Doğruları ama sadece doğruları yazmak istiyorum, çok kolay olmasada. Şu an bulunduğum ülkeye göre, saatim gece 4.20 yi gösteriyor. Pensilvanya’da ise saatler 21.20 yi geride bırakıyordur. Kısacası, taziyeler ile teselli buluyor ve payıma düşen sekineler ile serinliyorum. Hangi gün yayınlanır, sizler ne zaman okursunuz, bu aldığım notları, bilemiyorum.
Öncelikle tam iki gün öncesine dönmek ve o anki hissiyatımı aktarmak istiyorum:
Vuslat haberini almıştım. Bu sefer bilginin kaynağı doğruydu. Zira alışmıştık, yalan yanlış algı operasyonlarına, uzun süredir.
Ölümünü kabullenmekte gecikirsem, rasyonel olmayan o kabullerim, beni psikolojik anlamda öldürebilirdi. Zaten hakikatte ölüm; iyi, güzel ve hak değil miydi? Eyvallah, tabiki öyleydi.
İradi olarak, muhtemel duygusal tepkilerimi baskılamıştım. Daha doğrusu şimdilik ertelemiştim. Ne zamana kadar, hislerimin üzerine konan, o rasyonel kapak açılmaz veya çatlamaz, bilmiyordum.
Kıpırdayamadığım, donakaldığım bir süre oldu elbette. Sonra eşimi; dava arkadaşımı, dert ortağımı, can yoldaşımı uyandırdım. Bir kere daha, önceki zamanlarda da çoğu kez olduğu gibi, ilk kez onu dahil ettim, bu ortak hüznümüze.
Peki an itibariyle ne yapmalıydım? Rasyonel olanı neydi? Bir dostum, 2005 Mart ayındaki Bamteli sohbetini göndermişti. Orada duyduğum bir cümlecik; tutukluğumu kıran, ufkumu saran, düşünce kilitlerimi açan tılsımlı bir anahtar gibi oldu: “Şimdiye kadar ne yaptıysan, bunda sonra, sana düşen şey de odur!”
Evet, aklıma ve kalbime ışık saçan bu cümleciği duyunca, hem onu hem de onun öğretilerini, hayalen karşıma koydum ve yüzleştim. Kısaca içimdeki sessiz çığlık; “Daha ne duruyorsun, ne düşünüyorsun diyordu. Sürçmeden, düşmeden, düş yollara, dün olduğu gibi. Hele hele, şimdilerde ve dahi yarınlarda…”
Hasılı öylesi bir hüzünlü günde dahi, planlanmış hizmet etkinlikleri, iptal veya tehir edilmemişti. Dolayısıyla hiçbir hizmete dur denmedi, ara verilmedi hamdolsun. Ve o haberini aldığım ‘ilk gün’ nasıl yapıldıysa arkadaşlarla, şimdi de öyle devam ediyor.
Nedendir, tam emin değilim ama, şu vakte kadar geçen yaklaşık 48 saatlik bu zaman zarfında, içimdeki hisleri Rabbimden başkasına şerh etmek istememiştim. Bunu da kıskançlığıma (!) verin geçin lütfen.
Elimde, özel anlamı olan, hediye bir kalem ile karalıyorum şu mısraları. İki şeyi, mecburen aynı anda yapıyorum. Sağ elim; üzerinde ingilizce olarak ‘Işık Okul’ yazan ajandamın bir sayfasına, siyah mürekkebi ile sanki ağlıyor. Sol elim ise; kirpiklerimden süzülen, yüzümü ıslatan berrak damlaları siliyor.
Hayat dantelası; kalbinde coşan, gönlünde taşan, gözünde akan saf gözyaşlarıyla örülüydü ilmek ilmek. Dahası adeta onun için, görünmez kanat, duyulmaz feryat, dilsiz belagat idi, saf gözyaşları. Derdinin dili, hislerinin seli idi adeta. Tövbekarların tacı, günahkarların ilacı idi, nice mescitlerde riyasız dökülen o inciler. Soyadı Gülen olsada, zıddıyla tanındı ve namı ‘Ağlayan’ idi.
Tam 37 yıldır okurum veya dinlerim kendisini, ta 13 yaşımdan beri. Minberden Yükselen Sesler istisna, hiçbir hutbede, nedense ıslanmadı kirpiklerim. Dünyada dokuz kez nasipmiş görüşmek ama Rabbimden niyazım, onuncusu Sonsuz Nur’un (sav) huzurunda olsun.
İlginçtir, kızımın kedisi Karamel, dert ortağı olmak ister gibi peşimden koşarak geldi ve şimdi defterimin üzerine patilerini koydu. Haliyle bekledim bir süre, sonra devam edebildim yazmaya. Onunda neden bilmiyorum ama gözleri sulanmıştı, mır mır zikrine durmuştu. Kendince bir şeyler konuştu, gözlerimin içine bakarak fakat Süleyman (as) gibi dilini bilmiyorum.
Uyuyamıyordum. Salona geçmek için, bir süre önce izin istemiştim eşimden. Zira ben de, arkada kalan yarenlerine, iki gün sonrası olsa bile, taziye yazma seferberliğine katılmak istiyordum. Şahitliktir; dinlemek, okumak, yazmak ve yayınlamak. Fakat esas amacım, gayrı bundan sonra, bizlere düşen paydan, bir buket sunmaktı dostlara:
- Bize, Ebubekirce düşünmek ve hareket etmek düştü.
- Liderin kendiyle hizmet etme lütfundan sonra, artık bize, liderin ilkeleri ve meşveret ile yol almak düştü.
- Allah, kullarını dua ile dinler. Bize, bu ilahi ahlak gereği, kardeşlerimizin derdini daha derince dinlemek düştü.
- Biz, iyiyi yapmaya, kötüyü yapmamaya, musibete dayanmaya, zamanın çıldırtıcılığına katlanmaya, vuslatı beklemeye sabırları biliyorduk. Şimdi ilave olarak bize, vahdeti ruhiyeyi daha hassasiyetle korumak sabrı düştü.
- Onunla hizmet eden başlar, hüzünlü ve şimdi onsuz kaldı. Bize, bu yetim kalan tüm saçları, güzelce taramak düştü.
- Hareketin ilkeleri ve referansları bellidir. Takım galip olsa bile, birey kötü performans gösterebilir. Bunun tersi de olabilir. Bize, her türlü durumda, gayrı hep iyi oynamak azmi düştü.
- Bize, düşünce ve aksiyon mirasını zenginleştirmek düştü.
- Yeryüzü mirasçılarının 8 temel vasfını yaşamak düştü.
- Altın veya İdeal Neslin 4 temel metafizik esası olan; muhabbet, çile, hamle ve muhasebe ölçüleri düştü.
- Acz, fakr, tefekkür, şükür, şevk ve şefkat yolunda olmak ve bu yolda koşmak düştü.
- Kısaca bize, sırlı bir anahtar gibi, açamayacağı gönül olmayan, evrensel semavi çağrının adı sevgiyle, insanlığa hizmet etmek düştü.
Evet O hayatıyla, bize böyle anlattı. Manevi mirasını emanet etti ve ruhunun ufkuna yürüdü. Bu sözlerim elbette bitti diyen sövenlerine değil, sevgisi talihli gönüllerde biten yarenlerinedir.
Rabbim, Hocaefendi’nin ruhunu şâd, mekanını Cennet, makamını âlî eylesin. Ve ardından giden tüm sevenlerine, sabrı cemil dilerim.