğe en lâyık olan insanın Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) olduğunu söyleyerek ona ilk biat edenlerden biri oldu. İlk halife Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) döneminde önemli askerî görevlerde bulundu. Arap Yarımadası’nın kuzeyini fetihle görevlendirilen dört komutandan biri tayin edildi.[10] Hazreti Ömer döneminde ordu komutanlığına devam etti. Ecnadeyn, Fihl, Mercu’s-Sufer ve Yermuk gibi savaşlarda bulundu. Başta Dımeşk ve Kudüs olmak üzere; Hama, Humus, Lazkiye, Haleb ve Antakya gibi pek çok beldenin fethinde aktif rol oynadı. İslâm orduları başkomutanlığı yaptı. 18/639 yılında Amvas[11] vebasından dolayı Şam’da vefat etti.[12] Vefat ettiğinde yaşı 58 idi.

Hazreti Ebû Ubeyde’nin Kişiliği

Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh), Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile aynı soydan geliyordu. Yani Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) birkaç nesil ötede akrabasıydı. Doğum tarihleri itibariyle de Peygamberimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) on iki yaş kadar küçüktü. Ailesi Mekke’nin en önemli kabilelerinden birine mensup olmasa da, Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) ve babası Abdullah İbn-i Cerrâh, kahramanlıkları ve zenginlikleriyle bilinirlerdi. Abdullah, oğlu Ebû Ubeyde’yi (radıyallâhu anh) çok severdi. Onun iyi yetişmesi için elinden geleni yapıyordu. Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) o tarihlerde Mekke’de okuma yazma bilen az sayıda insandan biriydi. Bu, o günün şartları göz önüne getirildiğinde çok önemli bir ayrıcalıktı. Tarihçilerin bildirdiklerine göre, on bin nüfuslu Mekke şehrinde onlu sayılarla ifade edilecek kadar az kişinin okuma yazma bildiği dikkate alınırsa; Hazreti Ebû Ubeyde’nin (radıyallâhu anh) okuma yazma biliyor olması, onun toplum içinde saygın bir konumda olduğu mânâsına geliyordu. Çok güzel ve etkili bir hitabeti vardı. Aynı zamanda çok iyi kılıç kullanırdı, çok cesur bir savaşçıydı.

Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh (radıyallâhu anh), güzel ahlâkıyla ve İslâm’ı kusursuz yaşamasıyla nam salmıştı. Kur’ân-ı Kerîm’in tarif ettiği örnek bir insandı. Onun bu güzel hayatı Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) de dikkatinden kaçmamıştı. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı içindeki bu özel insanın örnek davranışlarını takdir eder ve sözleriyle onu şereflendirirdi. Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) ile ilgili olarak sahabeden Hazreti Hasen (radıyallâhu anh) şunları söylüyor: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: “Ashabım içinde Ebû Ubeyde İbn-i el-Cerrâh hariç, kime istesem bir kusur bulurum!”

Uzunca boylu, zayıf yapılı, seyrek sakallı olan Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh, Uhud Gazvesi’nde Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzüne batan miğfer parçasını dişleriyle çıkarırken iki ön dişini kırmıştı. Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) mütevazı, zühd ve hayâ sahibi olan Hazreti Ebû Ubeyde’yi çok sever, ahlâk ve şahsiyetini takdir ederdi.

Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) halife olduktan sonra öncelikle dinden dönen insanların ayaklanmalarıyla uğraşmak zorunda kalmıştı. Kalblerine İslâm henüz tam mânâsıyla girmemiş olan bazı kabileler, Hazreti Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra yönetime baş kaldırdılar. Zekât vermeyi reddettiler. İslâm tarihinde “Ridde Olayları” olarak bilinen hareketin başarıya ulaşması demek, İslâm’ın birlik ve beraberliğinin ciddi mânâda yara alması demekti. Ancak Halife Hazreti Ebû Bekir kararlılıkla bu grupların üstüne gitti. Pek çoğu yeniden Müslüman oldu. İsyana devam edenlerle savaşıldı ve dinden dönme/irtidat hâdiseleri sonlandırıldı. Yalancı peygamberlerin tahribatına son verildi.

