İlk Havva oldu ismin. Hacer, Sare oldu. Miryam oldu, Safura oldu, Asya oldu. Hanne oldu, Elen oldu. Puduhepa, Meryem, Perpetua, Felicita, Hatice, Aişe ve Fatıma oldu. Dünya ne güzel isimlerle doldu. Ne çiçekler açtı mevsimler bahçesinde. Gözler ışıldadı sizin parlak ikliminizde. Haneler, evler; ocak oldu. Sevgi tüttü, aşk tüttü kalp vadilerinde. Dağlara deniz, derya oldu varlığınız. Sizde eridi gitti nice bilinmez dertlerimiz. Sizde maviliğe kavuştu nice gri ve siyah renklerimiz. Sizde dalga dalga hayat oldu korkak ve ürkek adımlarımız. Sizde eridi en sert sözler. Sizde göklere ulaştı en içten dilekler. Sizde büyüdü ve güneş gibi parladı nice küçük, cılız ümitler.
Nice doğumlarla gönüllere inşirah veren müjdeler olurken yeryüzünde adlarınız, nice bin sıkıntılara da insanlık için katlandınız. Bu yüzden diğerkâmlıktı ta baştan adlarınız. Yokluklar, açlıklar, kıtlıklar, savaşlar sizi vurdu önce. Ama durmadınız, duramazdınız ve sizi gördü insanlık, sizler yokluklar içinde varlık cilveleri çakarken en önde. Dünya da böyle dönüyordu zaten dönecekse. Siz engin yüreklerinizde şefkat ilmikleri atarken geleceğe, kötü ruhlar sizleri mahkûm etmek istiyordu onulmaz bir hiçliğe. Sen bir zaman yavrunu öldürmek isteyen zalimin eline düşmemek için minicik yavrunla tutmuştun uzakların yolunu. Bir zaman da şirke isyanından dolayı zindanlara atılmış, orada teslim etmiştin Rahman’a ruhunu. Bir zaman imanından dolayı kazıklara bağlanmış, üzerine konan taşlara aldırış etmeden beklemiştin cennet yolunu.
Sen yağmur sonrası bir şebnem düşmesin diye yere, dokunmaya kıyamazken yaprağa; nasıl da kıydılar o güzel hayallerine ve hayatına hem de kahkahalarla. Sen ‘yavrum, canım’ diye tir tir titrerken evlatlarının üzerinde, gözleri kin ve nefretten başka bir şey görmeyen zavallılar, nasıl da çekip aldılar o minicik yavrunu elinden. Sen annesin. Sen bir şefkat kahramanısın. Sen vadiler dolusu rengarenk çiçeksin. Allah, nebisinin diliyle cenneti senin ayakların altına sererken, birileri seni mahrum etti hakkın olan bütün güzelliklerden. Bir evlat perişan olur, nasipsiz kalırsa senin duandan; ne hale gelir o zaman sana zulmedenler senin bedduandan. Nasıl el kaldırırlar sana bir savaşın ortasında. Nasıl sürerler seni yurdundan bir canilik yalanıyla. Nasıl ayırırlar seni ciğerparelerinden, evinden ırkçılık ve ayrımcılık yaftasıyla. Sen kadınsın. Sen hayatın gülüsün, tebessümüsün. Bazen bir lider bazen bir işçi ama hep doğru hep dürüst ve hep merhamet dolusun. Bazen bir öğretmen bazen bir doktor bazen ev hanımı ama hep hayatın içindesin.
İster 1957’de New York’taki greve müdahaleden sonra çıkan yangında ölen 120 işçi kadından dolayı isterse yine New York’taki yangından sonra olsun kadın olarak çok öldün. Birinci Dünya Savaşında da sürüldün, öldürüldün. İkinci Dünya Savaşında da sürüldün ve öldürüldün. Sonra yangın Ortadoğu’ya sıçradı ve sen yine sürüldün ve sen yine öldün. Evladından koparılma acısını sen yaşadın. Sen vatandın ve seni çok vurdular. Sen Bağdat oldun, Halep oldun, Şimdi de Urumçi oldun. Sen Türkiye’de zindanlara sürülen gönül oldun. Zavallı insanlık, hayatın en müstesna dengesini kendi eliyle yıkmaya çalışıyor. Acıyı, dengesizliğin getirdiği fatura ile çok daha iyi anlayacak ama iş işten çoktan geçmiş olacak.
Helaket ve felaket devirlerinden sonra çileli bir devrin kadınları olarak tutuyorsunuz hayatı şimdilerde. Ne olur bırakmayın iyilikten, haktan, adaletten yana ne varsa elinizde. Doğacak güzel günler de doğacak müstesna isimler de sizde. O müşfik ellerinizle, o engin gönüllerinizle yeniden bir dokunun hayata. Yeniden bin dokunun hayata. Sulayıverin susuz kalmış bahçeleri. Alıverin güneşi yolumuza, sarıverin dertlerimize ay halesini dualarınızla. Dökülsün yıldızlar rengarenk çiçekler gibi üstümüze. Zaten yalnız da değilsiniz güzellik yolunda. Nice vefalı insan, ses verecektir sizin aşk ile şevk ile yaptıklarınıza. Ve ne olur her dem dokunun hayata o müşfik ellerinizle.