Ridde Olayları’nda istediği neticeleri alan Hazreti Ebû Bekir’in (radıyallâhu anh) aklı Arabistan’ın kuzey yönündeydi. Burada Bizans hâkimiyeti devam ediyordu. Bizans’ın varlığı, İslâm devleti için daima tehlike oluşturuyordu. Bu bölgede Bizans’ın gücünü kırmak ve bölgenin verimli topraklarını ele geçirmek gerekiyordu. Suriye ve Mezopotamya bölgelerinin fethedilmesi, İslâm’ın batıya ve Orta Asya’ya açılması adına da önemliydi. Fetih hareketleri için dört büyük komutana bağlı dört ordu oluşturuldu. Bu komutanlar şunlardı: Hazreti Amr İbn-i el-Âs (radıyallâhu anh), Hazreti Şurahbil İbn-i Hasene (radıyallâhu anh), Hazreti Yezid. Ebî Süfyan (radıyallâhu anh) ve Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh (radıyallâhu anh). Bu komutanlar kısa zamanda Suriye, Mısır ve Anadolu’da birçok yeri fethettiler. Hazreti Ebû Bekir, tayin ettiği komutanlara şu talimatı vermişti: “Sizler savaş için bir araya toplandığınızda başkomutanınız Ebû Ubeyde’dir.”[13]

Hazreti Ebû Ubeyde’nin (radıyallâhu anh) komutanlığında ilerleyen ordular çok sayıda beldeyi fethediyorlardı. Hazreti Ebû Ubeyde’nin fethettiği yerler arasında belki de en önemlisi Kudüs şehriydi. Halife Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), o sırada Şam’da bulunan Hazreti Ebû Ubeyde’ye (radıyallâhu anh) bir mektup yazarak ordusuyla birlikte Kudüs’e gitmesini ve orayı fethetmesini emretmişti. Emri alan Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) hemen harekete geçerek Kudüs yakınlarına gelmiş ve uygun bir yerde konaklamıştı.

Kudüs, her üç İlâhî dininin mensuplarınca, mukaddes kabul edildiği için burasını savaşmadan almak isteyen Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh), Kudüs halkına hitaben şöyle bir mektup yazar: “Bismillahirrahmanirrahim. Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh’tan Kudüs patriğine ve halkına! Allah’a iman ve hidayete tabi olanlara selam olsun. Size, Allah’tan başka yaratıcı olmadığına, Onun tek olduğuna, Hazreti Muhammed’in Onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmenizi, Allah’tan gelen her şeyin hak olduğuna, cennet ve cehennemin gerçek olduğuna, kıyamet gününe, öldükten sonra tekrar dirileceğinize iman etmenizi istiyorum. Şayet bunları kabul ederseniz, mallarınız bize haram olur, dinde kardeşimiz, itibarımıza ortak olursunuz. Şayet bunu kabul etmezseniz ölümü çok seven bir topluluk içinde size karşı yürür, sizi esir edip mallarınızı bölüştürünceye kadar sizinle savaşır geri dönerim. Bu iki tekliften birini kabul edin!”[14]

Kudüs halkı, Hazreti Ebû Ubeyde’nin (radıyallâhu anh) kendilerine gönderdiği mektuba uymadığı gibi; mektuba cevap verme ihtiyacı bile hissetmemişlerdi. Bunun üzerine Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) ordusuna Kudüs üzerine yürüme emri verdi. Kudüslüler başlangıçta güçlü bir direniş sergiliyordu. Ancak zamanla dayanacak güçleri kalmamıştı. Savaşın durdurulması için Hazreti Ebû Ubeyde’ye (radıyallâhu anh) bir mektup gönderdiler. Teslim olmaya hazır olduklarını ancak şehrin anahtarını sadece halifeye teslim edebileceklerini ilettiler. Kudüs şehrinin üç İlâhî din için önemli bir yeri vardır. Şehir halkı bunu bildiği için şehri ancak en üst makama yani halifeye teslim etmek istemişlerdi.

Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh), elçinin gelmesiyle savaşı durdurdu. Ancak kuşatma hâlâ devam ediyordu. Kudüs halkının taleplerini bir mektupla halifeye bildirdi ve onu Kudüs şehrini teslim almaya davet etti. Mektup Hazreti Ömer’e (radıyallâhu anh) ulaşınca; sahâbe ile istişare ederek ve yerine Hazreti Ali’yi (radıyallâhu anh) vekil bırakarak Kudüs’e doğru yola çıktı. Kuşatmaya devam eden orduyla buluştu. Kudüs’ten gelen heyetle görüştü. Ertesi gün yanına Hazreti Ebû Ubeyde’yi (radıyallâhu anh), arkasına İslâm ordusunu alarak şehre girdi.

Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) hayatı boyunca, “Allah Resulünün (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı işte böyle yaşar.” dedirten bir hayat yaşadı. Onun yaşadığı hayata en çok gıpta edenler arasında Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) gelirdi. Halifeliği döneminde Şam’a bir ziyaret gerçekleştiren Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), komutanlar tarafından karşılandı. Ancak Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) sevgili dostu Hazreti Ebû Ubeyde’yi (radıyallâhu anh) göremiyordu. Az sonra o da geldi. Kucaklaştılar. Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) halifeyi ağırlamak üzere çadırına götürdü. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), Hazreti Ebû Ubeyde’nin (radıyallâhu anh) çadırına varınca, gördüğü manzara karşısında gözyaşlarını tutamamıştı. Çünkü koca komutanın çadırında kılıç, kalkan, mızrak, bir su kabı, bir yemek tabağı ve bir eğerden başka bir şey göremiyordu: “Sevgili dostum! Hiç mal mülk edinmedin mi? Arkadaşlarının sahip olduklarına sahip olmadın mı?” diye sordu. Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh); “Ey Mü’minlerin Emiri! Bunlar bize yeter de artar.” diye cevap verdi. Hazreti Ömer gözyaşlarına boğulmuştu. Güçlükle şu cümleleri kurdu; “Ey Ebû Ubeyde! Dünya senin haricinde hepimizi değiştirdi. Görüyorum ki seni değiştirememiş!”[15]

Evet, dünya herkesi bir yerinden yakalamış ve bir şekilde değiştirmişti! Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh (radıyallâhu anh), dünyanın, kendisini tuzaklarına düşüremediği ender insanlardan bir olmayı başarmıştı. Hazreti Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh (radıyallâhu anh), bir başkomutan olmasına rağmen, emrindeki askerler ne giyiyorsa o da aynı şeyleri giyerdi. Asla farklı kıyafetlerle askerlerinin karşısına çıkmazdı. Onlar ne yiyip içiyorsa o da aynı şeyleri yiyip içiyordu. Kendisi için ziyafet sofraları hazırlatması söz konusu değildi.

Şam taraflarında büyük bir veba salgını -Amvas Taunu- başlamıştı. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) salgın olayının ciddiyetini anlamıştı. Veba yayılmaya devam edecek gibi görünüyordu. Beraberindekilerle birlikte başkente, Medine’ye geri döndü. Ancak aklı hâlâ çok sevdiği dostu Hazreti Ebû Ubeyde’de (radıyallâhu anh) idi. Ne yapıp edip hastalık kapmadan onu oradan çıkarması gerekiyordu. Hazreti Ebû Ubeyde’ye (radıyallâhu anh) bir mektup yazdı ve onu yanına çağırdı: “Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Ebû Ubeyde! Şu anda sana çok ihtiyacım var. Önemli bir konuda seninle karşılıklı konuşup istişare etmek istiyorum. Mektubumu alır almaz hemen yola çık.”[16]

Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh), halifenin niyetini anlamıştı. Kendisini tehlikeli bölgeden güvenli bir yere çekmek istediği belliydi. Ancak Hazreti Ebû Ubeyde’nin (radıyallâhu anh), askerlerini bırakıp oradan ayrılmaya gönlü razı olmadı. Halifeye şöyle bir cevap yazdı: “Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Mü’minlerin halifesi! Sizin beni neden çağırdığınızı biliyorum. Ben İslâm orduları komutanıyım. Onları terk edip kendimi onlara tercih edemem. Allah’ın kaderi değişmez. Ölümüm mukadder ise nerede olsa ölürüm. İslâm ordusunu terk edip yalnız başıma emin bir yere gitmeyeceğim. Mektubum size ulaştığında hakkınızı helâl edin ve burada kalmama izin verin.”[17]

Amvas vebasından önce Hazreti Ebû Ubeyde’nin (radıyallâhu anh) ordusundaki asker sayısı 36 bin civarındaydı. Veba o kadar hızlı yayılıyordu ki; birkaç hafta gibi bir süre içinde ordudaki asker sayısı 6 bine düşmüştü. Başta ordu komutanı Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) olmak üzere binlerce asker salgında hayatını kaybetmişti. Hazreti Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) hastalığa yakalanıp ölümü beklediği günlerde onun yerine namazları Hazreti Muaz İbn-i Cebel (radıyallâhu anh) kıldırmaya başlamıştı. Hazreti Muaz İbn-i Cebel (radıyallâhu anh), Hazreti Ebû Ubeyde’nin (radıyallâhu anh) vefat haberini aldığında minbere çıkmış ve onun hakkında övgü dolu şu sözleri söylemişti: “Ey cemaat! Bilin ki sizler çok büyük bir adamı kaybettiniz. Allah’ın kulları arasında böyle bir adam gördüğünüzü hiç zannetmiyorum. O, çok temiz kalbliydi. Kin tutmazdı. Kalbinde hiç kimseye kötülük beslemezdi. Hayâ ve edep âbidesiydi. İnsanlara güzel nasihatlerde bulunurdu. Allah ona rahmet etsin. Âmin.”[18]


Dipnotlar:

[1] İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut 1418/1998, III, 403; İbn Hacer, Ahmed İbn-i Ali el-‘Askalânî (852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-VII, 8. cilt fihrist, Darü’l-Fikr, Beyrut 1421/2001. III, 586; İbnü’l-Esîr, İzzuddîn Ebü’l-Hasan Ali İbn-i Ebi’l-Kerem Muhammed (630/1232), Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, I-VII, Darü’ş-Şi’b, Kahire 1390/1970. III, 128.
[2] İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, III, 409; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 586.
[3] Önkal, Ahmet, Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh, DİA, İstanbul 1994, X, 249.
[4] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 84.
[5] Kusay hayatta olduğu dönemde Kureyş, on iki boydan oluşmaktaydı. Bunlar: Hâris İbn-i Fihroğulları, Muhâriboğulları, Âmir İbn-i Lüeyoğulları, Adiy İbn-i Ka’boğulları, Sehm İbn-i Amroğulları, Cumah İbn-i Amroğulları, Teym İbn-i Murreoğulları, Mahzûm İbn-i Yakazaoğulları, Zühre İbn-i Kilâboğulları, Esed İbn-i Abduluzzaoğulları, Abduddâroğulları ve Abdimenâfoğulları. Günaltay, M. Şemsettin, İslâm Öncesi Arap Tarihi, Ankara 2006, 244.
[6] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 409; et-Tabakât’da, Osman İbn-i Maz’un ve Abdurrahmân İbn-i ‘Avf ile birlikte ya da aynı günlerde Müslüman olduğu belirtilir. İbn Hişâm’ın es-Sîre’sinde ise; Hazreti Ebû Bekir’in davetiyle Osman İbn-i Affân, Zübeyr İbn-i Avvâm, Abdurrahmân İbn-i ‘Avf, Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs, Talha İbn-i Ubeydullah ve sonra da Ebû Ubeyde’nin Müslüman oldukları anlatılır. İbn Hişâm, es-Sîre, I, 269.
[7] İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 200.
[8] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 587; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 128.
[9] Mücadele, 58/22.
[10] Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân, ç. Mustafa Fayda, Ankara 1987, 167.
[11] Suriye bölgesinde, Remle ile Nablus arasında, Kudüs’e giden yol üzerinde olup Nemle’ye bağlı bir köydür.
[12] İbn İshâk, Muhammed İbn-i İshâk İbn-i Yesâr (151/768), Sîretu İbn İshâk, (Kitabu’l-Mübtede’ ve’l-Meb’as ve’l Megâzî), thk. Muhammed Hamidullah, Erzurum 1401/1981, 208; İbn Abdilber, IV, 273.
[13] Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân, 150.
[14] İbn A’sam el-Kûfî, Ebû Muhammed Ahmed, (v.314 veya 320/ -?-), “el-Fütûh”, Beyrut 1986, I, 222.
[15] İbn Asâkir, VII, 161.
[16] Taberi, IV, 61.
[17] Taberi, IV, 61.
[18] İbn Hacer, III, 589-590.
Yazar: Bilal Güler, Yeni ümit Dergisi, Sayı: 109 Temmuz-Ağustos-Eylül – 2015

Kaynak:Peygamberyolu.com

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy